31.05.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:
ASU MARO-asu.maro@milliyet.com.tr
Kışın yeni bir projede görmedik adını. Şimdilerde ise yepyeni bir heyecanla eylülde başlayacak olan “Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz” dizisi için çalışıyor. Bahadır Özdener ile Raci Şaşmaz’ın yazdığı, atv’de yayımlanacak mafya dizisinde Oktay Kaynarca’nın canlandırdığı Hızır’ın karısı Meryem rolünde.
Kendisi ise 30’lu yaşlarının başlarında, sert köşelerini törpüleyip hayatın getirdiği dinginliği severek kabullenen, yaşamının en güzel döneminde olduğunu düşünen, mutlu bir genç kadın. Yıllar içinde yarın için fazla plan yapmamayı, “akışına bırakmayı ve geleni yaşamayı” öğrenmiş, bize de onun “yaşadıklarından öğrendiklerini” dinlemek düştü...
-Bugüne kadarkilerden çok farklı bir kadını, iki çocuklu Karadenizli bir anneyi oynamak üzeresiniz. Meryem’den söz edelim mi biraz?
Valla beni çok eğlendiriyor Meryem. Aslında dramatik bir karakter. Oktay Kaynarca bir mafya babasını oynuyor, ben de karısıyım. Ama o da ağır abla yani. Racon biliyor, ev kadını ama asla cahil değil. Ve o Karadeniz insanının mizahı vardır ya, onu gayet sert bir şekilde söyleyince çok komik oluyormuş meğer. Biz hep mafya dünyasının vurdulu kırdılı tarafını gördük ama bu dizide kapıların ardını da görüyoruz. Beni çeken tarafı bu. Biz ilk bölümü izledik, çok beğendik. Oynadığım kadını, Meryem’i çok sevdim çünkü bir taraftan çok sert fakat anne, şefkati de var, o sistemin içinde çok değişik bir duruşu var. Bilmediğim bir taraf bu benim. Ben dışarıdan öyle görünsem de sert değilimdir. Bir de ben daha çok öbür taraftaki kadınları oynadım, baştan çıkaran, ikinci kadın. Burada anne ve aldatılıyor. Gömlek değiştirdim yani, şimdi bu tarafı oynuyorum.
Düşündürüyor, oynadığım her rol düşündürüyor. Ben “Yaprak Dökümü”nde Ferhunde’den o kadar çok şey öğrendim ki. 24 yaşındaydım, bana o kadınlık macerasında birçok kapı açtı, bir sürü şey öğretti iyi ve kötü. Şimdi Meryem’i oynarken de fedakar olmak, anne olmak, istediğin kadar “Kadınım, önce ben varım, önce can, sonra canan” de, hayır, bir çocuk girdiğinde işin içine, dünya duruyormuş. Kendinle ilgili karar vermen zorlaşıyormuş çocuğun olduğunda. Ben bilmiyordum böyle olduğunu.
“Doğu’yu çok sevdim, oraya kedimi götürdüm”
-Oktay Kaynarca’yla daha önce çalışmadınız değil mi?
Çalışmadık. Ama çalışmışçasına uyum içerisindeyiz. İlk bölümde çok ortak sahnemiz yoktu, sonra izlediğimizde gördük ki aynı dilde oynamışız. Bu da çok büyük bir konfor, daha öncesinde çalışmadan o dili tutturabilmek.
-Sizi en son “Aşkın Dili Yok” diye bir dizide izleyecektik, sonra çekimlerinin durduğunu duyduk. Ne oldu orada?
İki bölüm çektik, çok da güzel bir hikayeydi çünkü suya sabuna dokunuyordu. İzlemeye alıştırıldığımız, hiçbir yere dokunmayan, basit aşk hikayelerinden biri değildi. Fakat bir kanalla anlaşmadan sanıyorum çekimler başlamış, kanallar da cesaret edemediler, biraz siyasi buldular herhalde. Oysa siyasi bir şey anlatmıyorduk, aslında insanın, hepimizin bu coğrafyada kardeş olduğumuzu anlatıyorduk. Ve hiçbir tarafın haklılığının veya haksızlığının altını çizmeden.
-Sizin için kişisel olarak nasıl bir serüvendi?
Ben Doğu’yu çok sevdim. Tatvan’da bir otele yerleştik ve ben oraya kedimi götürdüm, neredeyse odadaki perdeleri falan değiştirecektim. Oradaki insanlarla çok vakit geçirdim, her akşam birinin evinde yemek yiyordum. Mardin’de falan diziler çekildi, oradakiler alışık olabilir ama Bitlis’in ilçesi Tatvan, orada hiç çekilmemiş ve onlar için çok yeni bir şeydi. Onlar adına bir şey yaptığımız için bizi el üstünde tuttular. Bir sürü hayal kurdum orayla ilgili, burada kalırsak şurada şöyle bir şey açarız, gençlerle tiyatro yaparız... İnsan olarak “Yaşasın, işe yarayabileceğim” duygusu uyandırdı bende. Oradaki çocuklara çok şey verebilirdim, bir sürü şey hayal etmiştim. Dizi için çok üzülmedim, olur olmaz ama benim kendi serüvenimde yarım kaldı hevesim.
“İkinci Yeni’nin hastasıyım”
-O sıralar bir de paylaştığınız Turgut Uyar şiiri nedeniyle başınız derde girdi... “Kürdistan” sözcüğü geçiyor içinde diye...
Evet, olsun, bilmeyen insanlar Turgut Uyar’ı tanımış oldu, ne mutlu bana. Sanki yeniyetme dünkü şairmiş gibi kaç yıl önce yazdığı şiir üzerinden bu kadar seviyesizce, belden aşağı konuştular.
