Erman Toroğlu’nun rekor ihaleden sonra Lig TV’den ayrılması, maraton programındaki ortağı Şansal Büyüka’nın da moralini ve kimyasını bozdu. Sevgili Şansal’ın “Maraton” dışında da sorumlulukları, liderliği ve misyonu var. Onun görevinin başına dönmesini umutla ve dört gözle beklerken Toroğlu fenomenine de daha dikkatli bakmalıyız.
Her şeyden önce Erman Toroğlu’nun ifade özgürlüğü adına bu ülkede söyleyebileceği her şeyi dile getirmesini savunurum. Toroğlu ile ilgili vazgeçilmez görüşüm budur.
Yıllar süren bu beraberlik acaba bir ifade özgürlüğü kısıtlaması mıdır?
Mevsimsiz ayrılık!
Öyle olduğunu sanmıyorum. Ama toplumda maalesef öyle algılanıyor. Erman Toroğlu fikirlerinden dolayı madur, muzlum ve kahraman ilan ediliyor.
Burada biraz duralım, düşünelim... Üzücü bir şekilde program kaldırılsa dahi kimse Toroğlu’nun ifade özgürlüğünü engellemedi. İstediği her şeyi her şekilde söyledi bugüne kadar. Kuşkunuz olmasın, bundan sonra da söylemeye devam edecektir.
Üzücü olan onun mevsimsiz ayrılmasıdır. Sezon bittiğinde karşılıklı iyi niyetle el sıkışabilirlerdi.
İhaleden hemen sonra tam da Kulüpler Birliği Digitürk’ü destekleme kararı alırken Toroğlu’nun programdan kopması komplo senaryolarına çok alışkın ve yatkın olan insanımızın hayal gücünü besledi. Bu işin Aziz Yıldırım’ın baskısıyla kotarıldığı algılandı. Aziz Yıldırım ve bazı kulüp başkanlarının bugüne kadar Toroğlu’na ne tür tepkiler gösterdiğini ve Digitürk’ün de ona nasıl sahip çıktığını hep beraber unuttuk.
Türk halkını eğitti
Erman Toroğlu, Türk hakemlerinin tümüne örnek oluşturacak bir kariyer ve duruş göstererek düdüğünü duvara astı. Daha hakemken benim yönettiğim spor servisinde ilk basın antrenmanlarını yaptı. Sonra televizyon dünyasına geçti. Bu sihirli kutuda yıldızını parlatmayı seçtiği sözcükler, kavramlar ve ortaya koyduğu metaforlarla futbol dünyasını büyüledi. O kadar ağızına bakılan bir adam oldi ki, vergiden sigara yasağına, hormonlu domatesten trafiğe, terör ve siyasetten ideal genel kurmay başkanı nasıl olur’a kadar her alanda konuştu. Programın formatını, sınırlarını, haddini aştı. Popülist kültüre çok köşeli sert ve sivri bir ağız olarak daldı.
Onun bu sıradışılıkları elbette kitleye maloldu. Ben kendi adıma söylediği her şeyi kendimce süzerek bir tür rafinaja tabii tutarak sadece futbolla ilgili olanlarına müşteri oldum. Doğrusu bu ya hiç kimse de onun kadar doğrudan ve esaslı hakem yorumları yapmıyor, pozisyonları da bu kadar ayrıntılı biçimde okuyamıyordu. Bu anlamda futbolsever Türk halkını da eğittiğini düşünüyorum.
Özgür ve cesur duruşu spor dünyamızda örneğine çok rastlanmayacak bir duruştur. Delikanlılık kavramını bu anlamda çok hak eder. Ama Hakkı Devrim’in dediği gibi üslubu, sınır tanımaması, seçtiği sözcükler, karıştırdığı kavramlar başlı başına bir sorundur.
Hiç kimse şu yanlışa düşmesin. Maraton’un gerçek kahramanı inanılmaz hoşgörüsü, sabrı, duyarlı aklı ve uygar kişiliğiyle Şansal Büyüka’dır. Erman Toroğlu bundan böyle farklı kulvarlarda sesini duyurmaya devam ederken kiminle beraber olursa olsun mutlak bir yalnızlık hissedeceğini düşünüyorum.
Yoluna devam etmeli
Digitürk’ün kararını isteyen dilediğince tartışabilir. Dileyen Toroğlu’nun bu süreçten şöhret ve servet kazandığını ileri sürerek her türlü hesabı yapabilir.
Bence bunlar çok önemli değil. Önemli olan Toroğlu’nun özgür sesi ve yorumlarıyla yoluna devam etmesi... Bence bizi üzen bu ayrılığı bir özgürlük sorunu haline getirmeden Toroğlu’nun farklı medyalarda söyleyeceklerine kulak verelim. Varsın bizi rafinajla yorsun. Çok kimselerin söylemeye cesaret edemediği o ses ve sözlerle kulaklarımız dolsun!
