Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören’e yapılan çirkin saldırı cezalandırıldı, Antalyaspor’un sahası kapandı.
Bazıları cezayı ağır bulabilir. Peki, eylem saha içinde teknik direktöre, futbolcuya veya hakeme karşı olsaydı?
Ya da o şişe hedefini şaşırıp, yan koltukta oturan Adalet Bakanı’na isabet etseydi?
Basit bir para cezasıyla geçiştirilebilir miydi? Asla.
Futbolu kirletenler ve kirliliğe önlem almayanlar yaptırımına katlanacak.
Tabii, oyunu yönetenler de.
Bugün Demirören’e, yarın Aziz Yıldırım’a, öteki gün İlhan Cavcav’a...
Ya da Fenerbahçe, Galatasaray veya Trabzonspor’a.
İşte fırsat, buyrun kullanın.
* * *
Adına ne derseniz deyin. Suç, ihmal, görmezden gelme vs...
Takımları ve ligdeki konumlarını da bir kenara bırakın. Skandalın bir veya birden çok sorumlusu olduğu kesin. Ancak kimseden çıt çıkmıyor.
Geçen sezon oynanan Trabzonspor- Beşiktaş maçında saptanan talimatlara aykırı hareketin adresi bir türlü bulunamıyor.
Beşiktaş cephesi sus pus. Trabzonspor üç gün sonra kerhen açıklama yapıyor. Federasyon “Soruşturuyoruz” diyor. Olayın muhataplarından dönemin Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy’a ulaşılamıyor!
İsyan eden bir küçük grup var. Ulusoy’un yönetiminde görev yapan bazı üyeler “Bizim önümüze gelmedi. Gelseydi gereğini yapmamıza hiç bir makam engel olamazdı” diyorlar.
Hatayı, Bilgi İşlem Ünitesi tespit ediyor. Bir memur bunu gizleyemez. O zaman birileri, bir üst makam mı, konuyla ilgili yönetim kurulu üyesi mi, icranın başındaki insan mı bilinmez, skandalı hasır altı etti demektir.
Federasyonun görevi çok açık. Sorumlusu kimse bulup ortaya çıkarmak ve kamuoyuna açıklamak. Güven, adalet kavramı, kurumsallık bunu gerektirir.
Aksi takdirde kulağa hoş gelen söylemler havada kalır ki, yazık olur!
* * *
Bank Asya ve İkinci Lig’de heyecan başlıyor.
Perde arkasında ise fırtınalar kopuyor. Futbolcuya, teknik adama, bahçıvana, ahçıya borcu olan kulüpler panik içinde.
Federasyonun “futbol ailesine borç varsa lisans yok” şeklindeki tutumu sonrası kimler devreye girmiyor ki?..
Bakanlar, vekiller, parti teşkilatları ricacı oluyor işi halletmek için.
“Geçmişte federasyon lisans çıkarıyordu. Bari çek yazalım. Bu seferlik affedin” diyen onlarca kulüp başkanı sırada.
FIFA ve UEFA nasıl taviz vermiyorsa, bu konuda Futbol Federasyonu da vermemeli.
Kulüpleri sağlıklı bir mali yapıya kavuşturmak için canlar yanabilir, ama bu şart.
Belki şimdiden bazıları “Nereden oy verdik bunlara, elimiz kırılsaydı” diye pişmanlık duyuyor olabilir.
Muhtemelen de öyledir.
Yarın maça çıkamayan takım görürseniz şaşırmayın.
Umarım biz de ayrıcalık yapıldığını görüp şaşırmayız!
Gazeteci Atalay ne yapardı?Pekin Olimpiyatı’ndan sonra başarısızlığın mimarları sorgulanmaya başlandı.
Doğal olarak gözler önce Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay’ın üzerine çevrildi.
Atalay olimpiyat öncesi eliyle “beş, beş, beş” yaparken ülke olarak 15 sıra birden düşeceğimizi aklının ucundan bile geçirmemişti belli ki.
Ya yanlış bilgilendirip yönlendirilmiş, ya da gerçekleri görmezden gelmişti.
Ancak şunu net bir şekilde ifade edebiliriz; Atalay bu sınavı geçememiştir. Türk sporu uluslararası arenada gerilemiş, çağın teknolojisine ve bilimselliğe ayak uyduramamış, politik tercihlerde seçtirilen federasyon başkanları sonun başlangıcı olmuştur.
Hal böyle iken genel müdürün konuyu farklı yerlere çekmeye çalışması gerçekten düşündürücüdür.
Sanki Pekin’in hesabı sporun patronuna değil, Vakıflar Genel Müdürü’ne sorulacaktı!
Atalay meslektaşımızdır. Yani gazeteci. Beş yılı aşkın süredir masanın diğer tarafında oturması, olaylara bakışını değiştirmiş olabilir.
Genel Müdür biraz duygudaşlık yapıp, olup biteni objektif gözle değerlendirebilse, eminim eleştirilere bu kadar tahammülsüz davranmazdı.
Şimdi Atalay’ın yöneticiliği bırakıp gazeteci olarak kağıdı kalemi eline aldığını varsayalım. Pekin olimpiyatındaki Türk sporcuların performansını beğenir miydi acaba?
15 madalya sözü veren bir genel müdürü, konuşunca mangalda kül bırakmayan federasyon başkanını, olimpiyat köyüne giremeyen yöneticiyi, podyumda sıfır çeken halterciyi, mindere yapışan güreşçiyi övebilir miydi? (Hoş bunu yapan arkadaşlarımız da var ya!)
Atina’dan Pekin’e uzanan sürecin boş yere harcandığına bakıp üzülmez miydi?
Beceriksiz spor yöneticilerini ve federasyon başkanlarını alkışlayabilir miydi?
“Aslında onların suçu yok. Sorumlu Büyükşehir Belediyeleridir” diyebilir miydi?
Diyemezdi!
Hatalardan ders çıkarmak, insanlara yeni yaşamlarında doğru bir yol haritası çizebilir.
Yeter ki, dürüstçe vicdan muhasebesi yapılabilsinler!
Avcı hikayelerine devam1 Eylül Pazartesi günü önemli bir gün.
Neden?
Çünkü “av yasağı” kalkıyor.
Öyleyse biz de “avcı hikayelerine” devam edelim.
Merkez Hakem Kurulu’nun aykırı üyesi Osman Avcı, MHK ve Gözlemci Temsilciler Kurulu’nun ilk kez birlikte düzenlediği toplantıda söz alıp konuşmak ister.
Amacı, sevip kolladığı bir hakemin derbi maçında aldığı 6.9 (başarısız) notu ve gözlemcisini eleştirmektir.
“FIFA kokartlı bir hakemin 6.9 almasını içime sindiremiyorum” der.
Bu sözler üzerine GTK Başkanı Kemal Dinçer dayanamaz ve patlar; “Sindireceksiniz Osman bey sindireceksiniz. Siz 6.9’u, biz de bu notu alan hakemin üç hafta sonra maça gitmesini sindireceğiz”.
Avcı kızarır, susar ve yerine oturur. İçinden “Nasıl olsa sezon başında bu Dinçer görevden alınır” diye geçirir.
Sezon başlar. Avcı da oradadır, Dinçer de!