-Bekliyor muydunuz bu tepkileri?
Hiç beklemiyordum çünkü benim kafam öyle çalışmıyor. Instagram’da beni tanıyan tanımayan zaten ne kadar şiir sevdiğimi, özellikle İkinci Yeni’nin hastası olduğumu bilirler. Ama artık insanlar o kadar öfkeli ve düğmesine bastığın anda fışkırmaya hazırlar ki, çok üzücü bu. Neden biz bu kadar kaybettik birbirimizi anlamayı, ne ara bu kadar sen, ben, öteki olduk? Bu süreç ne kadar hızlı gelişti!
-Hangi şairleri seversiniz en çok?
Edip Cansever hayranıyım. Benim için Edip Cansever, Nâzım Hikmet ve Turgut Uyar’dır ilk üç. “Ama Cemal Süreya’yı da atlamamam gerek, aman Oktay Rifat da var” diye haksızlık etmemeye çalışıyorum ama Edip Cansever’le karşılıklı oturup muhabbet etmeyi çok isterdim gerçekten. Büyük ihtimalle Cemal Süreya’ya âşık olurdum, elim ayağım titrerdi ama Edip Cansever’le kanka olmayı çok isterdim.
-Konservatuvarı bitirdiğinizde nasıl bir yol görüyordunuz önünüzde?
Direkt tiyatroydu. O yüzden de Ankara’dan İstanbul’a geldim. Fakat sonra dizi olunca, gerçi ben sadece bir sene dizi yaptım, “Kadın İsterse”yi... Onun ikinci senesinde İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sözleşmeli olarak oynadım. Tiyatro hep vardı yani. Tabii ilk mezun olduğunda, hele Ankara’da, daha kuralların var, tiyatro çok kutsal, diziler fazla popüler, olmasa da olur gibi düşünüyorsun ama hayatın gerçeği öyle değil. Sen iyi şeyleri seçtiğin sürece dizide de kendini iyi şekilde ifade edebilirsin. Ama ilk geldiğimde evet, daha tabuluydum, tiyatro dışında bir şey yapmayacağım diye.
“Hayatın merkezine bir şeyi koymak çok yanlış”
-Ne değiştirdi sizi?
Büyüdüm herhalde. Eskiden çevreyi çok takardım, “Ben burada olmamalıyım, tiyatro yapmalıyım” gibi. Hayır, sen kendine güvenirsen ve doğru durursan ortam seni bozmaz. Magazin ortamında da bulunabilirsin ama sen sağlam durduğun sürece seni bir yere kadar malzeme yapabilirler. Bunu anladım. Biraz da yaş işte, büyüyoruz. Eskiden daha siyah-beyazdı her şey, şimdi renkleri keşfettim. Kimseye fazla kızamıyorum artık, her şey olabilir hayatta. Şu an kendimle en mutlu zamanımdayım. Yaptığım işi çok seviyorum, gerçekten yaptığım her şeyin hakkını vermeye çalışıyorum, sevgiyle yapmaya çalışıyorum. Bu çok besleyici bir şey, böyle yaptığın zaman zaten devamı geliyor. Aslolan şey mutluluk şu hayatta, hiçbir şey değil. Hayatın merkezine bir şeyi koymak çok yanlış. Ne aşkı ne işi... Her şeyi sevmek, her şeyden beslenecek bir şeyler bulmak ama aslında yaşamı ve mutlu olmayı odağa koymak lazım.
-Sabah uyandınız, yeni güne başlarken sizi neler mutlu eder?
Güzel bir şarkı direkt mutlu eder.
-Şu aralar ne dinliyorsunuz?
Zuhal Olcay’ın “Başucu Şarkıları 3”ünü çok dinliyorum şu ara. Ben devamlı müzik dinlerim. Şimdi Karadeniz kadınını oynadığım için etnik Karadeniz müzikleri keşfettim. Onları çok dinliyorum, çok yararı oluyor oynadığım karaktere. Çok şifalı bir şey müzik, hayatında bunun farkına varmayanlar da lütfen varsın. -
“Sabrımızın sonundayız ama öfke çözüm değil”
-Sinemada var mı ufukta görünen bir şey?
Çok istiyorum ama beni heyecanlandırması lazım. Şu anda yok.
-Ülkede her şey beklemede sanki...
Ne yapalım, yaratıcılıklarımızı sansürlüyorlar. Aslında yaratmak isyandan doğan bir şey olduğu için tam tersi işlese yaratıcılığa çaktırmadan hizmet bile edebiliyor olabilirler şu anda. İnşallah öyle bir şeye dönüşür, bu kadar sansürün, sıkıştırmanın içinde bu dezavantajları avantaja çevirebiliriz.
-Sosyal medyada tepkilerinizi çok rahat dile getiriyorsunuz. Etrafınızdan uyaran olmuyor mu, “Yazmasan” diye?
Oluyor. Ama ben de buyum. Benim düşüncem buysa, bu. Ben olmam ki o zaman. Bu mesleği yapmamalıyım o zaman, bu yaptığım mesleğin ruhuna ters, meslek de önemli değil, benim ruhuma ters. Üzgünüm. Çok sivri cümleler kurmamaya, kimseyi üzmemeye çalışıyorum. Çünkü herkes her şeyi o kadar öfkeli savunuyor ki, o da beni itiyor. Aynı düşündüğüm insanlarla aynı dili konuşamıyorum. Ama bunu bu sistem ve süreç yaptı maalesef, böyle insanlar değildik biz. Sabrımızın sonuna geldik ama kendimiz için, hepimiz için bir durup nefes almamız gerekiyor. Öfke hiçbir şeye çözüm değil.