Ercan Güven

Ercan Güven

eguven@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yılın ilk sabahına tebrik mesajları ve telefonlarıyla uyanma keyfi bir başkaymış gerçekten...
“Kutlarım, Namık Sevik ödülünü kazanmışsın”!..
“Ne... Ben...”
Apar topar kapıdaki gazeteleri almak, Milliyet’i ayırıp spor sayfasını yırtarcasına açmak, ve Namık Sevik adıyla birlikte kendi adını okuyup duygu yüklemesine uğramak...
Muhteşemdi.
Otuz seneden fazladır masanın bu tarafındaki bir insan olarak, Milliyet Yılın Sporcusu anketinin “seçilmişleri” içinde yer almanın ne anlama geldiğini iliklerime kadar hissettim.
Tarif ederim ama “ödül meraklısıymış” demenizden çekinirim. Ya da “abartma çalıştığın gazeteyi”...
Cem Şengül’den başlayarak tüm çalışma arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Ayrıca, gazeteciliğin ilkelerinden biri olan “sır saklama” konusunda tavan yaptıkları için de tebrik ederim. En son “Yılın Sporcusu” hakkında sorularımı “valla ona müdür bakıyor abi” diye ağzıma tıkayan Ediz kardeşim, içimde “artık adam yerine koymuyorlar beni serviste” duyguları yaratmıştı... Meğer sürprize hazırlanıyorlarmış.
Hayatımın sürprizi. Hayatımın ödülü.
Bilenler vardır, rahmetli Namık Sevik benim dayımdı...
Biyolojik olarak dayım; iş konusunda değil.
Beni gazeteye aldığında, günümüz örnekleri gibi istihbarat şefi veya yazar falan yapmadı. Milliyet Spor Servisi’ne giren gençler ne çile çekiyorsa biraz daha fazlası...
Yıllarca teleks düzelttim. Amatör küme maçlarına gidebilince sevindim. Üç sene sonra kıytırık bir maçta imzam çıktı, dünyalar benim oldu. Şansal Abi’yi “çançal” diye telaffuz edebilen Rize muhabiri Selahattin Bakır’dan telefonda 22 futbolcu ve hakem isimlerini doğru alabildiğimde, gazeteci olacağımı anlamıştım.
Aynı Dayım, özel hayatımızda ağabeyim ve benim için Tanrı tarafından gönderilmiş “özel” bir peygamberdi sanki... Paran yoksa para, başın sıkışmışsa çözüm, sevgi, dinleme, anlama, tolerans...
Ekstra bir baba.
Büyüyünce anladım; sadece ağabeyimle bana gönderilmemiş!.. Sayısız “evladı” varmış. Müthiş bir dostluk halkası yaratmış. Gazete patronlarından, bizim gazetenin önünde pinekleyen berduşa kadar geniş bir halka... Onu ve sevgisini diğer evlatlarıyla, dostlarıyla zevkle paylaştım.
O kadar çoktu ki sevgisi.
Şu kadarını söyleyeyim; bende “iyi huy” niyetine ne varsa, hepsi ya kromozomlar ya da öğrenme yoluyla Dayım’dandır... Kötü huylarım tamamen kendi üretimimdir; sakın Dayım’ı karıştırmayın.
Vefatından 24 yıl sonra benim ve dostlarının en sevdiği insan sıralamasında yerini koruması bu yüzdendir. Saygıyla anılması, referans verilmesi, hatta onu kıstas alarak bize sitem edilmesi bu yüzdendir.
İnsan sevgisi...
Spor gazeteciliği mesleğini yaratıp yüceltmesi ikinci sırada gelir.
Hiç sormadım, o da hiç baskı yapmadı ama adım gibi biliyordum ki, gurur duyacağı bir gazeteci olmamı isterdi.
Ne yazık ki, onun sağlığı, haytalık dönemimdi.
Son çeyrek yüzyılda her ödül kazandığımda ondan yadigar saati takarak gittim törene. Bir parçası yanımda olsun, hissetsin, sevinsin istedim. Her övgü aldığımda onu hatırladım. Duyduğunu ve keyiflendiğini ümit ettim.
Ama bu sefer başka!..
Artık eminin mutludur.
2010’un ilk günü, adımı “yeğeni” değil de “ödül sahibi” olarak onun yanında okuyunca, aynen Namık Sevik’in insani ilişkilerinde olduğu gibi, kendimden önce onun adına sevindim.
Ruhu şad olsun sevgili Dayım’ın.
* Başlıkta yazdığım gibi “özel bir yazı” oldu. Ben, yediğini içtiğini, ailesini anlatan yazarlardan olmadığım için biraz mahcubum. Mazur görün; senede bir gün...