Cadde AHLAKi DEĞERLER UMURUMDA OLMADI

AHLAKi DEĞERLER UMURUMDA OLMADI

31.01.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:

Vladimir Nabokov, Sovyetler Birliği’yle bağlarını kopardı. 19’uncu yüzyılın en dikkat çekici hikayelerini ana dilinden yoksun yazdı. Başyapıtı ‘Lolita’ hâlâ edebiyatın en tartışmalı öykülerinden biri. Camus ve Faulkner’ı anlamsız bulan, Joyce’u yerle bir eden yazar, romancı yerine kelebek avcısı olmayı tercih edebileceğini söylüyor

AHLAKi DEĞERLER UMURUMDA OLMADI

Vladimir Nabokov eşi Vera ile İsviçre’de, geçtiğimiz yüzyılın Rus aristokratlarının favori tatil beldesi olan Cenevre Gölü’nün kıyısındaki Montrö kentinde, Montreux Palace Oteli’nde yaşıyor. Burası çiftin Amerika Birleşik Devletleri’ndeki apartman dairelerini andırıyor, bir sürgün yeri gibi, geçici bir mekan görünümünde, birbirine bağlı odalarda oturuyorlar. Odalardan biri ara sıra ziyaretlerine gelen oğulları Dimitri’ye ayrılmış; bir diğeri ise ‘chambre de debarras’ (sandık odası) görünümünde. Burada aralarında Lolita’nın Türkçe ve Japonca basımlarının, başka kitapların, spor malzemelerinin ve bir Amerikan bayrağının da bulunduğu çeşitli eşyalar bulunuyor.
Nabokov sabahları erken kalkıyor ve çalışıyor. Eserlerini dosya kağıtlarına yazıyor; sonra bunlar roman haline gelene dek tekrar yazılıyor, genişletiliyor ve düzenleniyor. Sıcak havalarda Montrö’de güneşlenmeyi ve otelin yanında, bahçedeki havuzda yüzmeyi seviyor. 68 yaşında, ağır, yavaş ama güçlü görünüyor. Çok kolay eğlenip çok kolay canı sıkılabiliyor ama ilkini yapmayı tercih ediyor. Kendisini tamamıyla kocasına adamış olan eşi her şeyiyle ilgileniyor; mektuplarını yazıyor, işle ilgili konuları hallediyor, yanlış bir şey söylediğini düşünüyorsa sözünü kesip düzeltmeler bile yapıyor. Son derece güzel görünen, düzenli ve ağır başlı bir kadın Vera. Nabokovlar sık sık kelebek avına çıkıyor, fakat uçakla seyahatten hoşlanmadıkları için gittikleri yerler oldukça sınırlı.
Nabokov şu anda zamanın gizemi ve muğlaklığı hakkında uzun bir roman üzerinde çalışıyor. Kitabından bahsederken bakışları ve sesi işine dönmeye can atan neşeli ve biraz kafası dağınık genç bir şairinki gibi.
Herbert Gold, 1967

Haberin Devamı

Günaydın. Size bir dizi tuhaf soru sormak istiyorum.
Günaydın. Ben hazırım.

Humbert Humbert ve Lolita arasındaki ilişkinin ahlaka aykırı olduğunu düşünüyorsunuz. Fakat Hollywood ve New York’ta kırk yaşındaki erkeklerle Lolita’dan birazbüyük kızların ilişkileri oldukça yaygın. Evleniyorlar ve bu halkın tepkisini çekmiyor, hatta hoşuna gidiyor.
Hayır, Humbert Humbert ve Lolita ilişkisinin ahlaka aykırı olduğunu düşünen ben değilim; bu Humbert’in görüşü. Bu onun umurunda, benim değil. Halkın ahlaki değerleri benim hiç umurumda olmadı; ne Amerika’da ne de başka bir yerde. Hem ayrıca kırk yaşındaki erkeklerin ergenlik çağında ya da erken yirmili yaşlardaki kızlarla evlenmelerinin ‘Lolita’ ile hiçbir alakası yok. Humbert ‘küçük kızlara’ meraklıydı ‘genç kızlara’ değil. Küçük peri kızları kız çocuklarıdır, genç yıldızlar veya ‘seks sembolleri’ değil. Lolita, Humbert ile tanıştığında 12 yaşındaydı, 18 değil. Hatırlarsanız 14’üne geldiğinde Humbert ondan ‘yaşlanan metresim’ diye söz ediyordu.

Haberin Devamı

Arizona’nın nisan ayı kadar Amerikalıyım
Peki, günümüz Rusya’sından uzaklaşmanızı nasıl tanımlarsınız?
Şimdilerde reklamı yapılan sahte samimiyete derin bir güvensizlik duygusu olarak. Telafisi mümkün olmayan adaletsizliklerin sürekli farkında olmak olarak. Bugünün vatansever ‘Sovietski’ insanını harekete geçiren her şeye karşı berkelam bir ilgisizlik olarak. 1918 gibi erken bir tarihte Leninciliğin ‘meşçantsvo’sunun yani, dar kafalı burjuva ukalalığı ve cahiliyetinin farkına varmış olmanın getirdiği derin tatmin duygusu olarak tanımlarım.

