Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Spor Şurası’nda hangi komisyonun gündemine girer, nasıl tartışılır, ne gibi sonuçlara bağlanır bilemem ama, 11-12 yaşında spora başlayan çocuklarla onlara emek veren ailelerin dramı, bu ülkenin acı gerçeklerinden biridir.
İşte size İstanbul’dan bir dostun anlattığı öykü... Önce öyküyü dinleyelim :
“- Mehmet, 1996 doğumlu bir çocuk... Basketbola çok meraklı, çok istekli. Anne baba, Mehmet’in bu isteğini paylaşıyor, oğullarının iyi bir sporcu olması için İstanbul Tofaş Kulübü’ne götürüyorlar... Altyapıda çalışmalara katılıyor çocuk... Gün geçtikçe bilgisi, fundamentali (temel tekniği) gelişiyor. Boyu da uzuyor bu arada. Hatta o kadar uzuyor ki çocuğun diz eklemlerinde ağrılar başlıyor. Aile ve çocuk, basketbol sevgisi uğruna buna da katlanıyorlar. Bir yandan doktorlara, öte yandan antrenörlere inanarak doğru bildikleri yola devam ediyorlar....
...Bu arada kulübün çocuklara yaklaşımı da değişiyor tabii... 30 -40 yetenekli çocuğun bu arada Mehmet’in de ailelerinden birer “muvafakatname” alınıyor. Çocuklarının İstanbul Tofaş’ta spor yapmasına onay veren, antrenörlere ve kulübe yetki veren birer muvafakatname... Veliler sevinerek veriyorlar bu yetki belgelerini... Aradan bir süre geçiyor, çocuklar dağılmaya başlıyor. İstanbul Tofaş’ın kadrosu 30 - 40 çocuğa aynı anda açılamayacağı için Mehmet arkadaşlarından ayrılmak zorunda kalıyor. Aile öğreniyor, çocuğa Kadıköyspor adına lisans çıkarılmış. Çocuk Kadıköyspor’un antrenmanlarına katılıyor. Ama gün geçtikçe hevesi kayboluyor, yüzünde mutsuzluk çizgileri oluşuyor. Anne baba çocuklarının lisansını almak ve daha uygun başka bir kulübe geçiş yapmak üzere ilgililere başvuruyor.
İşte o noktada esaret başlıyor. İstanbul Tofaş ve Kadıköyspor yöneticileri, lisansı asla vermiyorlar. Çocuk için ailenin 5 bin YTL ödemeye hazır olduğunu bildirmesi de işe yaramıyor.... Çocuğun en az 50 bin dolarlık bir piyasa değerini kazandığını belirterek lisansını veremeyeceklerini, ona çok emek verdiklerini söylüyorlar. Tartışma sırasında İstanbul Tofaş Koordinatörü Altimur Tümlen, “Çocuğunuzu kulüpten almak konusunda ısrar ederseniz, spor hayatı biter!” diyor. Bu bir tehdit mi ? Dostça bir uyarı mı ? Yoksa spor ortamının iç karartan gerçek hali mi ? Elbette bilinmiyor.”
Dostum, öyküyü burada kesti... Hemen söylemeliyim ki, Mehmet adını öylesine koydum. Çocuğun gerçek kimliğini ve ailesini yıpratmak istemiyorum... Bu öyküde adı geçen kişi ve kulüpler bir açıklama yapacaklarsa, bekliyorum. Tofaş adı, Koç Holding’le birlikte anılmaktadır. Holdingin kulüple bağları ne düzeydedir, bilemem.
Bir baba olarak cimnastikte de yıllar önce buna benzer acı bir deneyimim oldu. 10-12 yaşında 20’ye yakın çocuğun kalbini öyle kırdılar ki, sonunda hep birlikte lisanslarını yırtıp sporu bıraktılar. Yıllar sonra bugün, kızımın TV karşısında hemen her cimnastik yarışmasını yaşlı gözlerle izlediğini görür, üzülürüm.
Hemen her spor dalında yaşanan bu öyküden çıkarılacak dersler var elbette:
1. Çocuk sporcular için lisans çıkarma zorunluluğu, onların kulüp, menajer ve antrenör elinde hayatlarının en umutlu dönemini “tutsak” olarak yaşamalarına neden oluyor.
2. Ailelerin ve çocukların bu travmatik durumdan kurtulmaları için çocuklara 15 yaşına kadar lisans zorunluluğu kaldırılmalıdır.
3. Sporcu lisansı çıkartılırken, elbette yetiştiği kulübe makul bir bedel ödenebilir. Bu bedelin ticari sömürüye yol açmamasına özen gösterilmelidir.
4. Çocuk sporcularla ilgili sportif düzenlemeler yapılırken, Avrupa Çocuk Hakları sözleşmesine mutlaka uyum sağlanmalıdır.
Yeniden Mehmet’in bugünkü durumuna bakacak olursak... Aile, yargı yoluna başvuracak... Yargıç, olasıdır ki bu işlerde yetkinin özerk basketbol federasyonunda olduğuna hükmedecektir...
Peki, Basketbol Federasyonu Hukuk ve Tahkim Kurulu için bu sorun ne kadar önemlidir ?
Bilinmemektedir!

