PazarÜç renk macun, beş para...

Üç renk macun, beş para...

23.11.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Üç renk macun, beş para...

Üç renk macun, beş para...





1916 yılında İstanbul'da doğar Turgut Yarkent. Asker olan babası Ali İrfan bey, annesi Şaziment hanım, ablası ve kız kardeşiyle birlikte yaşar. İşgal günlerinin İstanbul'unda geçer çocukluğu. Cumhuriyet'in ilanından sonra babasının tayinleri nedeniyle önce İzmir'e oradan da Ankara'ya gelirler. Babasının emekliliğinden sonra yeniden İzmir'e yerleşirler. Asker olmaya karar verir ve Kuleli Askeri Lisesi'ne girer. 1939 yılında teğmen olur ve ilk tayiniyle birlikte Türkiye'nin sınırlarında yaşanan İkinci Dünya Savaşı'na tanıklık eder. 1949 yılında Harp Akademisi'ni bitirir, beş yıl sonra askerlikten istifa eder ve sivil hayata döner. Bu senelerden başlayarak yaklaşık 30 yıla yakın çalıştığı özel sektördeki işinden emekliye ayrılır. Müzisyen bir aileden gelen Yarkent; şair, güfte yazarı ve sevilen pek çok Türk sanat müziği eserlerinin şarkı sözlerinin sahibi. 1959 yılında evlendiği eşi Ayla hanımla yaşayan Turgut Yarkent ile İstanbul / Üsküdar Salacak'ta çok uzun yıllardır oturduğu evinin denize bakan salonunda görüştük. Bu görüşmeyi gerçekleştiren arkadaşımızın aldığı kısa notlarda bakın neler yazıyor: "Turgut Bey'in anlatımına evdeki edebi-sanatsal atmosfer eşlik ediyordu. Güftekar olmasının anlatımına kazandırdığı özgünlüğün yanı sıra onun çocukluk, ilk gençlik dönemiyle ilgili tanıklıkları da projemiz açısından önemli bir boyut oluşturdu. Özellikle de 'işgal İstanbul'una' dair anıları… 1920'li yıllara dair ayrıntılı bir Üsküdar ve İstanbul anlatımı, polis müdürü olan dedesinin omzunda gezdiği İstanbul sokakları... Atatürk'le İzmir'deki karşılaşma ve bu olayın ayrıntılı betimlemsi ve daha pek çok tanıklık..."

Birinci Dünya Savaşı'ndan mağlup çıkan Osmanlı Devleti'nin kalbi olan İstanbul işgal altındadır. O tarihlerde iki-üç yaşlarında olan Turgut Yarkent ve ailesi kagir bir evde, Üsküdar Selimiye'de yaşamaktadırlar. "Aşağı yukarı dört-beş yaşıma kadar bu mahallede kaldık. Burası o zaman hep ahşap evlerle doluydu, kagir ev hiç yoktu. Kışlaya yakındı evimiz. Oradan arada bir tüfek sesleri gelirdi. İşgal altındaydık ama asker vardı yine de kışladı. Büyükbabam o yıllarda polis müdürüydü. Beni omzunda gezdirirdi. İşgal sırasında bir gün polis müdüriyetine, sokakta bulunmuş kimsesiz iki kız çocuğu getirmişler. Büyükbabam 'Eve götürün onları' demiş. Bizim eve gelmişler. Bir tanesi bizde kalmış ve benim dadım olmuş. Onun geldiği gece ben doğmuşum, sekiz-dokuz yaşında bir şeymiş... Yaşantımız bir evin içinde geçiyordu. Sokaklar o kadar emniyetli değildi. Mahallemizden gündüzleri atlı polis diye bildiğimiz, belki de o günün İngiliz subayları geçerdi. Paşakapısı'nda merkezleri vardı. Emniyetleri bakımından bu sokaklardan geçer, karargahın etrafında bir daire çizerlerdi. Hatırladığım; 'Polisler geliyor, polisler geliyor' derdik. Sabahları bakardık, Araplar geliyor diye. Omuzlarında büyük saç kovalarla öyle inerlerdi. Paşakapısı'ndaki subayların, o zaman kanalizasyonları yoktu tabii, afedersiniz tuvaletlerini onun içine yaparlarmış, onları taşırlardı. Omuzlarında böyle onlarla inerler aşağıya, deniz kenarına, orada denize dökerler tuvaletleri, yıkarlar tekrar yukarı çıkarlardı Araplar... İstanbul'un o zaman, 500 bin, 400 bin nüfusu vardı."

