Pazar Uzak ülke Zambiya

Uzak ülke Zambiya

04.08.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Zambiya’ya doğru yapacağımız uzun yolculuğa çıkarken aslında yabancı olanın gideceğimiz yer değil de kendimizin olduğunu düşünüyordum. Gezip görecek, tanıyıp öğrenecek ve sonra da hafızamızda bir ömür saklayacağımız ne çok şey vardı önümüzde kim bilir...

Uzak ülke Zambiya

Afrika koskocaman bir kıta... Daha önce Tanzanya’ya gitmiş ve bu farklı topraklar ve onun güzel insanlarıyla kısa bir selamlaşma şansını yaşamıştım ama nasıl diyebilirdim “Ben Afrika’yı biliyorum...” Bu defa daha uzun süre kalacak ve dolaşacaktım; üstelik de ülkeyi yakından tanıyan, buradaki Türk Büyükelçiliği’ni kuran sevgili arkadaşım Büyükelçi Ahmet Arda’nın ayak izlerinin peşinde...
Yaklaşık 10 saat süren uçuşumuzun ardından Johannesburg Havalimanı’na indik ve iner inmez de ne kadar başka
bir kültürle kucaklaştığımızı anladık.
Bu farklılığı yaratan sadece çevremizdeki insanların ten renkleri ve dilleri değildi; onların giyimleri, kuşamları başkaydı, kafe ve lokantalardan yükselen yiyeceklerin kokuları başkaydı, hediyelik eşya dükkanlarında sergilenen ve Batı dünyasına hiç benzemeyen bir hayatın ayrıntılarını yansıtan irili ufaklı objeler de... Ama beni en çarpan dev harflerle bir duvara yazılmış olan bir Afrika atasözü oldu: “Hızlı gitmek istiyorsan yalnız, uzağa gitmek istiyorsan kalabalık git...”
Biz de iki kişiydik... Biricik yeğenim Star’la bizi Zambiya’nın başkenti Lusaka’ya götürecek olan uçağa gülümseyerek bindik.
Lusaka Havaalanı ilk anda ülkenin gerçekten de yoksul olduğunu açıkça gösteriyordu. Pek de düzenli sayılmayacak bir biçimde, kalabalık yolcu grubuyla sıcaktan ve havasızlıktan bunalarak ama sızlanmadan pasaport kontrolünü tamamladık.
Gerçek dostların arasına ne yıllar ne de yollar girebiliyor. Ahmet’le sanki birkaç gün önce ayrılmıştık birbirimizden, arabada giderken sohbetimize bıraktığımız yerden devam ettik. Kırmızı ışıklarda durduğumuzda seyyar satıcılar telefon kartları, şarj aletleriyle hemen yanımıza sokuluyordu. Bir de gazete satanlar vardı, yazılı basına bu kadar çok mu ilgi duyuyordu buranın insanları? Gazetenin muhalefetin sesi olduğunu öğrendim, bir de onca yoksulluğa rağmen ülkede okuma-yazma oranının yüzde 70’in üzerinde olduğunu. Resmi dil İngilizce’ydi ama dokuz yerel dil yaygın olarak konuşuluyordu ve insanlar anadillerini okullarda öğreniyorlardı, özgürce, hiçbir zorlukla karşılaşmadan hem de...
Akşam yemeğinde Ahmet Arda, “Hazırlanın, yarın sabah erkenden yola çıkıyoruz” dedi, “Kiambi’ye...”

Haberin Devamı


Uzak ülke Zambiya

Sebze-meyve pazarı unutulmaz bir renklilikteydi, gezmekle bitecek gibi değildi.

