Turkcell’i ben sadece eşe dosta hesaplı yoldan ulaşmamı sağlayan, reklamlarında sarı antenli şirin veletlerin yer aldığı bir şirket olarak bilirdim!..
Bir de futbol ile basketbola arka çıkıp sporun en popüler olanıyla profeyonelce “alış/veriş” içinde bir şirket.
Bu kadarına “sporseverlik” diyemezdim elbet.
Fakat o da ne!..
Haberi duydum; ağzımdan çıkan iki kelime:
“Yok canım”!
Turkcell 14 milyon atletizme, 14 milyon yüzmeye, toplam 28 milyon yatırım yapıyormuş, devletin katkısıyla rakam 56 milyon liraya ulaşıyormuş.
Büyük kulüplerin sezonluk tribün gelirine denk. Ürün satışlarının iki katı.
***
Turkcell aynı parayı basıp üç büyüklere birer yabancı yıldız alsa, takdir ve tebriklerden hatları kilitlenir hizmet veremezdi, ama buram buram spor kokan böyle bir işe girişti.
Yüzme ve atletizm artık kapsama alanına giriyormuş. 200 bin sporcuyu 2020’ya hazırlamayı planlıyormuş.
Spor tarihimizde “amatörlere” yapılan en büyük sponsor katkısı “şaşırmayı” hak etmiyor mu?
Alkışı?..
Bence, 2020 olimpiyatının kendisi kadar önemli spora bu “özel sektör bakışı”.
Neden mi?
***
Hepimiz biliyoruz ki, Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip 75 milyonluk bu ülkenin gençleri -ki, 30 yaşına ulaşmamış 30 milyon kişiden bahsediyoruz- ne beceriksiz, ne çelimsiz ne de yeteneksiz...
Hepsi cin gibi.
Ve yüreklerinde tükenmez bir enerji...
Peki neden yıllarca nal topladık sporda?..
Neden güreşle avunduk, halterle günü kurtardık, cümbür cemaat futbola seyirci olduk?
Tıpkı İbrahim Tatlıses’in “Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık” kinayesi gibi, imkan var mıydı ki küresel ölçekte sporcular yetişsin, zengin ve ünlü olarak arkasındaki nesilleri sürüklesin?
***
Gelişmeye çalışıyorduk, mazeretimiz vardı. Spor ya kendi parasını kazanacaktı, ya da parası kadar sporcusu, başarısı olacaktı.
Artık iyice anladık.
Her şeyden çok istediğimiz olimpiyatı alırız, ama olimpiyatta şeref kürsülerine uzaktan bakarız böyle girişimler olmasa.
Bina kolay insan zor. En zoru elit insan...
Hele olimpiyatın iki ana sporu atletizm ve yüzmede...
Parasız olmuyordu açıkçası.
Sporsor dediğiniz de “sosyal sorumluluk” parantezinde bile olsa yatırdığının karşılığını görmek için futbolu; olmadı basketbolu tercih ediyordu.
***
İşte bunun için “tarihi olay” Turkcell’in atletizm ve yüzmeyi kucaklaması.
Eyyam, kayırma değil... Hakkını teslim etmek meselesi.
Bir meslek boyu Anadolu’nun her köşesinde göz göre göre kaybolup gitmesini izlediğim, koşu ayakkabıları antrenmandan sonra dolaba kilitlenen, susuz havuzların yanında kültür fizikle antrenman yapan, kayaksız kayakçılardan, eldivensiz boksörlerden, oksuz okçulardan oluşan, salonsuz, çatısız, formasız, binlerce genç yetenek anısına söylüyorum; bu bir milattır.
Örnek olacaktır. Olmalıdır.
Sportif sponsorluklarda “harcanan para ile kazanılan itibar” kesirlerini “bayağı” olmaktan çıkarıp pay ile paydayı yerinden oynatacaktır.
Bu yüzden övgüye layıktır.
Fatih Terim’i isteyenler
Bir televizyon röportajında Abdurrahim Albayrak’a soruyorlar:
“Fatih Hocam’a İnter’den Milan’dan teklif varmış, siz de İtalya’ya gidecek misiniz yoksa”?
Espriye aynı şekilde cevap veriyor Albayrak;
“Hocamla her yere giderim”...
Ve ağzından kaçan “ciddi” bir cümle:
“Hocamın peşinde koşanlar sadece İnter ve Milan değil”!
Diyorum ya; İspanya Fatih Hoca’nın cebinde...
Ya gider...
Ya da kalır, ama kendisine karşı çok daha özenli bir ortamda. “Personel üstü” yani!
Şeref tribününün şerefi
Bunu da gördük. Şeref tribününden inen demir coplu adamlar seyirciyi dövdü ve coplarındaki kanları silip yerine döndü!
Kim bunlar?
SAS komandoları mı?
Nokta atışı operasyona mı çıktılar.
Hücum emrini kimden aldılar.
Şimdilik meçhul... Kıran’ın istifasından sonra aydınlanır umarız...
Ortada olan tek şey, Beşiktaş Şeref Tribünü’nün şerefini iki paralık ettiler.
Başkan Fikret Orman’a iyi umreler...