Haminnemin feneri
"Beklerdik akşama kadar, akşam olsun da fenerleri yaksınlar diye, o zaman elektrik yok tabii burada. Havagazı vardı... Bilhassa hatırlarım, haminnemle teravi namazına giderdik, bayılırdım haminnemle gitmeye. Onun camlı feneri vardı mumlu, ben taşırdım önden, haminnem de elimi tutar beraber giderdik. Arap askerler dolaşırdı sokaklarda. Bize bir şey yapmıyorlar, gülüyorlardı hatta. Camide hanımlar üst tarafta oturdu, erkekler alt tarafta. Kafesin arkasındaydı hanımlar. Tabii okuduğum bir şey yok çünkü bilmiyordum ama ben de yatar kalkardım haminnem ile... Şimdi itfaiyeye giren bir sokak vardır, kaymakamlığın oraadan itfaiyeye giren, onunla şimdiki Üsküdar tiyatrosunun olduğu yerin arası boştu, bizim bayram yerimizdi orası. Bayram yerine bayramın ilk günü annem, babam, ablam, dadım beraber giderdik oraya, dolaşırdık. Beni salıncağa bindirirlerdi. İkinci, üçüncü günü bayramın, ablam ve ben dadımla giderdik oraya. 10 paraydı salıncağa biniş, 10 para. Böyle bir çomağın üstüne, macuncular vardı orada, macun korlardı portakallı, limonlu falan diye, birer kaşık, böyle bir kafa gibi olurdu sopanın ucunda. Eğer üç renkten alırsanız beş paraydı. Eğer doldurursa onu böyle, dört tane, beş tane, 10 paraydı o zaman. Oranın karşısında Doğancılar Parkı vardır bir de. Beş yaşındaydım. Dadım beni parka götürürdü sabahları, yürürdük parka kadar. Orada otururduk biraz. O parka başka birileri de gelirdi. Her gittiğimizde onları orada görürdük, otururlardı. Aşağı yukarı 15-20 kişi vardı onlar, hanımlar da vardı içlerinde. Bunlara 'haraşolar' denirdi. Bunlar beyaz Ruslarmış, Rusya o zaman komünist mi oldu, n'olduysa, onlar Türkiye'ye sığınmışlar. O parkta otururlardı. Bir gün o parktakilerden biri geldi, bir hanım, öptü beni, yanağımı sevdi falan, yakasından bir iğne çıkardı, böyle iki tane yuvarlak birbirine bitişmiş telkari denen, gümüşten yapılmış bir iğne, benim yakama taktı onu. Hep o yakamdaydı, sonra onu kız kardeşime verdim."

