30.09.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
Malum; her biri dünyalığını yapmış, bir ayağı Avrupa'da, "aşçı- uşak-hizmetçiler; dolu mutfak, dolu kiler" insanlardı. Üst düzey avukatlar, iş adamları...Anadolu'nun sert ve keskin parasızlığı, zengine zimmetli futbolu, feodal futbol yönetimi, işsizliği, terörü, nefes yoluyla akciğerlerine girince, daraldılar mı?Bilemem...Lakin zaman zaman "hayret" sezdim gözlerinde. Hayret ve üzüntü... Ama hiç ümitsizlik yoktu. Hatta sayın Levent Bıçakçı 200 bin futbolcuyu kaldırmayan Anadolu futbol alt yapısına 1 milyon lisanslı futbolcu öneriyor, Hasan Doğan, "seyirci-müşteri" benzetmesini ısrarla vurgulayarak, Anadolu ile yabancılaşmak uğruna "master planlarında" ısrar ediyordu. Müşteri mi ? Olmaz olsun böyle müşteri diyen kulüpler bile vardı. Hani sezonluk "seyircisiz maç" cezası verilsin diye araya ricacı koyacaklardı bazıları. İstanbul'daki statla Anadolu bozkırındaki sahaya aynı kuralların uygulanmasından bıkmıştı insanlar. Oyun alanına atılan her pet şişeye, oyun alanındaki tüm biletli seyircinin ödediğinden çok ceza yazılmasında adalet göremiyorlardı. Dükkanı kapatacaklardı neredeyse. Anadolu, Federasyonu karşısında görünce şaşırdı... Peki Federasyon? Sayın Bıçakçı, sayın Doğan, sayın Mosturoğlu, diğer üyeler, Genel Sekreter sayın Arıboğan... Onlar ne durumdaydı? Gelelim yönetici modeline!..Saygıdeğer federasyonumuzun saygıdeğer üyeleri, Anadolu'da futbol feodalite siyaset sarmalını en iyi Urfa'da anladılar. O Urfaspor ki, seneler önce parasızlıktan "satılık kelepir kulüp" haline gelmiş ve bana röportaj konusu olmuştu. Zamanın kulüp başkanı, oturduğu koltuğun arkasında futbolcular... Ve bir tabela: "Satılık kulüp"...Züğürt Ağa filminden makaslanmış bir sahneydi sanki. Aradan geçen yıllarda Urfalı'nın yüreği elvermemişti kulübün yok olmasına. Milletvekili bir başkan ve tamamen siyaset içi insanlardan kurulan yönetim toparlamıştı Urfaspor'u.Bu arada, maçlarına 5-6 binden fazla seyirci gitmeyen Urfaspor'a 30 bin kişilik bir de stat yapılmıştı. Sayın Şekip Mosturoğlu'nun benzetmesiyle "Harran Ovasına inmiş dev bir uzay aracı" gibi duruyordu stat. Çok az işi kalmıştı bitirilmesi için. Kim bilir, belki bitince seyirci sayısı artabilirdi!.. Uzun uzun anlattılar sayın Bıcakçı'ya. Federasyonumuza futboldaki feodaliteyi "uygulamalı anlatan" ise akşam yenilen yemekti. Futbol-feodalite-siyaset Urfa'nın yarım saat dışında bir bağ evi... Daha doğrusu "Bağ Şatosu"... Bahçesi dönümlerce, cephesi elli metre var. İlk katı, taş duvar. Uzaktan bakan, askeri bir karakol sanabilir evi.Tabi yarı olimpik yüzme havuzunu görmeyenler. Havuzun etrafında çerçeve gibi masa. Tek boş kıyısında Mehmet Nacak saz gurubu. Tanrım... Kaliteli bir saz gurubundan Güneydoğu ezgileri dinlemek ne kadar zevkli oluyordu. Normal koşullarda iştahlı, keyifli, neşeli bir insan olan Federasyon Başkanı Bıçakçı'nın koltuğu havuzun tam ortasında hizalanmıştı. Sadece kokusu duyulan görünmez ızgaradan gelen sınırsız et çeşitleri, içli köfteler, ağzı açık denilen minik pideler, kebap destanları ve üstüne "şıllık"... Şıllık yöresel bir tatlıydı, ama Urfalılarda acı hatırası vardı. Tansu Çiller, başbakanlığı sırasında ziyaret ettiği Urfa'da "şıllık" yemiş, çok beğenmiş, adını öğrenmekte çok ısrar etmişti. Perişan olmuştu Anadolu'nun bu kibar insanları. İşte bu ortamda en huzurlu gecesini yaşıyordu