“Devlet, Saadet öğretmeni koruyamadı”!.. Tacizler yüzünden İstanbul’dan Ardahan’a kaçan genç kadını psikopat katili orada da yakaladı ve satırla doğradı.
Kaç kere şikayet etmişti adamı... Adı belli, sanı belli, niyeti belliydi.
Ama yetmedi Devlet’in gücü Saadet’i korumaya.
Saadet ne popülerdi, ne torpilli.
Futbol öyle mi?
Peki, Devlet’in gücü futbolu korumaya yetti mi?..Psikopatların elinden alabildi mi futbolu, hakemi?
Hayır.
Gördünüz her şeyi...
Diyarbakır’da “zorla” sahayı kapattıran “terörün futbol sorumluları”, İstanbul Atatürk Stadı’nı bastı. Yakalasalar kim bilir neler yapacaklardı hakeme, Belediyesporlu futbolculara.
Rivayete göre 1000 polis vardı o maçta. Sahaya girenler, bilemediniz yüz kişiydi. Kalkanlı, coplu polis timleri, kurbanını Diyarbakır’dan İstanbul’a kadar kovalayan futbol psikopatları sahayı fethederken reklam panolarının arkasında cılız itiş-kakışlarla yetindi.
Bakın fotoğraflara; mütecavizler sahayı arşınlıyor, ne önünde, ne arkasında, ne de yanlarında bir tek polis kovalıyor. İki tane sarı gömlekli güvenlik. Birer futbol manyağını tatlı dille ikna etmeye çalışıyor!
“Medeni” ülkelerde ne oluyor?.. Sahaya ayağını basanın ayağı yerden kesiliyor. Özel güvenlik yeterse onunla, yetmezse üç polis tarafından çökertiliyor, kolu bükülüp çimene gömülüyor. Ardından bohçalanıp dışarı.
Bizimkiler, sahayı hallaç pamuğuna çevirdikten sonra şeref tribünü önünde yılbaşı hindisi gibi kabara kabara gezinip tadını çıkarıyor zaferinin. Dışarıda polise taş ata ata gidiyor. Üstelik sokak arası da değil, Olimpiyat Stadı’nın-Atatürk demeye utanıyorum- dümdüz çevresinde.
Bir tanesi doğru dürüst sorgulandı mı bu saldırganların?
Alınıp, “örgüt bağlantısı” var mı, yok mu araştırıldı mı?
Oysa bizim yıllardır yazdığımız, kanaat önderlerimizin yavaş yavaş kavradığı gibi yapılanların futbol taraftarlığı, fanatiklik ve Diyarbakırspor taraftarlığı ile alakası olmadığı kanaati yaygındı.
En ufak şüphede generali gözaltına alan Devlet, terör örgütüyle ilişkisinden şüphelenilen olmasa bile- futbol terörü yaratan, ölümüne saldıran psikopatların aheste adımlarla karşı tribündeki yerlerine geçmesini izledi.
Bir kenara koyun meselenin sosyal/sportif/hassas boyutlarını. Ortada suç var, suçlu var, polis var!.. Polis, eli ayağı titreyen sıradan vatandaşın ehliyet ruhsatını kontrol etmek için mi var?
Ülkedeki akıl karışıklığını ve bazı aptal tribünlerin Diyarbakırspor’u “örgüt” adıyla özdeşleştirmesini mis gibi kullanıyorlar. Futbol mükemmel bir enstrüman oldu bölücü örgüte. İnsanları birbirine düşman etmenin en risksiz, en dikkat çekici yolu... Cezası yok. Etkisi çok.
Al sana teröre karşı futbol politikası.
Neyse, kanaat önderlerimiz olayların “farklı” boyutları olduğunu artık öğrendi. Bundan sonrası; futbol gibi seyirlik ve katı rekabet içeren aktivitelerin genç insanları terörden alıkoyamayacağını, tam tersine düşmanlığı körükleyeceğini ve illaki “teröre karşı spor” deniyorsa atletizm gibi, kayak gibi kitlelere dönük aktif sporların gündeme getirilmesini anlamaları.
Futbol ancak nahif ve amatörlük boyutunda dostluk içermektedir günümüzde. Biraz yükselince, işin içine para, entrika, kumar, acımasızlık, ölümüne rekabet hatta terör örgütü bile girmektedir. Devlet, işin içinde futbol varsa ne yapacağını bilememektedir.
Saadet öğretmen gitti, futbolu kurtarın bari.