Tezat ve kara mizahın tam kıvamında harmanlandığı bir özeleştiridir “bizde hiçbir başarı cezasız kalmaz” cümlesi.
Çok kullanılır, çünkü rutin bir uygulamadır.Hele futbol gibi üsttekini paçasından çekerek yükselmek geleneğine sahip Dolar ve Euro dünyasındaki kurtlar sofrasında…
Ve yeşil saha ile sınırlı değildir.
Bakın, TFF yeni bir başkan edindi. Başkan Mehmet Büyükekşi’nin ilk direktifi tüm federasyon kurullarından istifasını istemekti.
Aslında haklıydı… MHK, Tahkim, Ceza ve Gözlemciler kurulu gibi hatalar yapmış, güven yitirmiş, yıpranmış kurulları yenilemek, makul ve mantıklıydı. Sonuçta, o kurullara verilen notlar etkiliyordu futbolun huzuru ile TFF’nin ağırlıklı puanını.
Lakin, sorun çıkarmadan maçını izleyen adamın da nasiplendiği “tribüne ceza” gibi toplu infazda “kurunun” yanında yanan “yaş” da vardı.
Mesela, TFF Engelliler Koordinasyon Kurulu.
Seçim ve yeni yönetim umalım ki, arınma, beyaz bir sayfa açma fırsatı olsun Galatasaray’a…Mümkün mü?.. Çok zor!
Çünkü ağır sorunlar var dünden bugüne… Pek çok yanlış iliklenmiş düğmeler, maddi manevi harcanmış değerler, aynı çatı altında birbirlerine düşman insanlar var. Sadece taraftarın odaklandığı ve kulübü sırtlayan futbol yok!..
Hem de çok uzun zamandır.
Mesela, bir sezonu bile tamamlayamadan erken emekli edilen “tek kullanımlık” başkanla geldi bu seçime Galatasaray…
Kendisiyle birlikte efsane teknik direktörü Fatih Terim’e yazık ederek ve bir başkan ile bir hocanın hiç görülmemiş atışmalarını sergileyerek üstelik.
“Terim’i göndermekte geç kaldım” diyen başkana “velini getir” yanıtı Galatasaray başkanlık makamını zedelemedi mi?
Kaybedilmiş sezonun ardından yenisi gelirken sahadan, takımdan elini eteğini çekip seçim tarihini belirlemeye uğraştı kadim kulüp.Ardından başkan adayları ortaya çıktı… O bile birkaç keskin virajlı!
Işıl ışıldı Stefan Kuntz’un gözleri... Belli ki, “duraklama ile gerileme devri arasında bekleme yapan” A Milli Takımımızı uçuracak formülü bulmuş, bizlerle paylaşmak üzereydi.
Ve çok dayanamadı, basın toplantısının başında güm diye koydu önümüze:
“Milli Takıma yogayı getiriyoruz”!..
Hurraaa!..
Ya... İşte bize böyle süper projelerle gelin. Berrak zihinler esnek bedenler vaat edin. Geleceğe yatırım budur. Bravo Kuntz. Helal olsun Hamit Altıntop. Milat olur milat!
Senelerdir “Bizde ne eksik de un/şeker/yağ varken ağzımızın tadı yok” diye kafa patlatıyorduk; hiç aklımıza gelmemişti yoganın icat edildiği coğrafyanın futboluna bakıp feyz almak. Hindistan Milli Takımı niye buldozer gibi sanıyorsunuz? Çünkü her çocuk yogaya doğuyor, her genç az veya çok yogi oluyor oralarda...
Bizde yoga, müstehcen ihbarı yapılıp yasaklanmazsa hanımefendilerin terapisi sayılıyor. Biraz uğraştılar ama görev tanımlarını zorlama pahasına çareyi şıp diye buldu
Jorge Jesus’un Fenerbahçe hocası olması dört sezondur hayal kırıklığı yaşamış ve yaşatmış bir Başkan’ın “arınma” girişimi veya şampiyonluk için çıta yükseltme hamlesi değildir sadece...
