Orhan Erdemir, hırslı ve kararlı. Hızla yükseliyor. Biraz sabırsız gibi. Bir an önce zirveyi yakalamayı düşünüyor ve "Yakında Avrupa'da benim adım duyulacak" diyor
Hırslı, kararlı ve kendisinden fazlaca emin. Kafasına yükselmeyi koymuş. Hızla yükseliyor. Şu an Türk hakemliğinin batı penceresinde duran en büyük umut. Aklı hep yukarılarda. Büyük hedeflere, büyük adımlarla koşmak istiyor. Biraz sabırsız gibi. Bir an önce zirveyi yakalamayı düşünüyor. İki ayrı yüzü var. Biri sert, hatta nemrut. Sanki gülmeye tövbe etmiş. İkincisi sıcak ve dost bakışlı. İlk tanıştığınızda, ilk yüzünü kullanıyor. Tanıdıkça ve ısındıkça ikinci yüz devreye giriyor. Aslında yakışan yüzü de o. Ekonomik rahatlığı, belli hakemliğine yansıyor. Bu kadar kopya yeter! Gerisini de Orhan Erdemir anlatsın:
"Yaşım daha 18. Hep babamdan gizli oynuyorum. Gençliğinde ayağı kırılmış. Sonra futboldan kopmuş ve nefret eder olmuş. Dersleri asıyorum. Okuldan kaçıyorum. Kendimi hemen sahaya atıyorum. Yetenekliyim de. Babamın tek isteği var. Kendi işine devam etmem. O zaman ünlü bir tekstilci. İşleri çok iyi. Henüz iflas etmemiş. Profesyonel olucam. Ama babamın imzası lazım. Nasıl söylerim? Nasıl razı ederim? Nuh der, peygamber demez. Huyunu biliyorum. Baktım olacak gibi değil, imzasını taklit ettim. Profesyonelliğe geçtim. Babam duydu, tabii kıyamet koptu. Evden kovmaya kalktı. Annem araya girdi. Büyük olaylar yaşandı. Sonunda kabul etti. Artık Süleymaniye'nin kalecisiydim.
2 yıl oynadım. Ayağımdan sakatlandım. Bilek kemiğimin altı kırıldı. Annemin amcası Amerika'da. O teklif etmiş, babam da fırsatı değerlendirmiş. Amacı üniversiteye göndermek bahanesiyle beni futboldan kopartmak. 2.5 yıl Amerika'da kaldım. Tabii düzelir düzelmez ilk işim kendime takım bulmak. New York'tayım. Yasin Özdenak o dönem Cosmos'da. Aradım, sekreterini geçmek, kendisine ulaşmak mümkün değil. Ahmet Ertegün'ü buldum. Kibarca reddedildim. 'Bize ünlü isimler lazım' dedi. Neyse 3. kümeden College Point takımına transfer oldum. İki sezonda takımı 1. kümeye çıkardık. Üniversitede burs kazandım. Bedava okuyacağım. O sıra babamın önce işleri, sonra sağlığı bozuldu. Mecburen döndüm.
Artık çalışıyorum. Farklı sorumluluklar üstlenmem gerek. Futbolu bıraktım. Oysa oynasam, galiba Türkiye'nin en iyi kalecisi olurdum. Şartlar çalışmamı gerektirdi. O sıra bir arkadaşım hakem kursuna yazıldı. Ben de merak ettim, gittim. Araya askerlik girdi. Evlilik girdi. Ekonomik durum kötü. Hanım hafta sonları evden ayrı kalmamı istemiyor. O zaman amatör küme şimdiki gibi değil. Para peşin ödeniyor. Oturduk, konuştuk. En azından bir takviye olacak. Ufak tefek masraflarımızı çıkarırız, dedim. Ve hakemliğe daha çok önem vermeye başladım.
