Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Yalanı cımbızla ayıklamaya çalışmak yerine, ona itibar etmemek değil midir doğrusu?
Günlük yaşamımızda her gün onlarca örneğini yaşıyoruz.
İyi ekmek satan fırına, domatesin çürüğünü vermeyen manava, dönerin harbisini yapan lokantaya gitmiyor muyuz?
Bizi bir kere kazıklayan esnafın önünden bir daha geçiyor muyuz?
Bu ayrımı yapanlar niçin konu haber olunca aynı tavrı sergileyemiyor? İsteyenin dilediği gazeteyi alma, istediği kanalı izleme özgürlüğü yok mu?
Yalan haberden en çok şikayetçi olan Fenerbahçe’nin de her gün internet sitesinde onlarca yalanlama yayınlamak yerine, taraftarlarına böyle bir çağrı yapması çok mu zor?
Ülkenin en önemli kulübünün, üstelik Aziz Yıldırım gibi parmağını kaldırdığında peşinden milyonlarca insanı sürükleyecek bir lideri varken, onları yönlendirmesi çok mu  güç?
İşte bu yüzden Mehmet Demirkol’un tezine Fenerbahçe’den verilen yanıtı garipsiyorum.
“Sizler bir ay Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray hakkında haber yapmayın, köşe yazmayın, ekranlara çıktığınızda bu kulüplerin maçlarını konuşmayın bakalım sizi kim okuyacak, kim izleyecek?” demek, ne demek?
Biz de, Fenerbahçe Başkanı da çok iyi biliyor ki, bir ay üç büyüklerden tek kelime haber yapmayan gazete ve spor kanallarının reytingi yarı yarıya düşer. O kulüpleri takip eden muhabir arkadaşların yarısı işsiz kalır.
Lütfen eleştirdiğiniz azınlığı, işini hakkıyla yapmaya çalışan insanlarla bir tutma hatasına düşmeyin. Çünkü gazetecinin kulübe, kulübün gazeteciye ihtiyacı var.
Gazeteci haber kaynaklarıyla beslenir. Kulübün kendisine sunduğunun fazlasındadır haber.

Haberin Devamı
Aziz Yıldırım taraftara ne diyecek
Eğer kurumsal ilişki dediğiniz şey istemediklerinizin yazılmaması ise bugün Beşiktaş’ta iki İbrahim’in kavgasını, Diyarbakırspor’un küme düşme tehlikesini, Nurcan Taylan’ın sakat sakat Pekin’e götürüldüğünü, Aragones’in Fenerbahçe’ye gelişini, Halil Mutlu’nun olimpiyata katılmayacağını ne zaman öğrenecekti insanlar?
Bu bilgilere sahip kurum veya kulüplerin canları söylemek istediği vakit mi?
Karşılıklı güvene dayalı bir paylaşım ise haber alış verişi, paylaşımın içindeki insanlar da tercihlerini doğru yapmalı, gerektiğinde fedakarlıkta bulunmalı demektir.
Var sayalım Fenerbahçe’nin istediği oldu. Bir ay boyunca üç büyük kulüple ilgili yazılmadı, çizilmedi.
Peki o kulüplerin taraftarları demeyecek mi; “Bizim suçumuz ne? Takımımızla ilgili en ufak bir bilgi alamıyoruz”.
Kaç milyon kişi her gün internetin başına geçip kulüp sitelerinde yer alan resmi gazete tekdüzeliğindeki haberleri okuyacak?
Kaçı bu haberlerden tatmin olacak?
Türkiye’de tirajı bin ile 700 bin arasında değişen otuz sekiz günlük gazete yayınlanıyor. Onlarca ulusal kanal yayın yapıyor. Her birinin spor sayfası, spor programları var.
İnandığınız, güvendiğiniz insanları okuma, dinleme hakkınız da keza.
Ürünler ortada.
Seçici olun!
Enerjinizi tüketmeden, sinirlerinizi bozmadan bunu yapın.
İnanın iyi gelecektir.

Tanrı akıl ihsan etsin!
Hakemin motivasyonu güvendir. Kendine sahip çıkıldığını hissetmesi moralini yükseltir. Önemsenmek hoşuna gider.
Ama gelin görün ki, tarihin en yeteneksiz MHK’si işi yine eline yüzüne bulaştırdı. Üstelik camiada ciddi bir inanç erozyonu yaşanırken.
İşte son örnek.
Üst klasman hakemlerin 14 günlük semineri pazartesi başlayacak. Yaklaşık 115 hakem aynı gün İstanbul Silivri’deki otelde kampa girecek. Ve o sabah saat 8.30’da Burhan Felek atletizm sahasında atletik teste katılacaklar.

Üç kuruş için
Bu insanların yarıdan fazlası İstanbul dışından gelecek. Ya sabahın köründe uçaktan, otobüsten inip yorgun argın koşacaklar. Ya da bir gün önceden İstanbul’a ulaşıp dinlenecek, ertesi sabah da piste çıkacaklar.
Mantıklısı ikincisi.
Peki ya MHK’nin tavrı.
“Bir gün önceden gelirseniz otel parasını siz verirsiniz. Biz ödemeyiz!”
Rezalete bakar mısınız?
Zaten iki hafta boyunca insanları işinden gücünden alıkoymuşsunuz.
Bir de üç kuruş için sefil edeceksiniz.
Kimin fikridir, neye hizmet ettiklerini sanırlar bilinmez ama, bu detay bile Sarvan MHK’sinin kapasitesini anlamaya yeter.
Atletik testi salı yapmayı düşünemeyenlere Tanrı akıl fikir ihsan etsin!


Düşlerimiz gerçek olsa...
“Pekin olimpiyatında on beş madalya hedefliyoruz”.
Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay, kuşkusuz gönlünden geçenleri söylüyor.
5.5 yıllık görev süresi içinde “İşte bu benim eserimdir” diyeceği noktada doğru işler yaptığını göstermek istiyor.
Ancak gerçekler maalesef Atalay’ın düşlerinden farklı.
Sağdan sayıyorum yedi, soldan sayıyorum dokuz. Bir türlü Atalay’ın 15 madalyasına ulaşamıyorum. 2004 Atina Olimpiyatı’ndaki üç altın, üç gümüş, dört bronz madalyayı aşamıyorum.
Halter diyorum, Taner Sağır ve Sibel Şimşek.
Güreşte Ramazan Şahin, Nazmi Avluca, Şeref Eroğlu ve Aydın Polatçı.
Tekvandoda Azize ve Bahri Tanrıkulu.
Atletizmde ise Elvan Abeylegesse.
Hadi çok büyük sürprizler olsun, atılıcıkta Yusuf Dikeç, atletizmde Selim Bayrak ve Melis Mey’i de listeye ekleyelim istiyorum.
Ama yine on beşe ulaşamıyorum.
Atalay haksız, biz haklı çıktık derdinde değilim.
Son dört yılda sporun siyasallaşmasının, kadrolaşmanın ve alt yapıya gerekli yatırımların yapılmamasının bedelinin nasıl ödendiğini görmekten endişe ediyorum.
Eğer siz bu olimpiyatta 2004 yılının gerisinde kalırsanız, politikalarınızda ve tercihlerinizde sorgulanması gereken yanlışlar var demektir.
Yoksa Pekin dönüşü yapılması gereken İstanbul’daki şehir turu şovundan niye rahatsızlık duyalım ki!