Artık tribün de bitmiştir, “tribün liderliği” de!.. Federasyon başkanvekilinin bile ana avrat dümdüz gittiği futbol atmosferinde şaşıracak bir şey yok, ama öyle...
Beni hayrete düşüren, hâlâ “otorite” geçinenler.
Kimse kimseyi kandırmasın. Tribüne hükmedenlerin ancak kavga/baskı/olayda tedavülde olduğu iyice anlaşılsın artık...
* * *
Beleş bilet, muhalefet, isyan, falan.
O işler.
Onlar savaş lordları... Barışta lüzumsuz, gereksiz hatta sevimsiz oluyorlar. Hiçbir işe yaramıyorlar.
“Hayda” dediklerinde on binler.
Çok iyi üçlü çekerler.
Sıra “kardeşlik, dostluk” gibi konulara gelince...
Pardon parazit yapıyor galiba!
* * *
Hadi, aksini söylesinler!
Oturup yemek yiyip dostluk mesajı vermediniz mi?
Ya mesaj sahteydi, ya da kimse iplemiyor sizi.
Fenerbahçe-Beşiktaş debisi ve orada yaşananlar, sadece futbolumuzun umudunu kırmadı, asıl sizlerin neye yaradığınızın sorgulanma zemini yarattı.
Otokritik yapacaksın, ceketini alıp gideceksin. Üçlüyü falan kendi kendine çeker herkes.
* * *
Bir de merak ediyorum; ben metrobüse binsem, çantam bir koltuğu çizse yanlışlıkla...
Bilmeden.
Kaza ile.
“Ablam” seslenir uzaktan; “Metrobüsümüze zarar veremezsin”!.. Kaptan ona katılır. Allah bilir kabinde sivil polis de vardır.
Koltuğun parasını ödesem, kurtulamam.
“Kamu malına zarar”!
Kızsalar “Ergenekon”a sokarlar.
Peki derbide...
Bir sürü adam metrobüse biniyor, parçalıyor, iniyor. Hatta gidip maç seyrediyor paşa paşa. Polis korumasında kamu malına zarar veren...
Sonra. Sigorta şirketi gelip rapor tutuyor masraflar için!!!
Dönüşte yeni metrobüsler. İster parçala, ister eve uza!
Bu nasıl memleket kardeşim?
İşin içinde futbol varsa, her türlü “Vandalizm” bedava.
Gecekondu yıkmaya giden belediye zabıtası da bir takım forması giysin, kimse sesini çıkarmasın, rahat rahat bitirsinler işlerini.
Yumurta atıp, aylarca yatan çocuklar neden bir forma giymiyorlar da korunup, eskort eşliğinde eve dönmüyorlar anlamıyorum.
Yeni bir aşamadayız, her şey sorgulanacak, çok şey değişecek.
Aydın hocam
Hayatımın en gurur duyduğum yazılarından biriydi. Prof. Aydın Kunt’un “Kavun Unutmadan” kitabına yazdığım arka kapak.
Fena da olmamıştı.
Koskoca Prof.’un ne afacanlığını ne hınzırlığını bırakmıştım!
Sonra pansuman:
“Hınzır bir Galatasaray Liseli’nin, yatılı okul yaşamından Beyoğlu’ndan tarifsiz tatlar. Kadıköylü bir ufaklığın afacan gözlerine takılıp zihnine kazınanlar”.
Çekinerek verdim, ama bayılmıştı.
Evet bayıldı.
Ve geçen gün öldü.
Tanrım... Kaybettik Aydın Hoca’yı.
Bu sefer de bana hayatımın en zor yazılarından birini yazdırıyor.
Çok saygın, çok İstanbullu bir Kadıköylüyü, bilge profesörü, dedeyi, babayı, dostu, janti bir espritüeli kaybettik.
Kadıköy’ü bilmem, ama beni/bizi perişan etti.
En iyi bilardo rakibimdi.
En rafine esprileri ondan duymuştum.
Hoşgörünün kitabını yazsa best seller olurdu.
Galatasaraylılar’ı benim gözümde ayrı bir yere koymuştu.
Hani 7’den 70’e derler ya...
‘70’e gelmeden kaybettik “7”sindeki kadar aktif ve sevecen Kadıköylü haşarı çocuğu.
Sevgiyle, saygıyla..
Uğurlar olsun Hoca’m.
NOT: Ne yöneticiydi ne futbolcuydu Aydın Hoca’m... Ama insanlık ve “aydınlık” açısından bu köşede adı geçenler arasında ilk üçe girerdi. Kusura bakmayın Ters Köşe’yi duygusal kullanma hakkımı kullandım kırk yılda bir.