05.05.2017 - 10:32 | Son Güncellenme:
Rüştü Reçber, Antalya'daki o kazayı ağır yaralı olarak atlattı. Başka bir kazada ise kendisiyle aynı adı taşıyan kuzenini kaybetti.. Bizim tanıdığımız Rüştü için ise kaza sonrası olanlar ölüm gibi bir şeydi...
Antalyaspor forması giyen futbolcu Levent Tekne, Mayıs 1993’te Antalya Havaalanı yolu üzerinde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti... Aracı kullanan takım arkadaşı Rüştü Reçber, kazayı ağır yaralı olarak atlattı. 14 yıl sonra Antalya’da yaşanan başka bir trafik kazasında, en büyük hedefi çok sevdiği kuzeni gibi milli takım kalecisi olmak olan ve onunla aynı ismi taşıyan Rüştü Reçber hayatını kaybetti.
Bizim tanıdığımız Rüştü için de kazadan sonra başına gelenler bir anlamda ölüm gibi bir şeydi! 10 gün boyunca komada kalmış, suratı parçalanmış, dizlerinde ve göğsünde tedavisi imkansıza yakın yaralar açılmış, kalçası çıkmıştı.
Birkaç hafta önce resmi olmasa da sözlü olarak anlaştığı Beşiktaş, kazadan sonra transferinden vazgeçti. Hastane raporları bir mucize gerektirse de o, mucizelere yabancı değildi…
Spor yapmaya başladığında atletizmle uğraşıyordu. Katıldığı turnuvalarda boynuna defalarca kez madalyalar asmış; nefesi saatlerce efor sarf etse de kesilmediği için topu bir uçtan diğerine sürmeyi, saha içinde depara kalkmayı işten saymamıştı. Burdurgücü’nün forveti, takımın kalecisi askere gittiğinde sırf uzun boylu olduğu için (bir kaleci klasiği!) bir daha ayrılmamak üzere kaleye geçirildi.
Takımında üçüncü kaleciyken Niğde’de bir turnuvaya katıldı. Takımın kalesine geçmiş ve şampiyonluk yaşamıştı. Bu turnuvadan sonra 16 yaşında Ümit Milli Takım aday kadrosuna dahil edildi.
Almanya’dan dört gol yediği bir maçta Fatih Terim onu gözüne kestirmiş, o sırada Galatasaray’ı çalıştıran Mustafa Denizli’ye de haber uçurulmuştu. Denizli’nin davetiyle İstanbul’a gelip bir hafta A takımla idmanlara çıktı. PAF takımda deneyim kazandıktan sonra A takıma çıkabileceği söylenmişti.
Rüştü bu teklifi kabul etmedi. Evet, biraz garip ancak Burdur gibi küçük bir şehirde büyüdüğünü bildikten sonra kararı biraz anlaşılır hale geliyor. Zaten o da bunu tek kelimeyle açıklıyor: “Ürkmüştüm!”Antalyaspor’un Rüştü’ye attırdığı üç yıllık imzayı buna borçlu olduğu söylenebilir; onu iki yıl yedek tutmalarıysa talihsizlik! Neyse ki üçüncü yılında A takımla maçlara çıkmaya başlamış, o yıl da takımı Süper Lig’e yükselmişti. Tekliflerin gelmeye başlaması uzun sürmedi.
Kazadan sonra Fenerbahçe’den teklif alacak kadar iyi olması birkaç ayı bulmadı. Kendi değimiyle “ham madde” olarak Fenerbahçe’ye geldiği gibi an, dönemin kaleci antrenörü Ilie Datcu ve birinci kaleci Engin İpekoğlu tarafından işlenmeye başlandı. Önce Oğuz Çetin, Rıdvan Dilmen, Aykut Kocaman gibi isimlerin olduğu efsane kadroyla İstabul’u tanıdı.
“Fenerbahçeli futbolcu” olmanın ne demek olduğunu da dönemin başkanı Ali Şen anlatmıştı: “En güzel yerde yemek yemeli, en güzel arabaya binmeli, en güzel kadınla evlenmeli!” Ali Şen, tavsiyeleriyle birlikte 1995-96 sezonunda kaptanlık pazubandını da verdi. 5 Mayıs 1996’da, karşılığını fazlasıyla almak kaydıyla!
