Aziz Yıldırım, Adnan Polat ve Sadri Şener’in katıldığı Arena’yı seyretmişsinizdir. Polat ve Yıldırım’ın tatlı tatlı atışmalarını, Şener’in tevazu ile büyümesini, menajer yakınmalarını, naklen yayın gelirinin katlama projelerini falan... Söyledikleri değil, toplantının kendisi önemliydi zaten.
O yüzden... Ben daha çok Uğur Dündar’a odaklandım.
Bizlerin üstadıydı. Tanrı, televizyoncu ve gazeteci olsun diye yaratmış, o da ilahi yeteneklerini bir ömür boyu gözü gibi sakınmış ve en ufak bir leke sürülmesine müsaade etmemişti.
Yılmaz Özdil’in, Ayşe Arman’a söylediği gibi televizyonun “Zeus”uydu.
Başkanların başkanıydı sanki ekranda.
Bir gazeteci olarak gururlandım, ama bir spor gazetecisi olarak utandım!
Kulüp başkanları, “Fırtına tanrısı” Thypon, “Bereket tanrısı” Poros ve “Denizler tanrısı” Poseidon muydu ki, ancak “Tanrıların tanrısı” Zeus’un çağrısına uyacaklardı?..
Neden spor gazetecileri, spor televizyoncuları yapamıyordu böyle bir toplantıyı?
Bırakın toplantıyı, zamanımızda bir başkanla söyleşi bile “zor ve özel” işler kategorisine giriyordu?
* * *
Bakın, çocukluğundan beri Milliyet Spor Servisi’ne gidip gelen, daha sonra sadece Milliyet Spor Servisi’nde çalışan bir insan olarak en iyi bildiğim bizim servisi anlatayım:
Rahmetli dayım Namık Sevik’in sağlığında o servise girdiğinizde mutlaka bir başkanı görürdünüz müdür odasında. Ali Şen, Emin Cankurtaran, Faruk Ilgaz, Fikret Kırcan, Süleyman Seba, Mehmet Üstünkaya, Gazi Akınal, Selahattin Beyazıt, Mustafa Pekin, Ali Uras ve niceleri.
Namık Sevik’ten sonra Milliyet Spor Servisi’nin çizgisi bir milimetre değişmedi.
Talebeleri Nezih Alkış, Şansal Büyüka, İhsan Topaloğlu, Zeki Çol bu saygınlığı korudu, gözetti. Necil Ülgen farklı bir ekolden gelmesine rağmen “kıymetli eser” muamelesi yaptı Namık Sevik geleneğine.
Ve şimdi, benim gibi çocukluğundan beri Milliyet Spor Servisi’nden çıkmayan Cem Şengül var o koltukta. Namık Sevik’in koskoca bir fotoğrafı arkasında. İlkeleri yüreğinde.
Yani, biz değişmedik.
Peki o eski medeni ilişkiler, saygı, sevgi ve güvene dayalı muhabbetler neden kalmadı kulüp başkanlarıyla?
Neden internet siteleri aracılığına indirgendi iletişimimiz?
Neden onların gözünde aynı yolda yolculuk yapan “dost” değil de potansiyel düşmanız biz?
Onlar mı değişti yoksa?
* * *
Evet.
Bakınız, Uğur Dündar üstadımız, başkanlara “Bu toplantıları tekrarlasak ne güzel olur” dediğinde üç başkan da eveleyip, geveledi ve en sonunda sayın Polat baklayı ağzından çıkardı:
“Bir kanala angaje olmamalıyız”!..
Yaaa demek öyle... Uğur Dündar’a bile!
İçtenlik, dostluk, spor falan hikaye.
Artık bir kulüp başkanı, bir gazetecinin elini sıktığında onun mesleki ve sosyal durumuna katkılarından dolayı ücret isterse şaşırmamak lazım demek ki.
Peki... Sayın Uğur Dündar’ın kalitesi ve kariyeriyle başkanlara katkısı ne olacak?
Hesap böyleyse, saygıdeğer başkanlarımız çok borçlu çıkalar gazetecilere.
En azından bazı gazetecilere.
Güzel insanlar güzel atlara binip gittiler, yeni nesillere bu başkanlar ve bu hesaplar kaldı.