Pazar Osmanlı sarayında bayram kutlamaları

Osmanlı sarayında bayram kutlamaları

16.12.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Osmanlı sarayında bayram kutlamaları

Sayın okuyucularıma eski ramazanlar ve bayramlarda olan biteni anlatmak için dört kitaptan aktarmalar yapacağım. Bu kitaplar şunlardır:(1) Büyük Efendinin Sarayı, Robert Withersden çeviren Cahit Kayra, Pera Turizm Yayını, 1996.(2) Saray Hatıralarım, Safiye Ünüvar, Cağaloğlu Yayınevi, 1964.(3) Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri, Abdülaziz Bey, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995.(4) İstanbulda Ramazan Mevsimi, Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Kitabevi Yayını, 1998.Safiye Ünüvar sarayda bulunduğu günlerde izlediği bir bayram gününü hikaye eder. Topkapı Sarayından Beşiktaş Sarayına getirilen tahtta padişahın bayram tebriklerini nasıl kabul ettiğini anlatır:"...İşbu tahtın oturulacak yeri ve arkası kırmızı kadife üzerine altın sırma ile işlenmiştir. Ve yine tahtın arkasında yukarıda cevahirle müzeyyen bir tac vardır. Ve iki yanı taraflarında altın saçakları sarkar. Tahtın ön tarafında kıymettar seccade yayılır. Muayede esnasında padişah kime irade ettiyse saçağı göğüs hizasında olarak o şahıs tutar. Ziyaretçiler ise padişahın el veya eteğini öpmezler. Bu saçağı öperler.""Büyük Efendinin Sarayı" isimli kitapta Robert Withers, Cahit Kayranın çevirisi ile Büyük Efendinin (padişahın) bayramlaşmasını şöyle anlatır:"Büyük Efendi (padişah) İmparatorluğun yasalarına bağlı olarak Bayramın ilk gününde kendisini halka göstermek, bütün büyük kişilerin ve kendi hizmetkarlarından yüksek rütbeli olanlarının eteğini öpmesine müsaade etmek durumundadır. Taht denilen üstüne ipek ve sırma işlemeli bir Acem halısı serilmiş sedire oturur. Eteğini öper, saygıda bulunacak kişiler görevlerini yapıp bitene kadar kıpırdamadan durur."Abdülaziz Beyin "Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri" isimli kitabında ekabir konaklarındaki verasim ve tebrik daha geniş biçimde anlatılır:"İslamda Ramazan ayı ile sonundaki bayramın çok önemi olduğundan herkes kudretince bolluk içinde yiyip içmek, eğlenmek için elinden geleni yapardı. Davetler, ziyafetler tertiplenir, hele çocuklar Ramazan geceleri hayal oyunlarına gitmek, sokaklarda akranlarıyla gezmek, bayramda yeni elbiselerini giymek, İstanbulun her yerinde kurulan eğlence yerlerine giderek eğlenip hoş vakit geçirmek hevesiyle bu bayramı dört gözle beklerlerdi.Ramazan Bayramına beş-on gün kala bayram için gerekli olanlar alındığı gibi erkekler ve hanımlar da bayramlık elbiseler diktirir, çocuklara da kendi isteklerine göre yeni elbiseler yaptırırlardı.Ev ve konaklarda bulunan cariyelerin elbiseleri bayramdan önce biçilir, dikilir, hazırlanır, verilecek iç çamaşırları da herkesin kıdem ve derecesine göre ayrılır, birer bohça içine konup hazır edilirdi. Bu iç çamaşırları ve içlerine konan bahşişler bütün selamlık halkına hanım adına bayram gecesi ayrı ayrı dağıtılırdı.Konaklarda aşçıbaşı bu gece için özel olarak un kurabiyesiyle, un helvası yapar, süslü bir tepside üstü sarı varaklarla bezenerek ve tepsinin kenarlarına balmumundan şemalar yapıştırılıp yakılarak hareme gönderilirdi. Kurabiye ve helva içeride alıkonur, tepsiye kırmızı kese içinde aşçıbaşıya ve sakankurlar içinde de diğer aşçılara bahşişler konarak tepsi iade edilirdi. Herkes halince Ramazan Bayramlarına böyle itina gösterir, her sınıf halk bayramın sevincine kudretince katılırdı.Ramazan Bayramı üç gün olduğu için büyüklere hürmeten ilk gün gidilir, akraba ve teklifsiz ahbaplar diğer günlerde de tebrik edilebilirdi. Kübera haremleri de bayramlarda aynı şekilde misafirlerinin tebriklerini kabul ederlerse de Osmanlı hanımları arasında tebrik bir hafta sürerdi. Yine de herhalde ilk gün tebrik etme bir hürmet gösterisi idi."Bu anlatımları okuyunuz ve de Cumhuriyetin faziletini anlayınız. Osmanlı döneminde padişahın, vezir vüzera ile ekabirin olan bayram, Cumhuriyet döneminde "halkın bayramı" oldu. Şimdi cumhurbaşkanının, başbakanın, bakanların, zenginlerin bayrama ilgisi azaldı. Halkın ilgisi çoğaldı. Ramazan Bayramı eskiden nasıl kutlanırdı diyerek kitapları karıştıranların dikkatini bir şey çeker: "Kitaplarda halkın Ramazanı veya bayramı anlatılmaz. Sarayda ve ekabir konaklarında olan biten hikaye edilir." Dürrizadenin buzdan hoşaf kasesi II. Mahmud Dürrizadenin kibarlığı hakkında söylenenleri biraz mübalağalı bulmakla beraber, işittiklerinin doğru olup olmadığı hakkında kesin bir kanaate ulaşmayı da arzu etmiş. Bu düşüncenin sevkiyle Dürrizade hakkında söylenen medh ü senaların sıhhatini tahkik etmek ve kendisini sınamak için, bir ramazan günü haber vermeden Dürrizadenin konağına misafir olmak istemiş.Mahmud Dürrizadeyi karşısına alarak birlikte iftar etmişler. Padişah kendisine sunulan yemeklerin lezzetini takdir etmekle beraber her yemek kabının çok kıymetli ve nefis kaplar olduğunu görmüş, yalnız pilavdan sonra gelen hoşafın bulunduğu kabın billur olduğu halde diğer kaplar gibi nefis bir işçiliğe sahip olmamasının sebebini Dürrizadeye sorduğu zaman efendi: "Kulunuz hoşafın lezzetini bozmasın diye buz parçalarını hoşafın içine attırmıyorum da, gördüğünüz gibi buzdan kase yaptırıp hoşafı onun içine koyduruyorum" demiş. Padişah bu hadiseyi anlatırken bunu kendiliğinden anlayamadığından "Pek utandım" dermiş. Yemekten sonra "Efendi sizin aşçı pek iyi, isterseniz bizim aşçıyla değiştirelim" diyerek kendisini taltif etmiş. Sultan Mahmud, bu olaydan sonra Dürrizadenin ismi ne zaman huzurunda zikrolunsa "Herif kibardır!" dermiş.(Balıkzade Nazırı Ali Rıza Beyin "İstanbulda Ramazan Mevsimi" hatıratından özetlenmiştir.) Meşhur Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Molla, II. Mahmud zamanında zenginliğiyle beraber ikramının bolluğu ve kibarlığıyla şöhret bulmuştu. Abdullah Mollanın her tarafa yayılan bu şöhreti padişahın da kulağına gitmiş.