Ligin bitimine üç hafta kala oynanan maça Trabzonspor lider olarak başladı. Berabere kalsalar şampiyonluğu neredeyse almış olacaklardı. Fakat Rüştü o maçta yıldızlaşmayı kafasına koymuştu. Hami’nin can yakan frikiklerini kurtarmak pahasına…
Rüştü, yaklaşık iki yıl yedek beklediği Fenerbahçe’nin as kadrosuna 1994-95 sezonunda Kayserispor’la oynanan bir lig maçında Engin İpekoğlu’nun ayağı kırılınca girmişti. Aynı sezon Ali Sami Yen’de İsviçre’yle oynanan Avrupa Şampiyonası eleme maçında A Milli Takım’ın da kalesini ilk kez korumuştu. 2-1 mağlup olunan maçtan sonra tüm gazeteler skoru onun tecrübesizliğine bağlarken, Fatih Terim ondan vazgeçmedi.
Birkaç yıl içerisinde İslam Çupi ve yazdıkları hürmet gören birçok gazeteci de Rüştü için methiyeler düzer hale gelmişti: “Benim için kaleci Cihat Arman’dır, varisi ise Rüştü Reçber. Fenerbahçe’nin şampiyonluğu garanti değil ama tek garanti Rüştü. Ligdeki 17 takımla tek başına mücadele edebilecek güçte!”
Avrupa maçlarından sonra uluslararası bilinirliği olan gazeteler de duruma yabancı kalmıyordu. Almanlar, İngilizler, İspanyollar derken tüm dünyada “Hareket halindeki her topu çeken bir mıknatıs” gibi benzetmeler yapılarak yer bulmaya başladı. 1999 yılına kadar her şey yolundaydı.
Ligin son haftalarına yaklaşılırken Fenerbahçe’nin Beşiktaş’la oynayacağı maçtan alacağı puanlar hayati önem taşıyordu. Taraftarlar kadronun 1 numarasına gözü kapalı güvenirken elini kestiği haberini aldı. Tedavisi maça kadar bitmeyince kaleye Murat Şahin geçti.
Fenerbahçe maçı 10 kişiyle, 2-1 mağlup olarak bitirmişti. “Uche’nin ayağının kırıldığı maç”ın faturası, olmadık zamanda elini falçatayla kesmek suretiyle sakatlanan Rüştü’ye çıktı. Tabii üzerine bir sürü spekülasyon üretilirken, en popüleri “Eşiyle kavga ederken cama yumruk atmış…” diye başlayandı.
Fenerbahçe’nin Pendikspor’a 2-1 yenilerek Türkiye Kupası’na veda ettiği maçtan sonra bu kez fatura daha kabarık geldi! Dereağzı Tesisleri’nde arabasının içinde “taraftarlar” tarafından darp edildi.Tepkisini, kaptanlığı bırakarak gösterdi ancak saldırganlar Fenerbahçe’ye bağlılığını zedeleyememişti. Öyle ki; 1996 yılında Barcelona’dan gelen transfer teklifini Ali Şen’i kırmamak adına reddetti! O geceyi altı buçuk aylık hamile eşine sarılıp ağlayarak geçirse de bu bağ kopmadı.
Rüştü’nün hayatı için mihenk taşlarını belirlemek gerekirse onlardan biri hiç şüphesiz 2002 Dünya Kupası. “Kalede Rüştü…” diye anlatılmaya başlanan Fenerbahçe ve Milli Takım maçları hafızalara kazınmış, A Milli Takım formasını 120 kez giyerek bir rekora imza atmıştı.
Turnuva yaklaşırken yıllardan beri edindiği tecrübeleri kullanmak için bilendi. 1954 yılından bu yana ilk kez Dünya Kupası’ndaydık.
Bu yetmezmiş gibi bir de ilk maçı Brezilya’yla oynadık. Rivaldo, Ronaldo, Ronaldinho vurdu ama gol yemedik, hatta bir cesaretle gol atabildik. Skor 2-1’de kalmış, Rüştü turnuvanın en iyi kalecisi olduğunu ortaya koymuştu. Sakatlığına ve 52 gün süren kampta 15 gün idmana çıkabilmesine rağmen!
