Hayatımın en “büyük” ve en “güzel” hatasını yapmışım geçen hafta!
Derbi öncesi “Kutlu Doğum”a atıfta bulunan Hakan Şükür’ü “tarikatçı” sanmışım.
Atatürkçü ve laik olduğunu açıkladı; zerre kadar utanmadım.
Sevindim.
Kutlarım.
Yalnız “Takımımızın kritik dönemecinde, camiamızın yıpratılmaması adına susmayı tercih ettim” cümlesini anlamadım.
“Atatürkçü ve laik” olduğunu açıklarsa mı yıpratılacaktı camia?
Yoksa başka söyleyecekleri var da vaz mı geçti?
Camia yıllardır yıpranacağı kadar yıprandı zaten.
Son dönem... Hakan Şükür’ün derbi açıklamasıyla bir daha...
Türkiye çalkalanırken kulağının üzerine yatıp “mesajın yerli yerine ulaşmasını” beklerken, bir hafta daha.
Galatasaray Yönetim kurulu “dinciler ve laikler” diye olmasa da “futbolikler-laikler” şeklinde ikiye ayrıldı.
Gündem alt üst oldu.
Medya birbirine girdi.
Galatasaray Derneği, Anıtkabir’e çıktı. Koskoca adamlar, çoğu İstanbul’dan kalktı Ata’nın huzuruna gitti.
Neden?..
“Bizim takımın kaptanı ile aynı fikirde değiliz” demek için.
Onlar da uyanamamış Hakan’ın “Atatürkçü Laik”liğine!
Galatasaray Lisesi Mezunları Derneği Başkanı sanatçı Candan Erçetin, Anıtkabir özel defterine “Her ahval ve şerait içinde vazifemizin bilincinde olarak bize çizdiğin laik ve çağdaş yoldan asla ayrılmayacağımız gibi, gaflet, delalet ve hıyanet içinde bulunma cüretini gösterenler karşısında ilke ve devrimlerinin her daim bekçisi olarak bizi bulacaklardır” diye yazdı.
Kime?.. Bana mı?
Tabi reaksiyonun reaksiyonu da vardı.
Kimleri Hakan Şükür’ü korumak için kalem oynattı, dilinin yettiği aklının erdiği kadar demagoji yaptı, dostuna destek çıktı. Bana kadar uzanan tehditlere kalktı kimileri.
Kim başlattı bu provokasyonu?
Bakın bir vaka anlatayım, kimlerin ekmeğine yağ sürüldüğünü anlayın:
Derbi haftası Norveç ve Danimarkalı üç gazeteci benden randevu almaya çalıştılar?
Sordum kendilerine, “Niye” diye...
“Derbiyi konuşacağız” dediler.
Derbi Pazar... “İstanbul’a Pazartesi döneceğim” dedim denemek için.
“Bekleriz” dediler.
“Yahu derbi bitmiş oluyor o zaman”!
“Zaten Hakan Şükür ve Gülen Cemaati ilişkileri için konuşmak istiyorduk” diye itiraf ettiler.
Ketenpereye getirecekler akılları sıra.
“Koçum biz jurnalci değil, jurnalist oluyoruz çok şükür” demedik; kibarca ektik tabi.
Hem ne alakası var.
Baksanıza, Hakan Şükür sapına kadar Atatürkçü... İmanına kadar laik.
Bunların hepsi geyik.
Madem ki geyik başladı;
Konuyu Hakan açmasaydı, yaraları kaşımamak için esprisini bile yapmayacaktım ama sırası geldi:
Sivas maçında beşinci golü attıktan sonra Hakan’ın “şükrünü” görmüşsünüzdür tabi. Gökyüzünü işaret etti, duasını mırıldandı, yüzünü sıvazladı.
Ne kadar içten, samimi, doğal ve yerli yerindeydi.
Ve bir o kadar da “futbol ile inançların ayrı yerlerde yaşanması gerektiğinin” belgesiydi.
Neden?
Çünkü gol ofsayt.
Artık “haksız kazanç” mı dersiniz, “tüyü bitmemiş yetim hakkı”ndan mı girersiniz bilemem.
Soruyorum Diyanete; “Ofsayttan atılan golden sonra Allah’a şükretmek caiz midir”?
“Bu hesaba göre yanlış penaltıyla galip gelenler kurban mı kestirmelidir”?
Rakip takımda da Allah’ın sevgili kulları olduğuna göre...
Uzar gider bu mesele.
Anlaşılan, futbol ile bizi baş başa bırakmış Yüce Yaradan.
“Oyun”larımıza o kutsallığı sokmayalım ki, günaha girmeyelim.
Anladın mı sevgili Hakan?
Neyse...
Ben “şiştim” geçen hafta.
Lakin utanmak yerine mutluluk duyuyorum.
Atatürkçü ve laik Hakan’ı yanaklarından öpüyorum.