Kimse ümitsizliğe kapılmasın... Adım gibi eminim, 2015 yılı ile birlikte seyircinin tribünlere dönüşü başlayacaktır.
Hatta geçmiş yılları aşarak...
Neden mi?
Passolig geçiş sürecini falan bir kenara bırakın... Açık konuşalım; boş tribünlerin temel sebebi Süper Ligimiz’deki futbol kalitesiydi.
Hani yerlerde sürünen, sezonun ilk düdüğü ile serbest düşüşe geçen futbol parametresi var ya; işte o.
Zaten yıllardır tepetaklak gidiyordu ama yerine “dalaşarak/sataşarak ilgiyi yüksek tutmak” gibi bir garabet ikame edilmişti. Lafla peynir gemisi yürümüyor, demeç savaşları bir yere kadar koruyordu seyircinin ilgisini.
Ama nereye kadar?
Dört büyükler biri hariç (Beşiktaş) yerlerde sürünüyordu, saygısızların “tüketici” bizim “seyirci”, cüzdanına göz dikenlerin “sevgili taraftarımız” dediği kitlelere tek kare seyirlik malzeme yoktu.
Rakip olmayınca Beşiktaş’ın “kendin pişir kendin ye” iyi futbolu ne işe yarardı ki?
Kimse “taraftarlıktan istifa etmedi” tabi.
Kulüp sevgisi baki idi.
Lakin, “olmayan şeyi seyretmeye” ısrar etmeyin!
İşte bunu kavradılar saygıdeğer kulüplerimiz. Bindikleri dal değil, beslendikleri ağaç kökünden gitmek üzereydi ilk ve en önemli koşul “futbol” olmadan...
Trabzonspor ve Galatasaray hocalarını değiştirdi. Yüzlerine renk geldi.
Tabi hiçbir kulübün parlaması sadece kendini aydınlatmazdı; ışık futbolun ışığıydı... Pazar günü Bursa’da ve İstanbul’da iki lig maçı seyrettik, futbola olan hasretimizi giderdik mesela.
Sadece Fenerbahçe kaldı “düzelmedik”!.. (Öyle ya da böyle) O da bulacaktır çaresini.
Sahada futbol varsa endişelenmesin kimse. Kapıları kapatsanız bile kırıp girer seyirci.
İkincisi ve daha da önemlisi... Bizim fıtratımızda var futbol!..
Seviyoruz be kardeşim.
Hem de her türlü ahval ve şerait altında...
Bakın anlatayım:
Cizre’yi nasıl bilirsiniz?..
Şırnak’ın ilçesidir ama Şırnak’dan büyüktür, Mardin’in Kızıltepe’si gibi. Bir sürü lezzeti, tarihi eseri, Cudi’si, misafirperver insanı vardır ama çeyrek yüzyıldan fazladır “terör” ile ünlüdür kendisi.
Ya Bingöl?
Orada da terör, “yüzen kayalarının”, yatırlarının, kebaplarının önüne geçmiştir maalesef. Bir de fay çaprazında olduğu için depremi...
İşte orada, geçtiğimiz hafta Bingölspor ile Cizrespor’un maçı vardı. Alt tarafı, bir BAL Ligi karşılaşması. Tribünlerde kaç kişi toplandı biliyor musunuz?
15 bin...
Stat 7 bin 500 kişilik. Dağ bayır, dam balkon insan dolu...
Maça gelelim... Lider Cizrespor 2-0 öne geçti önce... Ama tribünler takımı şahlandırdı ve Bingölspor maçı 4-2 kazanarak Cizrespor’dan liderliği aldı.
Bitmedi...
Bingölspor taraftarı coşmuştu bir kere. Şehri karnaval yerine çevirdiler maçtan sonra. Bingöl’de şehir trafiğe kapandı kutlama konvoylarına açıldı. Şehir merkezi yılbaşındaki Taksim Meydanı’na döndü. Takım da meydana geldi. Futbola en uzak Bingöllüler bile coştu eğlendi.
