“Belarus milli maçı” deyince hangi çağrışım oluşuyor beyninizde?..
“Yüreğiniz” demedim; “beyniniz”...
Çünkü milli maçlar iyi-kötü diye kategorize edilemez bizim duygularımıza göre. Merakla beklenir, iple çekilir, coşkuyla izlenir...
Her şeyden önce “milli”dir.
Söz konusu milli maçsa, “objektif”in karşılığı “yansızlık” değil kameradır... Sadece zoom yapmaya çalışırsınız iyice görmek için. Piyasa ekonomisinin kutsal kuralları, fayda-zarar hesapları ikinci plandadır. Başarı denilen tek ve ortak hedefin kurşun askeri olursunuz gönülden... Taammüden.
Madem ki Belarus maçı “milli” ön eki almıştır, her türlü pozitif önyargı serbesttir. Herkes elini taşın altına koymalıdır, dikkat edilmelidir, önemsenmelidir; hatta kazanılmalıdır.
Yürek çarpıntısının güftesi budur milli maçlarda...
Ah şu “beyin” denilen organ fazla mesai yapmasa!
Sizi bilmem ama Belarus milli maçına ilişkin benim korteks mesajlarımı kelimelere dökmem gerekirse; “soğuk, uzak, tatsız, rüküş, basmakalıp, harcıalem, zamansız, yetersiz” gibi sıfatlar geliyor dilimin ucuna.
Yani, yabancı istihbarat ajanları “Ne yapalım da şu Türkler’i sportif çimentoları Milli Takımları’na yabancılaştıralım” dese takvimiyle, tercihiyle, kılık kıyafetiyle Belarus maçından iyisini bulamazdı.
* * *
Bir kere “talihsiz” bir tarihte doğmuş... Kötü kader mukadder.
Ligin sonuna 7 hafta kala dört takımın şampiyonluk potasında olabileceğini kimse bilemezdi elbette... Aynı hafta oynanacak derbinin şampiyonluk bilmecesinde püf noktası sayılacağı da tahmin edilemezdi...
Bir futbolcu sakatlansa bir yıllık emeğin ziyan olacağı tarihe gelmesi sadece şanssız bir raslantıdır.
Lakin “soğuk, uzak, harcıalem” analizleri ilk günden belliydi.
Daha önceki iki maçımızı Ege’de oynadığımız Belarus, sevgili milli takım sorumlularımızın zihninde “meltem ve güneş” imajı mı bırakmıştı acaba?
Kuzey Irakta operasyon yaparken “mehtabı” ışık, “kalın karları” mayın kalkanı olarak kullanmayı bile hesaplayan zekalara sahip bir ulusun milli takımına, Mart ayında kuzeydeki step koşullarını hesaplamamak yakışır mıydı?
* * *
Gelelim “rüküş” meselesine...
Bunu ben söylemiyorum; Milli Takım’ın teknik sorumlusu Fatih Terim bile itiraf etti.
Milli futbolcularımızın kıyafeti, güneydeki tatil yörelerimizin “tam pansiyonunda” göbek şişiren zevksiz “Belarus neo burjuvaları”nın şort-tişort derbederliğinden daha özensiz ve zevksiz olacak; bu kesin.
Üstü beyaz, altı turkuvaz... Sahadan karı temizlemezlerse, ekran başındaki milyonlar turkuvaz yarım adamlarla yetinecekler maç boyunca.
Acaba bir gün ince hesapları yapılır da bu “beyaz tişort-turkuaz şort” kombinasyonunun yaratıcılık aşamasından üretim bantlarının değişmesine, sanatsal harcamalarından iplik seçimine, eskiziyle, toplantılarıyla kadar kaç milyon dolara mal olduğunu öğrenebilir miyiz?
Parasıyla rezil olmak bu her halde.
* * *
Peki “yetersiz, basmakalıp” sıfatları nereden düşüyor insanın beynine?
Yoruma gerek yok, 2008 Avrupa Şampiyonası’ndaki rakiplerimizin hazırlık maçlarına bakın anlarsınız.
Demek ki, tercih olarak da iyi değil.
Benim bilinmesini istediğim şudur;
Her kim ki “Türk”, “Milli” gibi sıfatlarla taltif edilmektedir... Aynı zamanda bu sıfatların sorumlulukları da omuzlarındadır.
Hepimizin adına yapılan tasarruflar hepimizin eleştirisine açıktır ve olgunlukla karşılanmalıdır.
Belarus maçını “soğuk, uzak, tatsız, rüküş, basmakalıp, harcıalem, zamansız, yetersiz” bulan beynimizdir. Kalbimiz Milli Takım’la beraberdir.
Orada bir maç var uzakta... Sevmesek de coşmasak da bizim maçımızdır.