Federasyon Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri. Güneydoğu'nun muhteşem yüzlerinden biriydi o masa. Sahibi ise Urfaspor'da bir yönetici... Osman Bucak... Hani PKK'yı, Diyarbakır'dan Batı'ya sokmayan Bucak Aşireti yar ya; işte onun üyesi. Sedat Bucak'ın amca oğlu. Futbol, sadece futbol değildi Güneydoğu'da... Hatta futbolla alakası bile yoktu. Siyaset, feodalite, güç ve rekabet aksesuarıydı önde gelen insanlar arasında.Mesela, yanımda oturan ikinci başkanın yönetici olma sebebi, sayın Başbakan'ın Urfa'ya gelirken uçaktan çatısı elmas gibi parlayan stadı görmesi ve "Yazıktır, bitirin" demesiydi. Böyle bir görevden kaçması mümkün değildi ikinci başkanın. Federasyon istediği kadar "uluslararası normları" ülke sathına yerleştirmekte kararlı olsun, acaba ne kadarı uzanırdı buralara? Bucaklar'ın baş evi Mardin bir sürprizdi futbol yöneticilerimize. Çoğunun yolu düşmemişti ve içinde insanların yaşadığı bu "müze"ye hayran olmaktan başka şansları yoktu. Ve Mardin'de hemen her şeyi devlet adına Vali Temel Koçaklar yönetiyordu. Sayın Koçaklar "etkin" ve "yetkin" bir valiydi. Çalışkandı. Disiplinliydi. İnanılmaz enerjikti. O kadar ki, yarım saatlik Mardin'i tanıtma filmini bile kendisi anlatıyordu konuklarına. Hal böyle olunca futbol adına Federasyon'dan taleplerin de sayın Koçaklar'dan gelmesi kaçınılmazdı. Mardin'in "sivil valisi" Süleyman Bölünmez, sadece başkanı olduğu Mardinspor'a değil çevredeki ilçe takımlarından amatörlere kadar her yere para akıtmayı sürdürüyordu yıllardır. Tek hedef Mardin'i Süper Lig üyesi yapabilmekti. Federasyon acaba UEFA'nın hangi modeline, hangi modeline uydurabilirdi Mardinspor'u? Mardin'e model bulmak Futbol-Devlet ilişkileri deyince akla gelen simge Diyarbakırspor'du Türkiye'de... Dünya'da siyasetin, emniyetin, güvenliğin bu kadar futbolla iç içe geçmiş olduğu bir kent yoktu ki, Futbol Federasyonu üyeleri en büyük deneyimi Diyarbakırdan kazanmış olmasın...Bu yılın başında Diyarbakırspor'u "Devlet Takımı" diye suçlayan amatör futbol takımlarını yazmıştım. Ve o zamanki başkan Ahmet Göksu'nun "asker arkamda" mealindeki "balans ayarını"... Sayın Göksu, İçişleri Bakanımız sayın Abdülkadir Aksu'nun akrabası olsa da "alttan gelen depreme fazla direnememiş ve istifa etmişti". Diyarbakır'da bir şeyler değişmekteydi Avrupa Birliği'ne paralel olarak. Diyarbakırspor'u "sivilleşemedi" diye suçlayan amatörlerin sözcüsü Aydın Gözüaçık, kulüp yönetiminde şimdi. Ama hayır... Olay bitmedi.Federasyon'un vilayeti ziyaretine katılan 7. Kolordu Komutanı Korgeneral Cahit Sarsılmaz ki sayın komutan göreve başlayalı uzun süre olmadığından kendisini tanımazdım. İnalmaz yapıcı ve sıcakkanlı bir insan. Çok da şakacı. Kulağıma anlattığı medya hakkındaki fıkrayı yazamam, çok merak eden olursa anlatırım- kolumu tutup kendisine yaklaştırıp kulağıma şunları söyledi: "Siz de biliyorsunuz, burası kritik bir bölge. Kulübü, futbolu, şer güçlerin eline bırakmamak lazım. Federasyon da yardımcı olmalı". Doğu ve Güneydoğu'da altı kent dolaştık, hiçbirinde sayın Levent Bıçakçı'nın kendini bu kadar suyun akışına bıraktığına rastlamadım. Sadece dinliyordu. Anlamaya çalışıyordu. Doğu ve Güneydoğu'nun "nevi şahsına münhasır" gerçeklerini öğreniyordu besbelli. Bu gezi, Anadolu insanının Federasyonu yanında görmesi kadar, Federasyonun bilgi ve birikimi açısından da önemliydi. eguven@milliyet.com.tr Komutan kulağıma dedi ki !