Tıpkı Çetin Altan Usta’nın dediği gibi; bugün canım yazı yazmak istemiyor! İstemiyor; çünkü ne yazsam eksik kalacak biliyorum.
Ne yazsam olumsuz olacak.
İlk defa karşılaşmıyorum bu semptomla:
Söyleyecek çok şeyim olduğunda, berbat bir öncelik savaşı başlar dilimin kemiğinde. Her biri diğerinin paçasını tutar. Her biri diğerinin yolunu tıkar. Ne çıkar, ne çıkartırlar. Boğulup kalır konular.
Ve kemikte bir ince sızı...
Yine öyle bir hengame var.
Mesela Futbol Federasyonu’nun, Bursaspor ve Diyarbakırspor başkanlarına el sıkıştırma fotoğrafı...
Bak bak yaz.
Ama yutkunuyorum, dile getiremiyorum:
“Sanki Bursaspor ve Diyarbakırspor kavga etti. Sanki bundan sonraki provokasyonları önleme gücü ve yetkisi var federasyonun. Diyarbakır’da taş atanlar, Bursa’da bölücülük yapanlar kulüp başkanlarının denetim ve etkisi içinde değiller ki, iki başkan kucaklaşınca bitsin bu iş” diyeceğim ve zehir zemberek devam edeceğim.
Ya sabır çekiyorum.
Sahi... Benzer olaylar devam ederse ne yapabilir ki, Futbol Federasyonu?
Sahayı kapatır.
Taş atanlarla laf atanların umurunda mıdır sahanın kapatılması?
Yoksa hedef midir? Zafer midir?
Sormak bile istemiyorum.
Sonra, 48 saat içinde üç büyük kulübümüzün üç büyük maçı var ki, sadece teknik direktörleri değil kulüplerin geleceği bile skor tabelalarına bağlı.
“Haydi aslanlar” deyip geçmek en iyisi.
Aksi halde “Denizli toparlanamaz. Daum asla ciddiye alınmaz. Rijkaard’ın karizması hacamat olur bu maçlar kazanılmazsa. Ön libero, sağ kanat, sol bek, doğru veya yanlış... Yanlış adam girmiş, yanlış adam çıkmış. Geçin bunları. Tabelada rakibin rakamı fazlaysa, Volkan elektrik kesintisi demiş ya Twente maçı için; bu sefer trafo atar İstanbul’un üç büyük semtinde” mi diyeyim?
Gel de aç şimdi bu konuyu... Gel de söyle... Gel de yaz.
Felaket tellallığı gibi.
İstemiyorum. Canım hiç yazmak istemiyor.
Huzursuzum.
Özür diliyorum.