Yürümek; yoksulluğun getirdiği bir zorunluluk
Chirundu’ya giden yol Lusaka’dan biraz uzaklaşınca hemen bozuluyordu, şehirlerarası bir yoldan çok köy yoluna benziyordu. Bunun nedeni durmadan bakır levha taşıyan ağır araçlardı; Zambiya’nın en önemli ekonomik geliri kuzeydeki bakır madenlerinden geliyormuş. Yolun kenarında yine satıcılar ve yürüyen insanlar... Sırtına bebeğini bağlamış, başının tepesinde bir çuval mısır unuyla kadınlar, temiz ve süslü üniformalarıyla yoksulluğa adeta meydan okuyan öğrenciler, ellerinde çantalarıyla takım elbiseli erkekler ve keçiler ile öküzler... Herkes yürüyordu, bu ülkenin en önemli özelliklerinden biri bu; yürümek, yoksulluğun getirdiği bir zorunluluk, herhalde bu nedenledir ki pek şişman insan görmedim oralarda.
Doğa şaşırtıcıydı, özellikle de baobab ağaçları dev gövdeleri ve dua eder gibi yukarı uzanan, mevsim kış olduğu için yapraksız kalmış dallarıyla inanılmaz bir etkileyicilikteydiler; adeta her biri birer anıttı. Adını bilemediğim pek çok farklı ağaç daha vardı ve bir de bunların arasında yükselen kızıl renkli termit yuvaları. Beyaz karınca dediğimiz ama gerçekte karınca olmayan küçücük milyonlarca böceğin yaşam alanlarıydı bu tuhaf dikitler. Bu kör böceklerin yerleşimleri ne kadar görkemli ise insanlarınki de bir o kadar basitti.
Zambiya köylüleri kerpiçten yapıp toprakla sıvadıkları oldukça küçük, yuvarlak kulübelerde yaşıyorlar. Konik çatılar sazlardan, bahçemsi alanların çevreleri de... Kulübeler daire biçiminde sıralanıyor köyde, ortak kullandıkları çardak altlarında kadınlar mısır unundan bulamaca benzer bir yemek hazırlıyorlar. Tuvaletler köyün biraz daha kenarında, etrafı siyah plastik ya da sazla çevrelenmiş dört sopanın arası... Fakir olmasına fakirler ama hepsi de güler yüzlü bu köylülerin, biz geçerken el sallamayanı pek yoktu.

Haberin Devamı

Uzak ülke Zambiya

Zambiya köylüleri kerpiçten yapıp toprakla sıvadıkları oldukça küçük, yuvarlak kulübelerde yaşıyorlar. Konik çatılar sazlardan...

Nehirde çamaşır yıkayan kadınlar timsahlara yem olmasın diye...
Kalacağımız yer yeşilliklerin arasında, modernize edilmiş kulübelerden oluşuyordu. Akşamüstü hemen ilk tekne gezimizi yaptık ve ilk timsahımızı ve ilk filimizi gördük. Timsah ürkek bir şekilde hemen suya daldı, filse hiç aldırmadan kendini yıkamaya devam etti. Gün batımına kadar dolaştık nehirde, ertesi gün daha uzun bir turumuz vardı.
Zambiya’da güneş yaz ya da kış demeden erkenden batıyor, saat yedide her yer kapkaranlık oluyor. Milyonlarca yıldıza bakarak o sessizliğin içinde oturmak gerçek bir lüks. İnsan kendini tabiatın bir parçası olarak hissediyor. Erken yatıp erken kalktık ve rehberimiz Patrick’le birlikte yola çıktık, nehirde elli kilometre kadar gidecek, piknik yapıp dönecektik, bütün günümüzü alacaktı program.
Zambiya’nın simgesi olan balık avlayan kartalı tam da avda görme şansını yakaladık, pençelerinde kocaman bir balıkla havalanıverdi tepemizde.
Su aygırları bizi fark edince hemen suya dalıyorlardı, bazıları da sadece başını su üstünde tutup tehditkar bir ifadeyle bakarken kulaklarını oynatıyordu. En aldırmaz olanlar fillerdi, yanlarında yavrularıyla ya otluyor ya da kendilerini çamura buluyorlardı. Issızlığın içinde, suyun sesini dinleyerek saatlerce dolaştık, sonra bir adaya yanaşıp küçük bir piknik yaptık. Sadece biz ve doğa...
Teknemiz dönüşte kimi zaman Zimbabve kimi zaman da Zambiya kıyılarına sokuluyordu, telefonuma en az 10 mesaj geldi “hoş geldiniz” diyen. Nehrin iki yakasının ayrı iki ülke olması ne tuhaftı; aynı doğa, aynı iklim, aynı hayvanlar, aslında aynı yer... Su kenarında çamaşır yıkayan kadınlar birbirinden farklı olabilir miydi ya da balık tutan erkekler...
Kadınların çamaşır yıkarken timsahlara yem olmamaları için bazı yerlerde suya sık aralıklarla kazıklar çakılmıştı. Bu bitek topraklarda sebze yetiştirmek çok zordu, dev hayvanlar bir anda yerle bir ederlerdi tarlaları yine de bazı yerlerde yüksek sazlarla çevrelenmiş bahçecikler gördüm, gerçi bir fil için o barikatı yıkmak iş miydi?
Akşamüstüne doğru nehre su içmeye gelmiş hayvanları geride bırakıp kampımıza döndük, ateşin başında huzur içinde yemeklerimizi yedik ve uzaktan gelen su aygırı seslerini dinledik.

