Ben Beşiktaşlı bir yazar olsaydım, “fermuarı” falan bu kadar takmazdım kafaya...
Mustafa Denizli’yi de bir adım kalan liderliği de koyardım bir kenara...
Yıldız’daki boğucu geceyi polis-adliye muhabirlerine bırakır, Cuma’dan beri Başkan Yıldırım Demirören’i yazardım!..
Tabi Beşiktaş yazarı olduğum için müzmin Demirören muhalifi olmasaydım!
Sahi, bu ne biçim bir hadise? Bir kulübün yazarı eleştirdiği başkanı ağzıyla kuş tutsa bile övemiyor ağız tadıyla. Kendini inkar gibi geliyor “İyi yaptı” demek. Tek çözüm iyileri görmezden gelmek.
Ben beş gün boyunca alkışlardım başkanın “Anadolu açılımını”...
Beşiktaşlı bir yazar olsaydım, İnönü Stadı’nın inşası boyunca “Olimpiyat Stadı’nda kalabalıkların parasına göz dikmek” veya “küçük İstanbul statlarında tribün baskısına tamah etmek” yerine Anadolu insanını kucaklamanın önemini kavrar, bu tarihi kararı ilk sıraya koyar ve herkese anlatmaya çalışırdım:
Krizden kârlı çıkmak budur derdim.
Zorluğu avantaja çevirmek... Gündelik hesapları bırakıp yarını düşünmek budur.
Bir sezonu Anadolu’da geçirecek Beşiktaş, en az İstanbul’daki taraftarları kadar büyük bir kitleye daha sahip olur.
Artık futbolun gelirlerinde kalabalıkların alışverişi birinci kalem olmuşsa, ulusal futbol kulüplerinin öncelikli hedefi Zeynep Kamil Hastanesi kapısında bekleyip yeni doğanları taraftar yapmak yerine keşfedilmemiş Anadolu gençlerine, çocuklarına yakınlaşmaktır.
Hem kendilerine faydası olur, hem de bir sürü genç insan önemsendikleri hissine sahip olur.
Sahiden sahip çıkamıyoruz, “gibi” yapalım bari.
Futbol üzerinden bir tür “müşteri” olmaya bile razıdır oranın gençleri.
Bunun önemini Anadolu’yu gezenler bilir.
Anadolu’yu bilenlerin yüreğini kavuracak, gözlerini yaşartacak bir girişimdir bu.
Yalnız Anadolu adımlanarak bilinir. Turistik gezilerle değil... Hele otel-lokanta-stat-havaalanı ring seferleriyle hiç değil.
Anadolu’nun kentlerindeki futbolseverler sadece İstanbul’u taklit etmektedir. Futbol sevgisi ve taraftarlık “böyle olur” sanırlar. Lakin, kasabalar, köyler, hatta mezralar, futbolu ve büyük kulüpleri sevemeyecek kadar uzak ve ulaşılmaz gören genç kalplerle doludur.
Kimse bu gençlerin ekonomik gücünü küçümsemesin. Bugünün genç kasabalısı, yarının kobi patronu, öbür günün fabrikatörüdür. Hiçbir şey olmasa, büyük kentlerin potansiyel emekçileridir onlar. Bir kere sevdiler mi, ömür boyu sadık kalırlar.
Buralara ilk ulaşan kazanır.
İşte bu zengin insan madenini keşfeden “büyük” olmamıştır bugüne kadar.
Fenerbahçe ucundan azıcık. Gerisinin şampiyon olup Boğaz Köprüsü’ne bayrak asmaktan başka bir derdi yoktur.
Şimdi bir başkan çıkmış, stadı yenilenirken Anadolu’ya çıkmaktan söz ediyor.
Ben Beşiktaşlı yazar olsam, beş gündür bunu yazardım.
Yetmez; gider şahsen kutlardım Yıldırım Demirören’i.
NOT: Fenerbahçeli veya Galatasaraylı olsaydım da yabancı futbolcu tavsiye edip, milyonlarca euro alan teknik direktörler yerine geri dörtlü/orta saha ukalalıklarında bulunacağıma, “Beşiktaş Anadolu’nun kıymetini anladı, siz uyumayın” diye bas bas bağırırdım.