"Anneme sorayım"
"O sırada bizim öğrendiğimiz üç kelime vardı, o devrin bütün çocuklarının öğrendiği üç kelime: anne evvela, sonra baba, sonra Gazi. Çünkü evde konuşulan, evin halkının dışında konuşulan tek laf Gazi'ydi. 'Gazi şunu yaptı, Gazi geldi, bravo Gazi, aferin Gazi; yaşa, yaşa İzmir'i aldı Gazi...' En son bu oldu: 'İzmir'i aldı Gazi.' Gazi; çocuğun hafızasında bir dev gibi, sanki çok büyük bir şey, bir kişi böyle, kişiliği olan ama kişi değil de bir dev sanki... Gazi, Gazi, Gazi. O sırada işgal bitti İzmir'de, babamı İzmir liman reisliğine tayin ettiler. Babam İzmir'e gitti, biz burada kaldık."
Bir süre sonra annesi Şaziment hanım çocuklarını alıp eşinin yanına İzmir'e gitmeye karar verir. Vapur yolculuğunun sonunda babalarına kavuşurlar: "Babam karşıladı bizi İzmir'de. Neyse, Karşıyaka'ya gittik işte, Karşıyaka'da oturuyormuş büyükbabam. Yunanlılar kaçtıktan sonra subaylar ve devlet memurlarına Yunanlıların evlerini vermişler. Terkedilmiş mallar yani 'emval-i metruke', bize orada, Karşıyaka'da bir ev almış büyükbabam da. Madam Dandriya'nın evine girdik biz. Güzel bir evdi, bahçesi vardı." Burada Ankara İlkokulu'na başlar Turgut Yarkent. "Bir gün 'Gazi gelecek' dediler. Daha o zaman Gazi deniyordu. Bizim okulu götürdüler istasyona, trenle gelecek. İstasyonun hemen yanında Osman Paşa Camisi vardı, annesi orada gömülüydü. Cumhuriyet'i ilan etmiş, sene 1923, oraya geliyor, annesinin mezarına. Okulun başında, beni koydular, babamın filintası boynumda, fişekliği belime bol geldi, onu da astılar boynuma böyle... Okulun başında bekliyoruz müdür yanımda. Tabii ben pat, pat, pat, ödüm kopuyor, bir dev gelecek ya, Gazi dev. Bekliyoruz, yani birisi 'Böh' dese ağlayacağım yani öyle bir heyecan, korku içindeyim. 'Geldi' dediler, geldi. Ben korkudan yere bakıyorum. Bir kalabalık geldi bizim önümüzde durdu, ben evvela ayakkabıları gördüm. Sonra biraz daha yukarı kaldırdım gözümü, yün çoraplar vardı ayağında, hiç o güne kadar görmediğim burada, buraya kadar bir pantolon böyle, ama bol bir pantolondu. O golf pantolonmuş, sonra öğrendik onun golf olduğunu. Yavaş yavaş başımı kaldırdım, gözüne bakamadım. Mavi gözleri bana kırmızı gibi geldi. Öyle bir bakışı vardı ki yani korkudan ben onları kırmızı gibi gördüm. Sonra bu kadar bir kalpak var, benim de kalpağım vardı başımda, kısa bir kalpağım vardı. Onun kalpağı bu kadardı başında böyle, biraz da kalpağa baktım. Bana baktı, benim kafam böyle duruyordu, benim kalpağımı düzeltti, alacak zannettim kalpağımı... 'Sen benim yaverim olur musun?' dedi; hii, çenem böyle, ellerim böyle, titriyorum. 'Anneme sorayım da ondan sonra' demişim. Ben orada iki sene kaldım okulda, üçüncü sınıfa kadar kaldım; çocuklar, öğretmen de dahil benimle hep alay ettiler, 'Annene sordun mu?' diye..."

Başkent Ankara
Bu kez de bahriye vekaleti müsteşarlığına tayin olan babasıyla birlikte ailece Ankara'ya gelirler. Cumhuriyet yeni ilan edilmiş, Ankara da başkent olmuştur:
"İşte orda bir ev bulundu. Orada İsmet Paşa İlkokulu'na gidiyorum. Doğru dürüst bir sokağı, doğru dürüst bir evi falan yoktu Ankara'nın o zaman. Yani Yenişehir yoktu o zaman, Yenişehir bataklıktı. Ziraat mektebi vardı bizim orada. Bir de Genelkurmay Başkanlığı ordaydı. Sonra Ankara, Yenişehir'e doğru büyüdü, biz Etlik tarafındaydık. Ankara o zaman, çok soğuktu. Isınma güçlüğü vardı. O kadar soğuktu ki, ıslak elinizle kışın kapıyı tuttuğunuz zaman, demir kapıyı, parmaklarınız yapışırdı. Hatta okula giderken şehirden biraz uzaktı bizim Atıf Bey Mahallesi, ayağıma pabucun üzerine yün çorap giydirirdi annem. Hiç unutmam Ankara'da, Bentderesi'nde bir gazino vardı, orada akşamları fasıl yapıyorlardı. Pazar günü akşamları, yahut cumartesi günü, bilmiyorum böyle, oraya giderdik biz; babam, annem, ablam, ben, kardeşim orada müzik dinlerdik... Benim üstüm başımı hep annem dikti... Babamın aldığı para ile geçiniyorduk. Annem de gerçi dikişten ötürü bir miktar para alıyordu zannediyorum. Onun için iyi geçiniyorduk. Ankara çok fakirdi o zaman, mamur değildi tabii hep eski evler vardı."
Ortaokulu Ankara'da okur, babasının emekliye ayrılmasının ardından yeniden İzmir'e taşınırlar. Komşularının oğlu Kuleli'de okumaktadır. Giysileri Turgut Yarkent'in dikkatini çeker: "Babam biraz zorlanıyordu, bir emekli maaşı vardı çünkü babamın... Orada çok hoşuma gidiyordu, parlak kemerleri vardı, tokalı böyle, Kuleli'nin. 'Ben Kuleli'ye gireceğim baba' dedim, 'asker olacağım'. Evvela bahriyeli olmak aklımdan geçmişti, 'Yok' dedi. Çünkü o zaman çok kötü gemiler falan, çok şeyler çekmişler ki, 'Denizi bardakta gör oğlum' dedi bana, bahriyeli olamadım. Kuleli'ye geldim buraya. Babam beni, hani istemese de, buraya getirdi, Kuleli'ye girdim."
1937 yılında Kuleli Askeri Lisesi'ni bitirir Turgut Yarkent. Daha sonra Harp Okulu'na girer ve mezun olur. Bir yıl önce vefat eden Gazi Mustafa Kemal'in ardından, "Anneme sordum, yaveriniz olmaya geldim" diyemediğini düşünecektir. Askerlik mesleğinde onu neler beklemektedir? n

