Maç 67. dakikada başladı. Egemen’in şahane kafa şutu sanki maçın başlangıç düdüğüydü.
Peki, ilk 67 dakikada hiç mi bir şey olmadı?
Oldu.
Karşılıklı yarım yamalak ikişer pozisyon bulundu. Canı gönülden değil, mecburiyetten, top kaleye doğru gittiği için...
Oyun hep orta alanda geçti, sürekli yan pas, geri pas... Hangi takım öne çıkmayı denese rakibi basıyordu.
Dinamo Kiev diri takım... Güçlü takım... Dirençli oyuncuları var. Beşiktaş da farklı değildi. O da rakibini dikine oynatmadı.
Hal böyle olunca maç orta alana sıkıştı kaldı. İlk yarı seyir zevki olarak idare ederdi, ama ikinci yarının başında futbol hakikaten uyuzdu.
Ne Beşiktaş oynadı, ne Kiev...
Galiba ilk maçta 90 artı 4’te gelen gol iki takımıda acayip etkilemiş. Heyecana gerek yok, risk almayalım, daha çok vakit var, hele bir 90’ıncı dakikayı görelim anlayışı futbol mutbol bırakmadı.
Duran top, yan top, ve gol... Atmosfer değişti.
Kiev gol atmak için açıldı, Beşiktaş, Kiev’in verdiği açıklardan ikinci golü bulurum mu diye oynadı.
En önemli silahı Quaresma’ydı. Gerçi çocuk ruh hastası... Ne zaman ne yapacağı belli olmuyor. O attığı çift vuruşu gözünüzün önüne getirin. İnsan değil antrenman maçında mahalle maçında bile vurmaz. Ama galiba Q7’yi ,Q7 yapan bu...
Olmadık yerde olmadık işler yapıyor, bir anda dört adamı peşine takıyor.
Sahanın en iyi adamı Veli’ydi. Egemen’di. Ernst’ti.
En kötüsü ise Simao...
Dolaştı durdu.
Maçın en kritik anı ise; Kiev’in 90 artı 2 de yakaladığı pozisyonlardı. Pozisyonlardı diyorum adamlar üst üste 7 kere kaleye vurdu, defanstan döndü, kaleciden döndü, direkten döndü.
Ben böyle karambol görmedim.
Gol olsa Kiev’deki vurgundan Beşiktaş büyük travma yaşardı.
Sonuç; Beşiktaş iyi oynamadı, ama akıllı oynadı, Avrupa’da yola devam dedi..