En büyük zevkim, hafta sonları, maç olmadığında eşim, çocuğum ve aile dostlarımızla kent dışında tatile gitmek. Boş kaldığımda maç izlemek. Profesyonel futbol oynamam ve dil bilmem, hakemlikte büyük avantajlarım. En önemli hedefim FIFA hakemliğiydi. Bu sezon yakaladım. Şimdi artık önüm açık. 2000 yılında Dünya Gençler Şampiyonası'nda maç yönetmeyi hedefliyorum. 2002'de ise Dünya Kupası'nı. UEFA'ya kendimi çok iyi tanıttım. Yabancı dilimin iyi olmasından dolayı bana çok destek veriyorlar. Şenes bey çok yardım ediyor. Sahada hata yapmadığım sürece, Avrupa'da çok iyi yere geleceğimi söylüyor. Ben de hedeflerimin ne olduğunu iyi biliyorum.
Hakemlik çok farklı bir haz. Maddi açıdan hiçbir beklentim yok. Zaten hakemlikten aldığım parayı, hemen hakem arkadaşlarım için kullanırım. Yardımcı hakemlerimle birlikte maç öncesi kampa girerim. En iyi koşullarda onları ağırlarım. Tüm masraflarını ben üstlenirim. Bunu yapmaktan zevk alıyorum. Türkiye'nin en iyi 7 hakeminden biriyim. Yakın gelecekte Avrupa'da bir Türk hakemi Orhan Erdemir'in adı duyulacak. Dünya Kupası'na gideceğim, Orhan Erdemir'in adı duyulacak. Bunlar bana daha çok çalışmam için hırs veriyor.
Tanınmış olmak insana farklı bir güven veriyor. Gittiğiniz her kapı saygı ve sevgi çerçevesinde açılıyor. Sigortacılık yapıyorum. Çok açık söylüyorum, hakem Orhan Erdemir olmasaydım, işimde bu noktaya gelemezdim.
Fenerbahçe'nin İstanbulspor ile oynayacağı maça gidiyorum. Oğlum, 'Boliç düşecek. Penaltı ver. Yoksa yakarım' dedi. O zaman daha 6 yaşında. Maçta hakikaten Boliç'in düşme pozisyonu var. Ama penaltı değil. Eve girdim, 'Ben sana demedim mi Boliç'e penaltı vereceksin diye. Git konuşmuyorum' deyip küsmez mi? O haline çok gülmüştüm.
Tepkilerimi hemen gösteririm. Haksızlığa tahammülüm yok. En
son söylenecek lafı, ilk söyleyenlerdenim. Dürüstlük benim için çok önemli. Sahtekarlık yapanı affedemiyorum. Biraz Amerikan zihniyetliyim. Gelişme çağını orada yaşamamın getirdiği önemli avantajları yaşıyorum. İşimde son derece ciddiyim. Ama iş bittiğinde, her türlü şeyi yaparım.
Hakem camiasıyla bir parça mesafeliyim. Benim için 'Asık suratlı' diyorlar. 'Soğuk' diyorlar. Dış görünüşüm gerçekten de öyle. Ancak biraz yakından tanıyanlar, hemen o yargılarını değiştiriyorlar.
Doğma büyüme Yeşilköy'lüyüm. Fakat kimse beni Orhan ismimle tanımaz. Herkes Ahmet bilir. İsim öyküm ilginç. Ben doğuyorum. Babam iş için o sıra Aydın'da. Çok yakın bir arkadaşıyla konuşmuşlar. Hemen hemen aynı tarihlerde ikisinin de çocuğu olacak. Erkek olduğunda, anlaşmışlar. Birbirlerinin adını verecekler. Annemin bundan haberi yok. Doğuyorum. Annemin dedesinin adı Ahmet. Aradan üç gün geçiyor, babam hala gelememiş. İslam geleneği, annem kulağıma
ezan okutturuyor ve adımı Ahmet koyuyor. Babam geliyor, 'Hayır olmaz' diyor 'Arkadaşıma sözüm var.' Annem inat ediyor, 'Hayatım boyunca Ahmet' derim. Babam inat ediyor 'Orhan' derim. Sonuçta babam nüfus kağıdımı Orhan diye çıkartıyor. Resmen öyle bir ismim yok. Ancak annem beni hala Ahmet diye çağırır. Ve yakın çevremde herkes beni Ahmet bilir.
