Bizim meslekte otuz sene dirsek çürütünce, ilk on dakikada çözüyorsun karşındakini.
Hele üç saatlik yemekte... Emin oluyorsun.
Ve zaman geçip de tespitinde yanılmadığını görünce çocuk gibi seviniyorsun. Herkesi bilmem, ama bizim başka “beklentimiz” olmadı, olmayacak bu meslekten. Sadece “doğru tahmin etmişim” sevinci...
Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener konusunda olduğu gibi.
Göreve yeni başladığında bize açmıştı kalbini başkan.
Ben de “Tuttum bu başkanı” diye yazmıştım.
Dün Sanem Altan ile konuşmuş. Yanılmamışım.
“İlk yarının en kötü olayı ‘Yasinlerle çıktık yola Ogünler çok yakında’ pankartıydı” demiş Altan’a...
Şiddet yasası gereği cezai işlem uygulanması gerektiğini belitmiş ve -bu ülke şartları altında- bir federasyon başkanının yapabileceği en büyük eleştiriyi getirmiş:
“Devlet Kurumları tepki göstermedi”!..
Özgener’in bu yaklaşımı, futbola efelikle değil sağlıklı/bütünsel düşünce ve hukukla kol kanat germe isteğinin en belirgin işaretidir.
Yoksa, yılın en kötü olayına “bir milli maç sonucunu, bir hakem hatasını, ekonomik daralmayı” falan örnek verebilir ve “ne şiş yansın ne kebap”la her türlü tepkiden sakınabilirdi.
Verilmeyen penaltıdan bahsetse, sokakta rastlayan kucaklardı.
O ne yaptı?.. Türk Futboluna musallat olmaya çalışan toplumsal sorunumuza parmak bastı. Devlet kurumlarını eleştirmek pahasına.
Anlaşıldı ki, yukarıdan bakabiliyor federasyon futbolumuza. Özgener’e eklenen Arıboğan aklı, futbolumuzun karanlık labirentlerine dalıp “denge” peşinde koşup, eyyam tuzağına düşmüyor.
Yeter mi?..
Hayır.
* * *
Hemen aynı gün Milliyet’teki Cemal Ersen’in Muhittin Boşat ile yaptığı röportaja bakalım.
Nasıl eleştiriyor istifa ettiği kurulun başkanı Kemal Dinçer’i, Boşat ?..
“Biz hakemlik yaparken soyunma odaları kapılarında elini kavuşturmuş şekilde bekleyen sayın Dinçer’in bugün kendini o insanların amiri gibi görmesi ve bu yakıştırmaları yapması bir ezikliğin göstergesidir”!
Bizdeki futbolun fikriyatı, malzemesi ve elemanları işte bu şekildedir.
Ülkenin en üst düzey hakemi olsa da fark etmemektedir maalesef... Ne görev tanımı vardır, ne görevin hakkını verme kavramı, ne saygı ne zarafet. Hatta “adalet”...
Her yol ayrımı kişisel tartışmayla sonlanır. Sokaktaki adamın, kızdığı özürlüye “Ulan topal” diye sayıp sövmesi gibi futbolun elitleri de “çıkarına çomak sokanı” yerin dibine sokmak için her şeyi kullanmaktadır.
“Allah’ın basketbolcusu, menajeri”!..
Suç mu işledi Kemal Dinçer?.. Basket oynamışsa, menajerlik yapmışsa, dürüst, namuslu ve zeki olduğu için Gözlemciler Kurulu’nun başına getirilmişse, orada kendi prensiplerine göre faaliyet göstermişse suç mu?
Adam kayırıyorsa, avanta alıyorsa söyle...
Daha önce farklı spor dalındaysa sana ne? Başarılıymış, siz birbirinizi yerken hepinizi atlamış işte.
Hakemlere laf söylememeye çalışıyorum, ama mesleği bırakan her hakemin ruhuna hapsettiği kin, nefret ve megalomani ortaya çıktıkça endişeleniyorum. En ciddisi şaklabanlık yapıyor, en ketumu ağız ishali oluyor, en adili en zalim oluyor.
Bugün çok sevdiğimiz faal hakemler de mi öyle acaba? Böylesine bastırılmış duygularla mı çıkıyorlar sahaya?
Uzatmayayım; Mahmut Özgener’in vizyonu, Lutfi Arıboğan’ın karizması iyi hoş ama bu kadar çivisi çıkmış camiaya biraz daha fazlası lazım.
Her konuda... Otorite, şiddet, adalet,hakem vs...
Yapsınlar, destek olalım.