Daha sonra Arda Turan’la popüler olan pubis sakatlığı yaşam kalitesini hiç olmadığı kadar düşürmüş; üzerine bir de kum döküyor olması, acılarını dayanılmaz hale getirmişti. Neyse ki yanında Şenol Güneş vardı. Onu en iyi tanıyandı. Güney Kore maçında sakatlanıp oyundan çıkmak istese de izin vermedi. Rüştü de isyan etmedi çünkü saygı duyduğu büyüklerinin sözünden çıkmamasını öğreten bir kültürle yetişmişti.
Dişini sıktığına değdi. Yarı finalde Ronaldo’nun çektiği o garip şutu engelleyebilse finaldeydi. Yine de bu, UEFA’nın resmi sitesi üzerinden yapılan ankette yüzde 67,7’lik oranla 12,49’da kalan Oliver Kahn’a fark atmasına engel değildi! 900 bin kişinin oyladığı ankette Şenol Güneş de en iyi teknik direktör seçildi.
2003 yılında beklediği teklif yeniden geldi. Bunu beklerken boş durmamış Manchester United ve Arsenal’le ön protokol imzalamıştı. Koyu bir Barcelona taraftarı olarak tabii ki Joan Laporta’nın vaatlerini dinledi.
Başkan, ona boş olan teknik direktörlük koltuğu için Guus Hiddink ya da Ronald Koeman’ı düşündüğünü söylemiş, ikisiyle de konuşup Rüştü için onay almış olsa da sportif direktör Johan Cruyff, takımın başına Frank Rijkaard’ı getirmişti. Rüştü, Hollandalı teknik direktör tarafından istenmediğini öğrendiğinde artık çok geçti!
Şaşaalı bir imza töreniyle takıma katılmış, tribünler onu alkışlamak için bir şeyler yapmasını beklerken heyecandan elini kolunu nereye koyacağına bir türlü karar verememişti: “Futbolcu olsan iki top sektirirsin; kaleci olunca ne yapacağını da bilemiyorsun!”
Rüştü için Barcelona’daki sorun elbette bu değildi. Amerika’da katıldıkları turnuvada iyi maçlar çıkarsa da Victor Valdes kaleyi rakibine bırakmamaya yemin etti ve “Sen bizim buraların havalarını bilmezsin!” minvalindeki cümleleriyle her fırsatta onu yıldırmaya çalıştı.
“İnatçı Rüştü” bunlara pek kulak asmasa da, Rijkaard’ın “Yabancı sınırlaması var. Tabii bir de dil problemin…” diyerek kendisini oynatmayacağını söylemesi kolay yutulur cinsten değildi. Başlarda “Yedek kalmama üzülmüyorum, sözleşmem bitene kadar buradayım” deyip, İspanyolca dersleri aldı.
Ortamını “İspanya’ya geldiğim için asla pişman değilim. Keşke Avrupa’ya daha erken çıksaydım. Burada sistem var. Nerede, ne zaman, ne yapacağınızı biliyorsunuz. İnsana saygı var, özgürlük var. Takım iyi gidiyor, bozmak istememelerini anlıyorum. Başta Luis Enrique, Carles Puyol ve Ronaldinho olmak üzere takım arkadaşlarımla aram süper” diye anlatıyordu.
Ancak imzaladığı anlaşmada maç başına alacağı gelir yüksek, aylık geliri düşük tutulmuştu. Maddi-manevi zarardaydı ve zaman geçtikçe direnci düştü. Kendisine yüksek bir bonservis bedeli ödenmediği için taraftar oynaması için baskı yapmıyor, milliyetçi davrananlar Valdes’i destekliyor ve Rijkaard, Cruyff’un kredisini kullanıyordu.
Bardağı taşıran, Rijkaard’ın UEFA Kupası maçında da Valdes’i tercih etmesi oldu. Sezon sonunda Laporta, Rijkaard’ın isteğiyle Rüştü’yü satış listesine koyduklarını söylüyordu.
Rüştü, “Yeni bir fırsat verilirse çok mutlu olurum” dese de kâr etmedi. Bundan sonra hedefi yine Avrupa, olmazsa Fenerbahçe’ydi ama alternatif olarak Galatasaray ya da Beşiktaş’tan gelecek teklifleri de değerlendirecekti.
Buna kalmayacağından aslında pek de şüphe etmedi. Ne de olsa Fenerbahçe’den plaketle gönderilmiş, “Ne zaman istersen kapımız açık” denilmişti. Fenerbahçe’den teklif gelmedi. Hiçbir kulüp, Barcelona’nın istediği bonservis bedeline yanaşmıyor; Laporta, Rüştü’yü işi ağırdan almakla suçluyordu: “Elini çabuk tutmalı çünkü burada ilk 18’e girmesi mümkün değil!”