Haberin Devamı

Tutsak çocuklar
Futbol ve siyaset
Bu ikisinin birbirinden ayrıldığı hemen hiç görülmemiştir.
Siyaset biraz mesafe koyup kendi alanına dönse de spor adamları rahat bırakmazlar. İlle de siyasilerin yakasına paçasına yapışırlar. O nedenle zaman zaman doğru, çoğu zaman da yanlış ilişkiler gelir gündeme...
Önce doğrusundan başlayalım...
Spordan sorumlu Devlet Bakanı Sayın Murat Başesgioğlu’nun oğlu Hakan Başesgioğlu, Kastamonuspor’un asbaşkanıdır. Pazar günü Gümüşhane’ye 2- 0 yenildikleri maç sırasında hakem Hasan Küpeli 8 sarı, 3 kırmızı kart gösterir. Hakan Başesgioğlu çileden çıkar... Sahaya girerek hakeme söylenir : “Bunun hesabını soracağım. Her adımını takip edeceğim!”
Bakan’ın oğlu, hakem raporuyla Hukuk Kurulu’na, oradan PFDK’ya sevkedilir.
Murat Başesgioğlu ise net bir tavır koyar : “Oğlumun böyle bir olaya karışmasına üzüldüm. Bağımsız kurullar, kurallara aykırı hareket eden her sporcu ve yönetici gibi oğluma da gerekli cezayı verecektir!”
Bravo... Sayın Bakan’a da bu yakışırdı.
Gelelim, yanlış örneğe....
Ulaştırma Bakanı Sayın Binali Yıldırım, Erzincan milletvekilidir. Ankara Demirspor da Devlet Demiryolları’na, dolayısıyla Ulaştırma Bakanı’na bağlı bir kulüptür...
Derler ki, DDY üst yönetimi, Erzincanspor’a yenilmeleri için Teknik Direktör Yusuf Tepekule’ye baskı yaptı. Hoca da bu durumu protesto ederek istifa kararı aldı.
Maç mı ? Demirspor 2- 0 kazandı...
Bazı futbolcular da takımdan ayrılmak istedi, güçlükle yatıştırıldılar.
Sayın Bakan’ın yaşanan bu yanlışlardan haberi var mı ?
Yoksa birileri Bakan’a yaranmak adına mı harekete geçti ? Bilelim.

Haberin Devamı

Futbolu sevmeyen futbolcu: BALİLİ
Lig TV’deki “Futbol Gündemi”nde sevgili dostum Oğuz (Tongsir), “Pazartesi günleri konuk almıyoruz ama, bugün sana sevineceğin bir konuk getirdik” dedi.
Pini Balili... Türkiye’de en sevdiğim yabancı futbolcu.
Baktım, yanında şirin bir kızla çıkageldi... Kızın adı Hila... Türkçe karşılığı Hale oluyormuş. Balili’nin hani sürekli uzayan bir omuz sakatlığı tedavisi var ya... İşte o tedavi sürecinde İsrail’de tanışmışlar... Haziran’da düğünleri var... Balili, “İkimiz de askerliği yaptık. Şimdi sıra evlenmeye geldi “ diyor, “Başkanımız Mecnun Odyakmaz Türkiye’de de düğün yapmamızı istedi. Hem sözleşmeyi yenileyeceğim, hem de Türk vatandaşlığına geçeceğim” diye ekliyor. Balili Mecnun Başkan’ın kullanmadığı Atakan adını alacakmış... Nişanlısı Hila, “Evde pantalonu ben giyeceğim” diyor, yani aile reisi hanımefendi olacak. Ama yayın sırasında aynı soruya Balili’yi işaret ederek politik bir yanıt veriyor.
Her neyse... Balili’yi niye seviyorum ? İşini eğlenceye dönüştürdüğü, Türkçe’yi öğrenme hevesi ve takımı için mutlaka bir şeyler yapma gayreti çoğu futbolcuda yok. Balili takım arkadaşlarıyla, hocasıyla, futbolseverlerle bir çocuk samimiyetinde masum ilişkiler kuruyor. İçi dışı bir, doğal davranıyor. Şakalarında bazen rakibiyle dalga geçerek ölçüyü kaçırsa da eğlenceli bir adam... Beni en çok etkileyen sözü de şu “Futbol benim işim... Antrenman, maç tamam. Arkadaşım yoksa, Türk ve İsrail takımları değilse, ben futbolu hiç seyretmem. Futbolun seyrini sevmem!”
Tabii, ortalama her musevi gibi Balili de fazla para harcamayı sevmiyor... Nişanlısıyla her alış-verişinde yüzü ekşiyor, gülerek şikayet ediyor.
Evet Balili, seni seviyorum... Şimdiden sana mutluluklar dilerim. Haberin olsun, düğününde de Linet’i dinlemek isterim!