"Annem çok iyi bir terziydi. Ankara'da hariciye vekilinin, bilmem şunun bunun, dikişlerini dikerdi. Babam da üsteğmendi. Aile hayatımız iyiydi. Yalnız ben o zaman çok futbol oynardım, kuş vururdum sapanla. Yani evle pek ilişkim yoktu benim yani yemek yemeğe geliyorduk eve falan hatta biraz da yaramazdım galiba. Ama hiç dayak yemedim. Çok seviliyodum çünkü üç çocuk arasında erkek bendim yalnız. Bugünkü havalar yoktu evlerde. O zaman hakimiyet annede, babadaydı yani. Çocukla annenin, babanın, diğer konularda yani, pek oturup da böyle konuşmaları falan yoktu. Yalnız yaşam birliği vardı ama, konuşma birliği yoktu o zaman. Biz babamızdan korkmaz ama çekinirdik. Babam çok ciddi adamdı fakat müzik severdi. Babam da, annem de müzik severdi. Babam keman, annem de ut çalardı. Benim bütün eski şarkılar kulağımdadır. Onların söylediği, çaldığı söylediği şarkılar... Sesleri de çok güzeldi. Daha çok eski Dede Efendilerin şarkıları falan, hepsini bilirim ."



TARİH VAKFI
Tarih Vakfı sözlü tarih arşivi oluşturmak için tanıklıklarınızı kaydediyor. 70 yaş üzeri 1000 kaynak kişiye ulaşmayı hedefliyor. Ünlülerle değil, içimizden birileriyle... Sizin önereceğiniz kişilerle, dedelerimiz, ninelerimizle... Köylerde, kasabalarda, fabrikalarda geçen hayatlar... Hasatlar, vardiyalar, düğünler, seçimler, yemekler, camiler, kadın matineleri... Tarihe Bin Canlı Tanık Projesi, sözlü tarih görüşmeleri ile, günlük yaşamın, toplumsal geçmişin belleklerde kalmış ayrıntılarını içeren yaşam öykülerini kaydetmeyi hedefliyor. Bugüne kadar projeye destek olan Türk Tabipler Birliği'ne, İnşaat Mühendisleri Odası'na ve Kayseri Ticaret Odası'na maddi desteklerinden dolayı teşekkür ederiz. Siz de projeye destek olun, tarihe katkı da bulunun: Telefon: 0212 327 86 58
Faks : 0212 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr

  • Danışmanlar: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu-Doç. Dr. Esra Danacıoğlu
  • Proje koordinatörü: Gülay Kayacan
  • Görüşmeyi yapan: Hakan Koçak
  • Deşifre ve redaksiyon: Sevil Üzrek
  • Görüntü kaydı: Tamer Üstel
  • Yayına hazırlayan: Tuba Çameli


  • Projeye katkılarınızı bekliyoruz:
    Telefon: (0212) 327 86 58
    Faks: (0212) 227 37 32
    e-posta:mailto:tbct@tarihvakfi.org.tr

    www.tarihvakfi.org.tr

    KEŞFETYENİ
    Survivor yarışmacıları birbirine girdi! 'Sende karakter yok'
    Survivor yarışmacıları birbirine girdi! 'Sende karakter yok'

    Cadde | 04.06.2025 - 11:06

    Canlı yayında açıklamalarda bulunan İsmail'e Asena'dan jet hızında yanıt geldi.

    Yazarlar