Sonunda Christoph Daum’un çabasıyla bir yıllığına kiralandı. Laporta, Rüştü’yü gözden çıkarmadıklarını 3 milyon liralık sigorta yapılması konusunda baskı yaparak göstermişti. Rüştü de bundan farklı düşünmüyordu: “Milli formayı giymek için ayrıldım ama geri döneceğim. Bu ara bana iyi gelecek. Barcelona’da 80 bin kişi stadı dolduruyor ama 150 bin de olsa Fenerbahçe taraftarının yerini tutamazlar!”
Aradan bir yıl geçmiş, yeniden transfer sezonuna gelinmişti. Tüm eleştirilere rağmen Daum kalecisinden memnundu, onunla devam etmek istiyordu ancak Rüştü belirsizlikten sıkılmıştı. Bonservisinin alınması durumunda futbolu Fenerbahçe’de bırakmak istiyordu. Barcelona tarafındaysa işler o kadar kolay değildi. Önce yeni sportif direktör Txiki Begiristain “Gördüğümüz en karizmatik ve profesyonel kaleci” dedi.
Rüştü, AB statüsünde oynamaya hak kazandığı için kıymete binmişti ama Barcelona’da oynaması için değil, yüksek bir bonservis bedeliyle Avrupa’da bir kulübe satılmak üzere! Rüştü’nün tepkisi netti: “Ya Fenerbahçe, ya Barcelona! Bundan sonra hiçbir kulüpte yedek kalmayacağım!”
Fenerbahçe sonunda Barcelona’dan Rüştü’nün bonservisini aldı, o da 100’üncü yılında “Burada doğdum” dediği takımının kalesini korumak için gelen tüm transfer tekliflerini reddetti. Katar’dan gelen astronomik rakamlı olanlar da dahil! Israrla futbolu Fenerbahçe’de bırakmak istiyordu ama Aziz Yıldırım bu fikre hiçbir zaman sıcak bakmadı. Ve Vedran Runje’nin ayrılmasından sonra Beşiktaş, Rüştü’ye bir gece saat 3’te imza attırdı!
Rüştü kendini şu sözlerle savunuyordu: “13 yılımı verdiğim kulübümden ayrılmam hiç kolay değil. Kalecilik karar alma işidir. Oyun içinde saniyeden daha kısa sürelerde kararlar alır ve uygularız. Hayatın içinde kararlar almaksa çok zaman alıyor. Bu noktaya nasıl gelindiği tartışılacaktır, öyle de olmalı. Fenerbahçe’de bana bakış değişmişti, bu yüzden geldim.”O kaza olmasaydı Rüştü Reçber, Beşiktaş'a imza atıyordu!Uzun bir değerlendirmenin sonunda aldığı bu karardan hiçbir zaman pişman olmadı ama Barcelona için aklında hep bir soru işareti kaldı: “Fenerbahçe’nin Camp Nou’da 1-0 kaybettiği Şampiyonlar Ligi maçında ‘Bir gün bu kaleyi Barcelona için koruyacağım’ demiştim. Bu hayalin peşine takılmayıp Alex Ferguson’un teklifini kabul etmiş olsaydım çok daha iyi olurdu sanki…”
1995’te Engin İpekoğlu’nun ayağı iki ay sonra kırılmış olsa her şey çok farklı olacaktı. Kimse 22 yaşındaki bir kaleciye güvenmeyecek, transfer edilecek başka bir kaleci Rüştü’nün önüne geçecekti. Belki Engin abisi onun için “Yaşımın yettiği kadarıyla izlediklerim arasında en iyisi” diyemeyecekti.
İyi bir köylü ailesinin oğluydu, 11 yaşında biçerdöver kullanacak kadar sorumluluk sahibi olarak yetişti, bir pehlivanın oğlu olmasının hakkını başını sürekli dik tutarak verdi. 16 yaşında kaleyle tanıştı, gerçek bir kaleci antrenörüyle çalışmaya başlaması uzun yıllarını aldı. Yapabileceklerinin en iyisini yaptı ve Rüştü mesleğini “Hedeflerime ulaştım” diyerek bıraktı… (FourFourTwo)