Yarın göreceğiz bakalım; “travmayı” atlatabilmiş mi çocuklar...
Evet... Milli takımımız, hocalarımız hatta Federasyon’un yeni yönetimi, ağır bir travma yaşamış durumdalar.
Ne travması mı? Ermenistan-Türkiye maçı!
Komşuların kucaklaşması ile doğan ılık atmosfer ortada, ama futbolun kaldıraç yapılması futbola ne kattı / futboldan ne aldı bilemiyoruz hala.
Çünkü anlatacak olanların aklı ermiyor.
Aklı erenler, “zülfü yare” dokunmaktan korkuyor.
Futbolcularımız travmayı atlatmışlar mı, altında mı kalacaklar, beni bu endişelendiriyor.
Yarın belli olacak. Ama zaman geçmek bilmiyor.
İnsan, güle oynaya gidip, aynı şekilde çıkması gereken Kadıköy’deki, Belçika maçından bile huylanıyor.
Üç gün önce balansı bozuldu çünkü takımın.
İnanın Ermenistan deplasmanı, futbol tarihimizin en acayip olayıydı ve Milli Takım’da ne kadar izi kaldı bilinmiyor.
Hatırladıklarımızın ve muhtemelen bundan sonra karşılaşabileceklerimizin en tuhafı, en gergini, en tedirginiydi. Ve en sessizi.
Maçı sıra dışı kılan, her iki taraftaki tepeden inme “özdenetim”di.
Öyle bir özdenetim ki, yenilen üzüntüsünü belli etmedi, yenen sevinemedi.
Kısaca gerektiği gibi yaşanmadı maç.
Bastırılan gerginlik futbolcularımızın sinir sisteminde sıkıştı kaldı.
Neden? Devlet adamları öyle istedi.
Sporun ruhu, komşuluğun faziletleri, diplomasinin zaferi...
Dünyanın en milliyetçi halklarından komşudaki Ermeniler, hiç de dost görmedikleri Türkiye’nin milli takımına futbol sahasında bağırıp çağırmaz mı? En azından Dünya ve Avrupa üçüncüsü takım geliyor, stadı doldurmaz mı?
O bile olmadı.
Gündelik kızgınlıkları, geleneksel kinleri aşan, tepkileri refleksleri donduran keskin ve katıksız bir teyakkuz durumu.
Dönelim bize...
Tuncay ve Semih Galatasaray’a gol attığında mı daha çok sevinmeli, Ay-yıldızlı formayla ilk maçta Ermenistan’a attığı golde mi?
Üstelik bir Dünya Kupası grubunun başlangıcında.
Anelka’dan bile daha “cool” takıldı hem Semih hem Tuncay.
Çünkü ağır baskılar altındalardı.
Işıkları söndürülmüş olsa da “soykırımın” anıtı, iğne gibi yakıyordu belki futbolcularımızın canını. Cumhurbaşkanları kurşun geçirmez camın arkasındaydı. Ermenistan’ın tüm emniyeti stattaydı.
Yazılı olmayan kuralları vardı maçın. Konuşmak yasak. Sevinmek yasak.
Hem bizim futbolculara, hem onlara.
İki gol attık, Dünya Kupası grubuna iyi başladık demeyin sakın.
Ortada bildiği oyunu unutmuş bir Milli Takım vardı. Kimsenin beğenemeyeceği bir Milli Takım.
Neden?
Sırtına yüklenen “tarihi değiştirmek” gibi boyunu aşan görevler yüzünden.
Bakınız, Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, uçaktan iniyor ayağının tozuyla futbolcularımıza gidiyor ve “Normal bir maçta gibi oynayın” diyor.
Yani, o da endişeleniyordu aşırı özenle karışık tuhaf gerilimden.
Normali nasıl olurdu?
Millilerimiz seyircisiz falan giderdi oraya. Hava alanında biraz sinirleri bozulurdu. Maçta tribünler bağırır çağırırdı, ama çatır çatır oynar ve göğsümüzü kabartarak dönerlerdi.
Hiçbiri olmadı.
Dengesi bozuldu Milli Takım’ın.
İçlerinde hapsolmuş bir coşkuyla çıkacaklar yarın.
Bu psikoloji acaba kırbaçlayacak mı futbolcularımızı, frenlemeye devam mı edecek?
Şimdi göreceğiz bakalım travmayı atlatmışlar mı?
Belçika maçına dikkat. Defansı yerleşim hatası yapıyor falan, ama bizim takım hâlâ şokta olabilir.