Hakan Şükür’ün Ankara açıklamalarından yola çıkıp bir öykü yazsam, Başbakanlık ve Çankaya’daki diyalogları şöyle kurgulamam lazım:
- Sayın Cumhurbaşkanı’m, siz Dışişleri Bakanlığı da yaptınız. Dünya’yı tanırsınız. Beni Kanada’dan, Dubai’den falan istiyorlar. Hangisine gideyim?
- Valla Hakan, Kanada biraz serin ama mis gibi ülke. Dubai de sıcak ama para gani. Gelir vergisi yok gibi. İyi biriktirirsin.
-Sayın Başbakan’ım, çok baskı var bıraksam mı acaba futbolu?
-Çakı gibisin Hakan... Maçın ikinci yarısında kramp falan girmiyorsa devam. Bir de sabahları iki kaşık bala yarım limon sık, aç karnına iç. Ben iki tane doksan dakika oynardım bu limonlu balla.
-Yaaa sizlere minnettarım, çok yardımcı oldunuz valla!
* * *
Böyle mi acaba?
Peki bu kadarsa, ne lüzum var randevulara falan.
Özel kalem’e açar telefonu, “Bi şey soracağım sayın büyüğüme” der... Geri döndüklerinde sorar aynı soruları.
“Kanada’ya giderken yanıma mont mu alayım, balın üzerine yatak limon mu sıkayım?”.
Hem, saniyesi kıymetli makamların Türkiye için harcayacakları mesaiyi kişisel meseleleriyle daha az meşgul etmiş olur, hem de “nefret ettiği” siyasi spekülasyonlara fırsat vermez.
Öyle olmuyor...
Siyah arabalar, koyu renk takımlar, kameralar, objektifler.. Bir Çankaya, bir Başbakanlık...
Demek ortada bir “mesaj” var!
Bize... Kamuoyuna...
* * *
İşte en vahim durum!
Çünkü mesaj manyağı olmuş sevgili kamuoyum. Hiçbir mesaj şifa vermiyor; Cağaloğlu Hamamı’ndaki tellağın eklem kıran masajı gibi sakatlıyor halkımızı.
Doğrusu- yanlışı karışık/ sebebi- niyeti çapraşık/ kaynağı- hedefi meçhul bir bombardıman altındayız.
Çözümleyen yok, anlayan yok, dinleyen yok... Lakin birbirini gizlice dinleyen çok.
Bir de Ankara’nın Hakan Şükür mesajları...
Var mı manasını anlayanı?
Bakın size bir analiz aktarayım:
“Sayın Cumhurbaşkanı ve sayın Başbakan, Hakan Şükür’e büyük vefasızlık yapan Galatasaray kulübüne ders vermek için” kabul etmiş bu pivot santrfor toplantılarını!..
Ne kadar romantik, ne kadar içten...
Lakin bir yandan da iki devlet adamının siyasi zekasına hakaret. Ormanla değil ağaçların yapraklarıyla uğraştıklarına işaret.
Madem öyle İbrahim Üzülmez’le İbrahim Toraman’ı da barıştırıversinler millet memleket menfaatine.
Aurelio’yu çağırıp “gitme” desinler.
Onlar da bizim insanımız, bizim kulüplerimiz değil mi?
* * *
Ya “yıldız” futbolcumuz açısından?..
Hakan Şükür’ü de resmen çocuk yerine koymak.
“Ağabeylerim, şunlara bi şey söyleyin yaaa” mı dedi Şükür?
Veya “Kanada nasıl bir yer” diye sormaya mı çıktı Çankaya’ya?..
Benim roman kurgumda olur ama... Doğruysa felaket, yanlışsa “turkuaz” renk.
Tatsız, tuzsuz, ruhsuz turkuaz gibi “işin aslını” örtmek.
Peki nedir gerçek?
Onu Hakan Şükür’ün yaşamındaki yakın tercihleri gösterecek.
Babasının tespiti ile “inançları yüzünden haksızlığa uğrayan” Şükür, pes edecek değil ya.
Şurası gerçek; Hakan Şükür gibi futbolcu gelmedi, gelmeyecek. Hem futbolda hem siyasette yıllardır oynadı, gol attı, kazandı. Doymadı.
“Misyon” adamı.