Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Köy kahvesindeki Hasan Emmi “futbol ve memleket” ilişkileri üzerine monolog yapmadı. On yıllık hakemliğinin son üç yılını Süper Lig’de icra eden, Beşiktaş’ın 100. yıl maçını yöneten, Olimpiyat Stadı’nın açılış maçında düdük çalma şerefine sahip Hamza Mısır konuştu.
Hem de ne konuşma!..
Duyanlar sersemledi.
Fakat ne yazık ki, duyması gerekenler duymadı!
Ya da bana öyle geldi.
Saygıdeğer kulüplerimizin saygıdeğer yöneticileri, duyup da susmayı tercih ettilerse, bilsinler ki öyle bir şansları kalmadı.
Savcının iddianamesi gibi bir şey bu... Ya belgelerle kendilerini aklayacaklar ya da kamu vicdanında mahkum olacaklar.
Batmak üzere olan hakemlik gemisinin sintinesindeki pislikleri bir kenara bırakayım, tüm futbol camiamızın tüylerini diken diken etmesi gereken lakin yanıt bile verilmeyen iki Hamza Mısır saptamasını hatırlatayım:
İlki; “Federasyon üyelerini bazı kulüp başkanları tehdit ediyor. Hatta ve hatta bu işlerin pazarlığını dahi yaptılar. Bu konuda İstanbul Büyükşehir Belediyespor’un Başkanı siyasi gücüyle başrol oynuyor. Sporu siyaseti içine gömdüler.”
Siz “Hayır” diyeni duydunuz mu? Sayın Göksel Gümüşdağ’dan bir itiraz geldi mi?
Yok!
İkincisi ve çok daha vahimi:
“Bugün ülkenin savcıları, avukatları, paşaları tartışılıyor, suçlanıyor. Ancak asıl kirli olan bazı kulüp yönetici ve başkanlarıdır. Türkiye’de ortalığı yöneticiler bulandırıyor ve karıştırıyor”.
Buyurun bakalım!
Bir tane “yönetici” veya “başkan” çıkıp da “Ne diyorsun kardeşim sen” diye kükredi mi? “Kimmiş onlar açıklayın” dedi mi Hamza Mısır’a veya röportajı yapan Futbol Extra’ya?
O zaman Hamza Mısır’ın söylediklerini “doğru” kabul etmekten başka çaremiz var mı?
Peki... Hamza Mısır’ın söyledikleri doğruysa futbol konuşmamıza gerek var mı?
Yok... Yok... Yok...
Hamza Mısır, Azerbaycan’a gidiyor, geride “yoh yoh”lu Azeri şarkısı bırakıyor.
Çünkü futbolumuzda kimse “temizlik” falan aramıyor; sadece kendi kapısındaki pisliği komşu kapıya iterek temizlenmiş gibi yapıyor.
Ama artık kaçış “yoh”.
Yine duymazlarsa, Türk İşaret dili “TİD” ile anlatıp, körler alfabesi “Braille” ile yazacağım.

Eskişehir beni coşturmuyor
Fenerbahçe seyircisiyle birlikte Haydarpaşa’dan trene binip Eskişehir’e giderek deplasman röportajı yapmamın üzerinden yirmi yıl geçmiş... Hiç uyumadan iki gün gerektiren bir işti.
Birinci ligdeki “ikinci” macerasına denk geliyordu Es-Es’in...
Sonra yine veda etti lige ve ben Eskişehir’den bile geçmedim.
İtiraf edeyim “gizli” bir Eskişehirsporlu sayılabilirdim gençliğimde. Bize salt futbolun gücünü hissettirirdi Eskişehirspor. Dayanışma simgesiydi. Kısıtlı kaynaklarla dik durulabileceğinin simgesi. Direnç sembolüydü. Sanki “solculuk” gibiydi.
Ve aynen onun gibi, ayağının altından halıyı çekiverdi yeni dünya düzeni.
Kim bilir, belki de kulübün o çaresiz günlerinde görmek istemedim. Hep anılarımdaki gibi kalsın niyetiyle bilinçsiz olarak kaçmış olabilirim Eskişehir’den.
Çünkü Eskişehirspor’u çok severdim. Hâlâ da severim.
Lakin bir türlü “bayram” edemedim Süper Lig’e bu çıkışında!
Kombine satışları kapış kapış gidip biletler tükenmeye yüz tuttuğu haberi, Eskişehirliler’in futbol susuzluğunun belgesiydi, ama “eski gizli” Eskişehirsporlu bende coşkudan eser yoktu.
Neden?..
Mesafeli duruyordum apaçık.
Ciddi ciddi düşündüm bu ruh halimi ve sebebini anladım.
Eskişehirspor benim gençliğimdeki Es-Es’ten farklı bir hüviyete sahipti artık. Sayın Maliye Bakanımız’a zimmetliydi. Seçim’e malzeme olmuştu. Kazandırmış ve kazanmıştı.
Artık o da bir ”düzen” takımıydı.
En azından Süper Lig’e dönüşü öyle olmuştu.
Futbol ve futbolun sevgili kulüpleri masum aşkları, sevdaları, kişiliklerinden uzaklaştıkça bizim de masum aşklarımız mazide kalıyordu.
Haksız mıyım bilemiyorum.