Harry Kewell
Galatasaray yönetimi Harry Kewell’la sözleşmeyi yenilemek istiyordu. Ama çocuk sakatlanınca pat diye gözden düştü. Hagi’den sonra en çok sevilmeye aday gerçek bir sporcu olan Kewell, şimdi kapıya buyur ediliyor. Çok ayıp. Bu işin sonrası da var. Galatasaray aynı zamanda vefa demektir. Rakamlara bakıp bu değeri ne çabuk unutuyoruz. Bir yandan Leo Franco gibi hiç bir farklılığı ve fazlalığı olmayan kaleciyi elinde tut, bir yandan da Kewell’a kapıyı göster.
Olmadı, olmuyor!
‘Teşekkürler DİGİTÜRK’
Hafta sonunda Türkcell Süper Lig’in bütün takımları tektip pankartla ekranları ve tribünleri selamladılar. Digitürk’e teşekkür ettiler. Öğrendiğime göre bu kararı Kulüpler Birliği almış. Hoş ve güzel bir davranış. Ama asıl teşekkür mesajla ve pankartla değil, eylemle olur.
Sporcunuzu, antrenörünüzü, yöneticinizi Lig TV’nin programlarına gönderecek misiniz?
Daha sağlıklı bir spor enformasyonu için iletişime koyduğunuz engelleri kaldıracak mısınız?
Beyan ve davranışlarınızla bu pahalı yayını ve ortamı temiz tutabilecek misiniz?
Verginizi zamanında ve gerçek değer üzerinden ödeyecek misiniz?
Aldığınız çift rakamlı milyon dolarlık yayın haklarını kullanırken futbolcuların hakedilmiş ücretlerini bekletecek misiniz?
Eğer bunları düzgün ve dürüst biçimde yeniden düzenlerseniz ben de size teşekkür edeceğim!
Ağla sporum ağla!
Hayatta yapamayacağım şeylerden biri Eczacıbaşı adına tarafsız kalmaktır.
İzmir’de üç-beş yaşında çocukken Beyler Sokağı’nı mis gibi kokutan o güzelim Eczacıbaşı labrotuvarı ve kolonya imalathanesi benim hayatımda çok önemli bir yer tutuyor. Biz onlara komşuyduk. Rahmetli anacığıma çok zayıf, kikirik bir çocuk olduğum için bir avuç dolusu kan iğnesi gönderdiler. Her iğnede canımın nasıl yandığını hâlâ unutamam. O iğneler beni sağlığıma kavuşturdu. Laf aramızda biraz da fazla kaçırdık galiba zamanla kilomuz yüzü buldu.
O ailenin her ferdiyle tanıştım. Onlara saygı, sevgi ve hayranlık duydum. Hoşgörülerinden, nezaketlerinden, bilime yatırım yapma cesaretlerinden, spor, kültür ve sanata olan katkılarından inanılmaz örnekler aldım.
Şakir Eczacıbaşı birbirine düşmüş komplolar, davalar, senaryolar, çatışmalar ve uzlaşmazlıklar içindeki toplumumuzda asaletin, cesaretin, dayanışmanın sembolü oldu hep.
Bernard Shaw ve Oscar Wilde gibi aydınlanma kahramanlarının Türkiye’deki sesi soluğu ve gözleriydi. Onu kaybetmek bu ülkenin kültür ve sanat hayatında daranın eksilmesine, dengelerin bozulmasına neden olacaktır.
Asıl değinmek istediğim konu daha da üzücü. Kültür sanat sayfalarında göremiyorum ama Şakir Eczacıbaşı sporda da bir öncüydü. Kardeşleriyle birlikte kurduğu Eczacıbaşı Spor Kulübü Türk basketboluna ve voleyboluna büyük sporcular ve antrenörler armağan etti. Modern tesisler kazandırdı.
Günün birinde Şakir Eczacıbaşı sporu bıraktı, tüm enerjisini sanat ve kültüre aktardı.
Spor dünyasının çirkinleşen rekabet ilişkileri, endüstrielleşmeyi hep kendine yontan uzlaşmaz çatışmacı tablosu onu kaybetmemize neden oldu.
Hayatını Türk kültür ve sanat kurumlarına, festivallere, fotoğrafçılığa, yazarlığa adadı.
Spor hayatımızda daha çok para, daha çok gelir, daha çok reklam ve yayın var. Piyasa ve pazar büyüdü. Ama o pazarda bir Şakir Eczacıbaşı yok. Ağlarsam asıl buna ağlarım.
Şakir abi, elini sıktığım, seni tanıdığım ve yaptıklarına tanıklığımla minnetlerimi sunuyorum.
Çok yoruldun, rahat uyu!