Tarihi bir kavşakta yol tercihidir.
Süper Lig’in her sezonunu kocaman bir adım kabul edersek, bazen güçlü bazen sarsak, bazen yoluna kurulan tuzaklardan, sıkılan kurşunlardan kurtularak gelmiş, bir sapakta yolunu seçmiştir Fenerbahçe.
Seçilen “paralı yoldur”!.. Hem de euro bazında...
Kimisi “devrim” diyebilir buna…
Ki, onlar da haklıdır.
Rakiplerinin hayal bile edemeyeceği şekilde, takımı alınabilecek en iyi teknik direktör ve onun alınabilecek en iyi futbolcu tercihleriyle donatmak, elbette futbol denilen “çok bilinmezli” denklemi çözmek değildir ama yarışı asimetrik hale getirip başarı şansını tavana vurdurmaktır.
Yeni sezonda Fenerbahçe’nin başına hangi hocanın geleceği ve sahaya hangi “özel” isimleri süreceği kadar önemlidir 1/3 futbol yılında takımı paketleyip, yıpratmadan, düşürmeden, kırmadan, kaybetmeden, adrese tertemiz teslim etmek.
Hem de üzerinde Sarı-Lacivert kocaman bir “Avrupa” kurdelesiyle…
Fenerbahçe’de ümitsiz sanılan operasyon başarılmış, son nokta Malatya deplasmanında konmuştur sezon itibarıyla.Söylemek boyun borcu; Kartal’a “ara dönem” dediler, dört senedeki tek “ana dönem” onunkiydi!
***
Sonuca bakmayın; Malatya’daki maçın ilk yarısı asimetrik başladı, devre bitmeden dramatik hale geldi. Hiç de ligin son maçı gibi oynanamayan mücadele dolu karşılaşmanın yarısında kaleciler Abdulsamet ve Altay başroldeydi.
Yirmi dakika her bakımdan üstün, rakibini ceza sahasına hapsetmiş Fenerbahçe’nin gole kadar dört pozisyonu ve bir de VAR’dan dönen golü vardı ve bu arada Barış’ın kırmızı kartıyla ev sahibi 10 kişi kalmıştı.
Ancak, Malatyaspor ilginç bir motivasyonun, Fenerbahçe ilginç bir rehavetin büyüsüne girdi ilerleyen dakikalarda. Hele Fenerbahçe savunması… Devre biterken Altay olmasa, soyunma odasına mağlup giderdi Kim’siz, Szalai’siz Fenerbahçe.
Baba Hakkı’dan Süleyman Seba’ya kadar yaşım yeten tüm Beşiktaş efsanelerini tanıma onuruna ulaşmış, Ahmet Nur Çebi’yi dikkatle izleyen bir kalem emekçisi olarak açıkça söylemeliyim ki, Beşiktaş ipek zıbınla doğmuş bir kulüptür.
Kartal’ın en ağır yükünü sırtlayan, cüzdanıyla birlikte boylu boyunca taşın altına yatan Beşiktaşlıların, yani başkanların kumaşı zariftir ama ok işlemez. Beşiktaş’ın zenginliği insan unsurundan gelir. (istisnalar kaideyi bozmaz)
Ve açık söyleyeyim Ahmet Nur Çebi, o neslin devamıdır. Eğmeden/bükmeden; sanki “ikinci” Süleyman Seba’dır kendisi. Kadife kındaki keskin kılıçtır. Her daim ölçü ve hesap vaat eder. Gücü sesinin desibelinde değil dile getirdiklerinin doğruluğundadır. Umarım Beşiktaşlılar Süleyman Ağabey’e reva gördükleri vicdansızlıkla yollamazlar onu da sonunda.
Bakın… Baba Hakkı ile ilk masaya oturduğumda torunu yaşındaydım ve asker arkadaşı gibi saygı sevgi gördüm. Eğlendim. Hatta yan masadakiler bile bize transfer oldu keyfe katılmak için. O ciddi adamın yüreğindeki çocuğu gördüm.