Yeniden Lusaka
Çok hareketli ve yoğun gezimizden sonra yine yedi saat süren bir araba yolculuyla Lusaka’ya geri döndük. Hollandalılardan satın alınan elçilik konutu ne kadar da rahattı. Bahçede dev ağaçların altında gezmek, farklı çiçeklerin, böceklerin, kuşların ve hatta sürüngenlerin resimlerini çekmek, öğleden sonraları yakmayan güneşin altında kitap okumak çok güzeldi. Birkaç gün de şehirde dolaştık, Lusaka da AVM’siz değildi, süper marketleri de vardı. Sebze-meyve pazarı unutulmaz bir renklilikteydi. Yerel ürünlerin satıldığı mahalle gezmekle bitecek gibi değildi.
Sayılı günler gerçekten de çabuk geçiyor. Bir de baktık geri dönme günü gelmiş, anı bohçamıza birbirinden güzel anları koyup yeniden yola çıktık.
Uçak havalanırken içimden tekrarladım, “Hızlı gitmek istiyorsan yalnız, uzağa gitmek istersen kalabalık git...” Ben sanırım ikinci ihtimali daha çok seviyorum...

Haberin Devamı

Livingstone şehri ve Victoria Şelaleleri

Haberin Devamı

Yeniden yollara düştük, bu defa batıya gidiyorduk, ünlü Victoria Şelalelerine... Yolumuz uzundu, yaklaşık yedi saat gidecektik.
Yol boyunca gördüklerimiz daha öncekilerden farklı değildi ama ben bazı şeyleri yeni algılıyordum. Öncelikle öğrenciler çok dikkatimi çekti; her okulun farklı üniforması vardı, herkes okula gidiyordu. Okuma-yazma oranı yüksekti burada, ama sonrası pek parlak değildi. Ortalama yaşamın 50’ye bile ulaşmadığı bir yerden söz ediyoruz. Başta AIDS olmak üzere yaygın hastalıklar var Zambiya’da, HIV taşıyıcısı sayısı çok yüksek, çocuk ve anne ölüm oranları da öyle. Hiç kimsenin sigara içmediği bir ülkede
bu kadar az yaşamak...
Bolca olan bir başka şey de kiliseler ama aklınıza batıdaki yapılar gelmesin. Bunlar da evler gibi barakamsı, kulübemsi yerler. O kadar çok tarikat var ki insan şaşırıyor.
Mazabuka, Pemba, Choma ve Kalamo’yu geçip akşamüstüne doğru Livingstone’a vardık. İlk izlenimim ülkenin güneybatı ucundaki yerleşimin nispeten daha gelişmiş, sevimli bir yer olduğuydu. Eşyalarımızı otelimize bırakıp heyecanla hemen şelalelere gittik.

Kendimi Indiana Jones filminde gibi hissettim
Bu kadar muhteşem bir şey görmemiştim, büyülenmek buydu işte. Sakin sakin gelen nehir 1700 metre genişliğe kavuşup birden göğe yoğun bir bulutu andıran su zerreciklerini püskürterek dimdik bir şekilde
108 metreden aşağı uğuldayarak dökülüyordu. Ve kocaman bir gökkuşağı da suların arasında sihirli bir işaret gibi daima duruyordu.
Bölgenin yerel dilinde buranın adı Mosi-a-Tunya, Uğuldayan Bulut...
Ne kadar güzel tanımlanmıştı, ne var ki 150 yıl önce burayı gören
Dr. Livingstone şelaleye yeni bir ad vermek gereğini duymuş, Victoria Şelalesi... Yine de yerel ad yaşıyor.
Yeğenim şelalenin karşısındaki adacığa gitmek için ısrar edince yağmurluk kiralayıp daracık köprüde, turistlerin arasına katıldık.Çok gizemli bir andı. İp gibi dizilmiş yürürken kendimi bir Indiana Jones filminde gibi hissettim, sanki “Uğuldayan Bulut tarikatı”nın üyeleriydik...
Gün batışını seyrettikten sonra otele döndük. Akşam yemeğinde antilop etlerinden yapılmış hamburger vardı. O tatlı, zarif impalaları yemek fikri bana cazip gelmedi. Biraz makarna ve bir Mosi bira yeterliydi.

Haberin Devamı

Uzak ülke Zambiya

Uzak ülke Zambiya

Zambiya hakkında
Zambiya 752.614 kilometrekare yüzölçümüne sahip, nüfusu 14 milyon civarında. Başkenti Lusaka. Çoğunluğu Hıristiyan, milli geliri kişi başına 1600 dolar, ortalama insan ömrü 49 yıl.
Zambiya’ya Kenya, Dubai, Etiopya ya da Güney Afrika üzerinden gidilebiliyor. Ayrıca Avrupa’dan da doğrudan uçuşlar var. THY’nin Johannesburg’a tarifeli uçuşları var. Uçuş yaklaşık 10 saat, daha sonra Güney Afrika Havayolları ile Lusaka’ya geçiliyor, bu da 2 saat sürüyor. Güney Afrika üzerinden gitmek biraz daha uzun olmakla birlikte daha rahat.