Maçın özeti şuydu. Bir tarafta 11 kişilik Fenerbahçe vardı öte tarafta Fernandes...
Aldı, verdi, koştu, vurdu. Her topta o vardı, her atak onula başladı. Dört kişilik oynadı.
Mükemmeldi.
Aslında kötülerin maçını izledik. Beşiktaş iyi değildi. Hele ilk yarının başında sahada yok gibiydi.
Fenerbahçe rahat rahat geliyor, Emre’yle çıkıyor, Kuyt’la yaklaşıyor, Sow ile Webo kaleyi yokluyor, Beşiktaş defansı olan biteni seyrediyordu.
Beşiktaş’ın orta sahası tek bir hamle yapmıyordu.
Yapamıyordu. Hele sol taraf... Koridor olmuştu.
Bu durumu gole kadar herkes seyretti..’Beşiktaş’ın yapacak bir şeyi yoktu. Gücü bu kadardı.
***
Fenerbahçe biraz top oynasa, oyunu biraz hızlandırabilse tarihi fark olması işten bile değildi. Fener’de bunu beceremedi.
Ters bir top, beklenmedik gol maçın kaderini değiştirdi.
Durum 1-1 olunca sahneye Fernandes çıktı. Sadece oynamadı, oynattı da... Fernandes oynayınca yanındakiler de gaza gelmiş olacaklar ki, onlar da ufaktan top çevirmeye başladılar.
Maçın ilk dakikasında orta sahayı teslim alan Fenerbahçe geri vermek zorunda kaldı. Top hakimiyeti Beşiktaş’a geçti.
Maçta denge sağlandı.
Sadece denge sağlanmadı, Beşiktaş’a moral de geldi. 60 dakika gol yememeyi düşünen takım gol atmayı düşünme başladı. Oğuzhan’ın girmesiyle işler yoluna girdi.
***
Haksızlık etmeyelim. Maçın son çeyreğinde Fenerbahçe’de gol aradı. Zaten ne olduysa bu arayış sırasında oldu. Maçın son saniyeleri oynanıyordu, Niang Olcay’a öyle bir top attı ki, al futbol okullarında pas nasıl verilir diye göster.
Olcay’da o pasın hakkını verdi.
Hakem iki düdük çaldı. Gol düdüğü, maçın bitiş düdüğü...
Santra mı?
Yeni statta...