Bir sorum var tüm sporseverlere: Basit bir soru; “Şike ile doping arasında ne fark var”?..
Hiç; değil mi?
Yarışta öne geçmek için rakibe “para zerk etmek” ile kendine “ilaç şırıngalamak” aynı mesele.
Hedef tamamen “duygusal”...
Bu arada memleket rezil oluyor.
Her türlü organizasyon tehlikeye giriyor.
İnsanlar spordan tiksiniyor.
Hatta dopingde sadece ahlak değil sağlık da hasar görüyor ekstradan.
Boş ver... Sen paradan haber ver!
***
O zaman...
Halter’den sonra sporun “anası” atletizmdeki doping skandalını bir “köşe dönme eylemi” olarak görebiliriz?
Hem de ne eylem... Resmen toplu ve örgütlü sanki. Neredeyse adını bildiğimiz her atlet “anasını da alıp gitmiş” eczaneye!..
İftihar ediyoruz hepsiyle! Risk almaktan çekinmeyen girişimci ruha sahip akıllı olmasa bile sinsi bir sporcu nesli yetiştirmişiz.
Federasyon başkanı Mehmet Terzi sayının 24 olduğunu söylüyor iftiharla (!) ama 30’lardan bahsediliyor.
Resmen bağımlı gibi çocuklar.
Ortada “ne kadar ödül, o kadar doping” gibi bir denklem var.
***
Atletler “birey” olduğu için acıyoruz bir yandan. Çok üstüne gidemiyoruz.
Ama verdikleri zarar, futbola para dopingi sokan ve zindanlarda yatan kerli ferli adamlardan çok daha büyüktür biline.
Gelelim ekonomik yönüne... Çünkü bu devirde “ekonomik zarar” öne çıkarılmadan bazı vatandaşlara işin vahametini anlatmak mümkün değil!
***
Zaten futbolu şaibeli... Haltercileri, atletleri ve bilmediğimiz daha kim bilir kimleri buğday gagalayan serçe gibi ilaç yutan bir ülkeye olimpiyat verir misiniz siz IOC seçici kurulunda olsanız?
Onu da geçtik.
Daha yeni sevindik; yüzme ile birlikte olimpiyatın ana spor branşı atletizme spor tarihimizde eşi görülmedik yatırım yapan Turkcell’e... Sekiz milyon doları geri çekerse kızar mısınız ona?
Niye para akıtsın bu spora? Daha gelişmiş haplar alsınlar diye mi?
***
Yazık. Çok yazık...
Atletizm Federasyonu başkanı Mehmet Terzi, istifa etmeyeceğini açıklamış.
Yok aslında birbirimizden farkımız.
Ha atletizm ha futbol.
Ha şike ha doping...
Uluslar arası bir emir gelmeden yerimizden kıpırdamayız.
Yanal’ın “farklı” kategorisi
Fenerbahçe teknik direktörlüğüne getirilen Ersun Yanal, yerli hocalarımız arasında “çok farklı” ve “sıra dışı” bir kategorinin ikinci üyesidir artık!
Hangi kategori mi?
“Bizim evladımız” torpili olmadan üç büyüklerin teknik sorumluluğunu alabilen yerli teknik adamlar kategorisi...
***
Birincisi Mustafa Denizli idi.
Lakin o bile “evladı olduğu takımı” şampiyon yaptıktan, böylece kendini bir büyük kulüpte kanıtlayıp yazılı olmayan kuralı kırdıktan sonra “evladı olmadığı” üç büyüklere gidebilmişti.
Mesela “en başarılı” dediğimiz Fatih Terim’in bu kategoride ne sıralaması vardır ne yarışması.
***
Evet... Futbolun eli para gördüğünden beri üç büyüklerin tercihi parası bolsa yabancı, sıkışık bir süreçten geçiyorsa yerli idi.
O da illa ki, “evlat” olacak!
Ancak formasını giymiş, tanınan, bilinen ve taraftarlar tarafından sevilen birine teslim edilebilirdi mühür. Sanki, yerli hoca getirdikleri için taraftar feci bir hayal kırıklığı yaşayacak. Kızgın olacak. “Evladımıza laf söyleyemezler” fikri ile gard alınacak!..
“Pantolon bulamadık gömlek verelim, ama dikkat edin kendi imalatımızdır” gibi...
***
Böyle geçti yıllar. Denizli ile değişti.
Yanal ile perçinlenme ihtimali var.
Önemli midir?
Hem de çok.
İlerde teknik direktörlük denilen meslekte marifet/iltifat denklemini araştıracak olanlar, işin mana ve önemini çok iyi kavrayacaklardır.
***
Ben şimdiden yazayım:
Ersun Yanal da başarılı olursa, kulüplerimizin önünde “bizim evladımız” ön şartı olmayan seçenekler artacak, Mustafa Denizli’nin istisna olmadığı ortaya çıkacak, ayrımcı/bölücü taraftarlık konsepti zayıflayacak, yana yakıla özlediğimiz “Türk ekolü” formatında hayati bir adım atılmış olacaktır.
Tabi Yanal başarılı olursa...
Yöneticileri sokak düzeltir
UEFA’nın cezasına tepki gösteren Fenerbahçe taraftarı, Bağdat Caddesi’nde yürüdü...
Yanlış...
Doğrusu:
“Fenerbahçeliler, Beşiktaş ve Galatasaray taraftarıyla birlikte yürüdü”.
Siz istediğiniz kadar UEFA haklı mı, haksız mı, Fenerbahçe şike yaptı mı yapmadı mı, tartışa durun... Bu gözler “dayanışma/kardeşlik adına” taraftarlık denilen at gözlüklerinin söküp atıldığını gördü ya...
Artık gam yemem.
Yıllarca dil döktük, laptop eskittik taraftarlıktaki “düşmanlık”, yönetici denilen akil adamlar (!) marifetiyle yok edilsin diye...
Avucumuzu yaladık.
Sokaklar, yönetici denilen insanları düzeltecek şimdi.
Anlayan ve kendini uyduran kalır, bıçkın, hırçın, huysuz, uzlaşmaz, egoist olan gider.
Ayıp olmadı mı Aybaba’ya ?
Feda ile iddiayı bir arada sürdürdüğü için adeta cezalandırılıp işine son verilen Samet Aybaba, Medical Park Antalyaspor ile anlaştı ve Beşiktaş’ı bir yıl boyunca Aybaba’ya ödeyeceği paradan kurtardı!...
Az buz değil 1 milyon 860 bin lira.
Ve hukuken anasının ak sütü gibi hakkıydı.
Peki ayıp olmadı mı Samet Aybaba’yı çalışmadan Beşiktaş’ın parasını yiyen adam gibi göstermeye, böylece ona yapılan haksızlığı “haksız kazançla” dengelemeye çalışanlara? Bu ülkede en kötü şey “haksızlığa uğrayan adamın” yaşadıklarıdır. Haksızlık yapılır bitmez. Çünkü haksızlık yapanlar, haksızlık yapılanın ne kadar haksız olduğunu kanıtlamak gibi bir misyon edinirler ve asıl çile başlar. Bakınız; Samet Aybaba’nın başına gelenler!.. Samet Aybaba da, Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’ı mahkemeye vermek zorunda kaldı nitekim.