15 gün önce , terhisine 15 gün kala Hakkari Yüksekova’da şehit olan Piyade Er Hakan Azkın’ın henüz ilkokula başlamadığı, Nevşehir’deki baba ocağında oyuncağına sarılıp mutlu rüyalara daldığı tarihte, aynı yörede bir kentten diğerine ulaşmaya çalışıyordum. Bırakın yolları taksicilere bile güvenemiyordunuz o kaosta.
Cesur bir devlet memuru, Van’a özel arabasıyla götürmeyi teklif etti. Kıramadım. Özel araba ile “yol kesmeye” yakalandığınızda, biraz propoganda dinleyip, biraz hırpalanıp, yaşama ihtimaliniz vardı hiç yoksa.
Arabaya binmeden önce, sıkı bir temizlik başladı. Fedakâr dostumuz önce devlet memuru olduğunun ipuçlarını verecek evrakları çıkardı eski model arabasından, sonra hüviyetlerini ayırdı, kimbilir kaç kez helalleşip yola çıktığı karısına bıraktı.
Ve en sonunda kravat... Çünkü kravatlı biri ölmeyi hak ediyordu yol kesen eşkıya için. Nereli, kim, neci; hiç önemli değildi. Kravatı varsa, devletle bağı vardı ve katli vacipti.
Süper Kupa haberlerini okurken, o günleri hatırladım.
Aynı yok etme içgüdüsü. Aynı barbarlık. Aynı ilkellik.
Tek farkla; kravatın yerini kaşkol almış ve üzerindeki renkler yeterli oluyordu karşısındaki “insan”ın dost mu düşman mı olduğunu anlamaya!..
Haber küçük ama dehşet vericiydi:
“Altınşehir yönünden Olimpiyat Stadı’na gelen Beşiktaşlı taraftarlar, otobüslerinden inip özel otolarda Fenerbahçe forması, kaşkolu aramışlardı”.
Bulsalar dövecekler miydi arabadaki aileleri, öldürecekler miydi bilemiyorum. Ama Fenerbahçeli olmasından şüphelendiklerinin araçlarından almışlar hınçlarını.
Ne hıncı bu?..
Fenerbahçe’den Alex, Beşiktaş’tan Nobre’nin “Niye oynadığımızı anlamıyoruz” dediği bir maç vardı ortada. Bir gün önce iki takımın da teknik direktörü birbirlerine iltifatlar yağdırmışlardı. Başkanlar, yöneticiler en azından susmuşlar, Fenerbahçe gerilim olmasın diye Mehmet Topuz’u bile getirmemişti stada. Maç tarafsız bir sahadaydı ve gövde gösterisi yapıp rakipleri tahrik eden de yoktu.
Ne hıncıydı bu?
Ve bizi neler bekliyordu bu sezon?
Bakın, futboldan/rekabetten/golden bahsedebilmek için stat yolunu 1995’in Güneydoğu kırsalına çeviren yaratıkların bu cüreti gösteremeyecekleri bir ortam lazım önce. Stadların berbat küfürlerle “manevi cinayetler” işlendiği antik Roma arenalığından kurtulması lazım. Hiçbir başkan futbolu yönetenlere bağırıp çağıramamalı mesela.
Aksi halde... Bizi Hakkari’den Van’a götüren kahraman devlet memuruna “Yavaş git, trafik cezası yemeyelim” demek kadar komik oluyor futbol konuşmak. Zap Suyu’nun yamacındaki doğa harikası coğrafyayı seyretmek ve aklına şiir yazmayı getirmek kadar absürd kalıyor. Yoldaki heyelan ve çukurlardan şikayet etmek kadar “durumun mana ve önemine yabancı” yapıyor insanı.
Karısı ve çocuğu ile yolu kesilip arabası berelenen adama “Beşiktaş mı iyi oynadı, Fenerbahçe mi” desem ne cevap verir şimdi? Hakemi sorsam, aile koro halinde ve makul süre üzerinde küfür eder mi?
Yeni formalardan aldın desem!!
Demem tabi.
Çardak altında yarım paket sigara içmenin cezası asgari ücretten fazla olan bir ülkede, yol kesenler elini kolunu sallayarak eve dönüyorsa ve onlar en kısa zamanda daha kötüsünü yapmanın planlarını, rakipleri intikam projeleri hazırlıyorsa... Orta sahadan, forvetten size ne.
“Hayır”lı sezonlar dilerim. Manyaklara ve şiddete hayır!