Süleyman Ağabey’i ilk olarak rahmetli Namık Sevik’in Milliyet’teki odasına girmeden kapıda durup önünü iliklerken hatırlarım. Efsane olurken tevazuundan asla ıskonto yapmıyordu. Elbette Namık dayım yerinden fırlayıp kucaklamıştı onu. Hani moda ya; gözlerinden belliydi birbirlerini ne kadar sevip saydıkları.
Yıllar sonra, Spor Yazarları Derneği töreninde ödülümü almak için podyuma ulaşmaya çalışıyordum ve yolum Süleyman Abi ile Haluk Ulusoy’un oturduğu masanın önünden geçiyordu.
Hadi Haluk bey yaşça küçüğüm; Süleyman Ağabey de yine aynı kronik saygısıyla ayağa kalkıp yolu açmaya çalışmaz mı!.. Gözlerim dolu çıktım ödül törenine.
Hani, “her eve lazım” denilen şeyler vardır ya… İsmail Kartal da onlardan biri! Her kulübe lazım bir İsmail Kartal.
Fenerbahçe son düzlükte nal toplarken geldi. Ön guruptakilerin hepsini geçti, uzak ara olana yetişemedi, o kadar. Yeterli mesafe yoktu çünkü. Oyuncu kalabalığını takım yapmakla kalmadı, Başkan’ı bile kurtardı tribünlerin “istifa” talebinden.
Şimdi şapkasını alıp giderek yolu açacağı günü sayıyor… Heves te düşüyor tabi. Kapalı gişe maçta Kadıköy’den gitti bile. Malatya’dan doğru evine! Arkasında aralık bir Şampiyonlar Ligi kapısı bıraktı. Olanca sessiz, sakin, çelebiliği ile.
Neden?.. “Büyük projede ona yer yok”!..
Bu alemde kimi yol verilmiş hocalar tazminat için adliyeyi arşınlarken, kimi beceriksiz başkanlar Bizans oyunlarıyla koltukta oturmaya uğraşırken, ibretlik bir hikayedir Kartal’ınki.
Neye yarar ki, bir hafta sonra yeniden kurulacak masa!
Yeni hoca, bol transfer… Sakın ama sakın “zamana ihtiyaç var” gibi bir cümle kurmasınlar o sırada.
Tüm derbi ezberleri dışında, tribünden sahaya kadar sertlik içinde, ilk dokuz dakikaya bir gol, bir kaçan penaltı, iki pozisyon sığacak süratte, kartlar havada uçuşan, hedefe kilitlenmiş gözü kara kamikazelerin maçıydı derbi.
Oyunsuz, kalitesiz, ama dehşetli bir mücadele… Çünkü, kısıtlı malzemeyle zorlu koşullara “direnç” göstererek yaşamını sürdürmeye çalışan ekran fenomenlerinin belgeselleri gibiydi her iki teknik adam açısından…
Beşiktaş ve Fenerbahçe takımına gelince… İki büyük marka yarıştaydı ama arka lastikler patlaktı, tek çare motoru zorlamaktı.
Eksikler de öyle az buz değildi. Her biri deve dişi gibi adamlardı… Beşiktaş’ın Montera, Vida, Rossier’i, Fenerbahçe’nin Arda, Serdar, Crespo ve Kim’i sahada olmayınca maç tam anlamıyla bir bilinmeze sürüklenmişti.
Zaten oynaması zor 3’lü defans formatındaki eksikler ve Beşiktaş’ın geride boşluk bırakma alışkanlığı ile Valerien Ismael’in işi bir tık daha zordu. Bir yandan Rossi’yi durdurmak, Zajc’ı kilitlemek, öte taraftan Batshuayi-Larin baskısıyla rakibin zayıflamış defansını hataya zorlamak ve bu arada güçlü Fenerbahçe orta sahasına üstün gelmek kolay değildi.
Kestirmeden gitti Beşiktaş. Tora… Tora… Tora…
Topu kap, direkt git pozisyon yarat.