Kendime çok iyi bakıyorum. Hergün düzenli 8 kilometre koşarım. Gıdama, uykuma çok dikkat ederim. Özel masörüm var. Yurt içindeki tüm maçlarıma götürürüm. O masaj yaptığında, kendimi havada yürüyecekmişcesine rahat hissederim. Hakemlik Türkiye'de iyi noktalara geliyor. Fakat hala çağdaşlaşamadık. Neden ben gidip futbolcuyla
yemek yemeyeyim? Neden bir kulüp başkanıyla oturup sohbet etmeyeyim? Bir teknik adamla kahve içmeyeyim. Biz bunları aşmak istiyoruz. Ancak..."
Bir anı
'Böyle yaparsan...'Sabri Çelik'in yardımcılığını yapıyorum. Sene 1992. Galatasaray - Beşiktaş maçı. Karşı tarafta Muhittin Boşat var.
Bir pozisyon oldu. Metin bana döndü, "Allah belanızı versin" dedi.
Şimdi bayrağı kaldırsan, kimse görmemiş, duymamış. Bir de şu anki gibi rahat değilim. Lafın altında da kalamıyorum. Döndüm, "Hiç yakışmıyor. Böyle yaparsan, Allah senin belanı verir" dedim.
Aradan 30 saniye geçti, geçmedi. Metin bir kasti tekme attı. Pat, kırmızı.
Kendimi tutamadım, başladım gülmeye.
Allah sanki olaya hemen müdahale etmiş ve Metin söylene söylene soyunma odasının yolunu tutmuştu.
İnciler
Açıkçası, kitap okumayı pek sevmiyorum. Boş vakitlerimde okumak hiç de hoşuma gitmiyor. Ben zamanı daha farklı değerlendirmek istiyorum
Doğan Babacan ile Ahmet Çakar'ın uluslararası alanda yakaladıkları başarıları aşacağıma inanıyorum. UEFA'ya kendimi çok iyi tanıttım
Hakemlik çok farklı bir haz. Maddi açıdan hiçbir beklentim yok. Zaten hakemlikten aldığım parayı, hemen hakem arkadaşlarım için kullanırım
Sokakta yürürken insanlar tarafından tanınmak çok güzel bir duygu. Futbolda elde edemediğim ünü, hakemlikte yakalıyorum
Sigortacılık yapıyorum. Belli prensiplerim var. Asla bir futbolcunun ya da yöneticinin sigortasını yapmam
Bir kez şike teklifi aldım. Oğlumdan. O zaman Fenerbahçeliydi. Şimdi Galatasaraylı. Bizimkisi galiba kim şampiyon olursa onu tutuyor
Biraz Amerikan zihniyetliyim. Gelişme çağını orada yaşamamın getirdiği önemli avantajları yaşıyorum. İşimde son derece ciddiyim
Hakem camiasıyla bir parça mesafeliyim. Bir zamanlar hakemliğin politikasına, yani dernek işlerine girmiştim. Bu konuda çok zarar gördüm
Kimdir?
1963 yılında İstanbul'da doğdu. Özel Şişli Koleji mezunu. Profesyonel olarak 2 yıl futbol oynadı. 1985 yılında hakemliğe başladı. Ligde 5 sezonda 50'nin üzerinde maça çıktı. Bu sezon FİFA hakemi oldu. 7 kez derbi yönetti. Evli, 8 yaşında oğlu var. İngilizce biliyor. Mesleği sigortacılık.