Avrupa 100 metre engelli şampiyonu Nevin Yanıt, gönlümüz sultanı... Ah şu annesi olmasaydı!..
Tartan pistteki Türk Bayrağı ile gözlerimiz kan çanağına dönmüş tam da böbürlenecekken, “Teknik branşta Türk atlet olamaz lafını” cümle aleme yedirmeye niyetlenmişken, “Bakın, çalışan yapıyor” falan gibi bilgece laflar edecekken, Valide Semra Yanıt eski defterleri açmış ve “Nevin 11 yaşındayken araba lastiklerinden set kurup engelli koşu çalışırdı” demiş...
Lütfen Semra hanım... Lütfen...
Yani, Avrupalı rakipleri o yaşta “doktorlu, hocalı, tesisli” atletizm yaparken Nevin “kort bezi fırlamış, çelik telleri çıkmış, kirli, pis” araba lastiklerinden mi atlıyordu?
Evet...
Ne bekliyorsunuz; anne Semra Yanıt, iki yüz metre ötede süper bir tesis vardı da kızını yollamadı mı?
Yani, Nevin bu “müthiş” antrenmanlarına yanlış bir adımla başlasa, eski lastiklere dolanacak ayağıyla “araba mezarlıklarına” veda edecek ve bugün hafif aksak basan, yaprak sarması çatal yutturan bir ev kadını mı olacaktı?
Evet... Tabi, tetanozdan ölmemişse.
Bu kadar mı tesadüflere bağlıydı bizim spor tarihimizin yeniden yazılması?
Evet... Maalesef evet.
Bu kadar “yok etme” ve “vazgeçirme” odaklıdır futbolumuz dışında her spor branşı.
Nevin Yanıt, sadece istisnaydı.
Daha önce de Süreyya Ayhan diye bir istisna çıkmıştı, çok şükür onu el birliği ile halletmiştik.
Nevin ikinci.
Israrcı olmasa, atletizmden gelmiş Mersin İl Müdürü Emrullah Aşkın tartan pist için canını dişine takmasa, Fenerbahçe ona sahip çıkmasa, Nevin Yanıt da binlerce üstün yetenekli benzeri gibi, kürsüyü göremeden isyanını gömecekti yüreğine ve evine dönecekti.
Nereden mi biliyorum?
Gördüm, şahit oldum. Ve sonunda ben bile isimlerini unuttum o çocukların. Sadece yüzleri aklımda.
Sıradan yüz değil onlar; kristalize olmuş sorumluluktan yakıcı bir ayna.
Mesela Van’da bir Atatürk koşusu... En önde, kalın telli saçları yele gibi uçuşan bir kız. Uzak ara. Yaşı, Nevin’in oto lastiğinden engelleri aştığı yaşa denk. En az Nevin kadar üstün yetenek.
Lakin ayaklar çıplak...
“Nerede bunun ayakkabısı diye sormuştum İstanbul’lu öğretmenine”...
Yüzü kızarmıştı.
“Ben kendi cebimden ancak defter kalem alabiliyorum ihtiyacı olan çocuklara” demişti.
On yıl geçti. O çocuk Nevin Yanıt olabilirdi. Muhtemelen kerpiç bir evde çocuk fabrikası olmuştur.
Bitlis’te, antrenmandan sonra ayakkabıları dolaba kilitlenen kızlar vardı mesela... “Sokakta giyerlerse çabuk eskir, yenisi kim bilir kaç yıl sonra gelir”!
Hayatında tartan pist görmemiş çocuklar vardı. Pist olsa, tesis olsa, ayakkabı, eşofman olsa, koşacak besin alamayanlar vardı.
“Tarhana çorbası şampiyonları”!
Binlerce, on binlerce.
Bugün yok mu?
Neyse...
Aslında bir çuval inciri berbat etti Nevin!.. Ne güzel Afrika’dan falan hazır sporcular getiriyorduk. Şimdi bizim çocukların da yapabileceği ortaya çıktı.
Hem de araba lastiklerinden engel, asfalttan pist ile.
Hele Nevin’in annesi... Yaktı bizi!
İşin yoksa, tesis/ malzeme/ilgi sorgulamasına dön şimdi.
Sporcu yokken, gerekirse ithal ederek ne güzel idare ediyorlardı atletizmi.