Soru şudur şimdi:
Futbola ve coşkusuna bu kadar tutkun bir memlekette “tribün nazı” daha ne kadar sürebilir ki? Kimse merak etmesin; sahada futbol bizde bu futbol coşkusu varken ve insanımız “rekabet” denilen duygudan böylesine haz duyarken tribünler boş kalmaz.
50 (Yazı ile: Elli)!..
Galatasaray Başkanı Duygun Yarsuvat, Cemaat’in Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’dan 50 milyon dolar istediğini açıkladı ve “3 Temmuz Operasyonuna” somut/akçalı bir boyut kattı geçen hafta.
İşin ilginç tarafı, ilk günden beri kendisine ve Fenerbahçe’ye “F Tipi operasyon” iddiasındaki Sayın Yıldırım’ın “haracı” reddetmesi...
Rivayet muhtelif... Her iki başkana da “başka hesaplar” yakıştırması yapanlar çok.
Bence sayın Yarsuvat’ınki masum bir bilgi aktarımı.
Sayın Yıldırım’ınki “yeni yargılama öncesi ne olur ne olmaz” yalanlaması.
Neyse, biz olayın daha ilginç yönüne gelelim:
Gazeteciliğin tetikçilik, yalakalık ve militanlığa evrildiği, yorumculuğun hokkabazlık sanıldığı, haberciliğin arz ve talebinde “yalan” unsurunun tavan yaptığı bir süreçte, bu haberi Türkiye gündemine taşıyan Attila Gökçe’nin bir tek satırından değil, aynı konuda zıt bilgi veren Fenerbahçe ve Galatasaray başkanlarından şüphelenilmesi.
Duygun Yarsuvat mı salladı?..
Aziz Yıldırım mı inkar etti?..
Kimse “haber doğru mu” diye sormadı bile...
Çünkü Attila Gökçe yazmış.
“50 milyon haraç” haberiyle eş zamanlı olarak spor yazarlığı mesleğinde 50. yılını kutlayan Attila ağabeyin önemi ve değeri, kıdem aldığı yıllardan çok, hem kendisinin hem de kamuoyunun onun kalemine duyduğu saygıdır ki, biz buna “kişilikle değer katılan” mesleğin zirvesi diyoruz.
50 yetmez... 60’ı, 70’i görelim.
Nice yıllara Attila abi...
Alp’i Çakar gönderdi!..
Nasıl ki Gresham yasasına göre “kötü para iyi parayı kovarsa”, futbolumuzda da “kötü adamlar iyi adamları kovuyor” maalesef...
Yanlış anlaşılmasın; söz konusu kötü adamlar “kişilikleri” nedeniyle değil, “futbol huzuru” açısından kötü olanlardır ve son kurbanları “iyi adam” Zekeriya Alp’tir. Aslında Zekeriya Alp’in şapkasını alıp gitmesine sebep olanların başında sevgili Ahmet Çakar’ın konuyla hiç alakası olmamasına karşın sadece Alp’i rencide etmek, gözden düşürmek için bir ithamı var ama tekrar etmek bile istemiyorum... Dediğim gibi ne MHK başkanlığını ne de Alp’in insanlığını etkileyecek bir cemiyet üyeliğidir o. Belki sevimsizdir ama “ekmek yediği kaba tükürenler kadar” kötü değildir.
Ne kadar çok var o tükürenlerden... Ve tükürük gibi yapışıp kalıyorlar, gitmiyorlar. Onlarla uğraşsa ya Çakar. Zekeriya Alp’in istifası için görünen sebep Antep Başkanı İbrahim Kızıl’ın patavatsızlıklarına gelince... Nereye kadar haklı, ne kadarı ayıp kaçtı, ne kadarı normal sınırlarındaydı bilemem...
Ama futbolun içinde olması gerekenlerin seçimi bana bırakılsa İbrahim Kızıl’ın yerine Zekeriya Alp’i on kere tercih ederim her zaman.
Yazık oldu Alp’e...