Kendinizi Amerikalı olarak görüyor musunuz?
Evet görüyorum. Arizona’nın nisan ayı kadar Amerikalıyım. Batı eyaletlerinin bitki örtüsü, canlıları ve havası Asya ve Kutup Rusya’sı ile bağlantımın devamını sağlıyor. Elbette Rus dili ve tabiatına, yöresel Amerikan edebiyatı veya Kızılderili danslarıyla ya da tatlı kabak kekiyle spritüel düzlemde duygusal bir bağ kuramayacak kadar çok şey borçluyum. Fakat Avrupa sınır kapılarında yeşil Amerikan pasaportumu gösterdiğimde içimi ısıtan ve beni neşelendiren bir gururla doluyorum. Amerika’yla ilgili meseleler hakkındaki kaba eleştirilere alınıyor ve kızıyorum. İç politikada tamamıyla ırkçılık karşıtıyım. Dış siyasette ise kesinlikle hükümetin tarafını tutuyorum.

Çalışma alışkanlıklarınız hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz? Önceden belirlenmiş bir programa göre mi yazıyorsunuz? Bir bölümden diğerine atlar mısınız yoksa başından başlayıp sonuna kadar gider misiniz?
Eserin yapısı eserden önce gelir. Seçtiğim herhangi bir yerden bulmacanın boşluklarını doldurmaya başlarım. Bu parçaları roman tamamlanana kadar kartotekslere yazarım. Çalışma saatlerim esnektir ama çalışma araçlarım konusunda oldukça seçiciyimdir: Çizgili Bristol kartlarına, iyice sivriltilmiş ama sert uçlu olmayan silgili kurşun kalemlerle yazarım.

Özellikle geliştirmek istediğiniz belli bir dünya görüşünüz var mı? Nostaljik’ misinizdir? Hangi dönemde yaşamış olmayı isterdiniz?
Sessiz uçaklar ve zarif hava bisikletlerinin, bulutsuz gümüşümsü göklerin ve kamyonların Morloklar gibi , (H.G. Wells’in ‘Zaman Makinesi’nde anlattığı ilkel yamyam insan ırkı)tüm dünyada ses yalıtımlı yer altı yollarda seyredecekleri bir gelecekte yaşamak isterdim. Geçmişe gelince uzay-zamanın çeşitli köşelerinde kalmış kayıp zevkleri yeniden yaşamaya hayır demezdim; bol pantolonlar ve uzun, derin banyo küvetleri gibi.

Roman yazmanın dışında ne yapıyorsunuz veya ne yapmak isterdiniz?
Ah, kelebek avlamak tabii ki ve onları incelemek. Edebi ilhamın zevki ve ödülü mikroskobun altında yeni bir organ keşfetmek veya İran ya da Peru’nun dağlarında bilinmeyen yeni bir tür bulmanın yanında bir hiç kalır. Eğer Rusya’da devrim olmasaydı kendimi tamamen lepidopterolojiye (kelebekleri inceleyen bilim dalı) adayabilir, kesinlikle hiç roman yazmayabilirdim.

Haberin Devamı

Birçok tanınmış yazar benim için ölüdür

Büyük bir zevkle takip ettiğiniz çağdaş yazarlar var mı?
Böyle birkaç yazar var ama isimlerini vermeyeceğim. İsmi olmayan zevkler kimseyi incitmez.

Peki, büyük bir acıyla takip ettikleriniz var mı?
Hayır. Birçok tanınmış yazar benim için ölüdür. İsimleri boş mezar taşlarına kazınmıştır, kitapları işlevsizdir, benim okuma zevkime göre tamamıyla var olmayan varlıklardır onlar. Brecht, Faulkner, Camus ve birçok başka yazarın bence hiçbir anlamı yoktur. Leydi Chatterley’in çiftleşmelerini veya Bay Pound’un kendini beğenmiş saçmalıklarını, tamamen sahte olan bu edebiyatın ‘büyük edebi eser’ler olarak kabul edildiğini gördükçe kendi beynimde oluşan komplo teorileriyle savaşmak zorunda kalıyorum. Ayrıca fark ettim ki birçok evde Bay Pound artık yerini Dr. Schweitzer’a bırakmış.

Joyce’tan neler öğrendiniz?
Hiçbir şey.

Haberin Devamı


Ah, hadi ama!
James Joyce beni hiçbir şekilde etkilemedi. ‘Ulysses’ ile ilk temasım, 1920 yılında, Cambridge Üniversitesi’ndeyken arkadaşım Peter Mrozovski Paris’ten kitabın bir kopyasıyla gelip, önümde ileri geri yürüyerek bana kitaptan pasajlar okumasıdır. Okuduğu yer Molly’nin monologundan bir iki nükteli bölümdü, ki bence burası -‘entre nous soit dit’ (laf aramızda)- kitaptaki en zayıf bölümdür. Ancak 15 yıl sonra, oturmuş bir yazarken ve yeni bir şey öğrenmek veya öğrenmemek konusunda tereddüt ederken ‘Ulysses’i okudum ve son derece zevk aldım. ‘Finnegan’s Wake’e gelince bu konuda tamamen kayıtsızım, herhangi bir lehçeyle yazılmış tüm yöresel edebiyata kayıtsız kaldığım gibi söz konusu olan bir dâhinin lehçesi dahi olsa, bu böyle.

James Joyce hakkında bir kitap yazmıyor musunuz?
Ama sadece onun hakkında değil. Düşündüğüm şey Cornell’de verdiğim ders notlarıma dayanan, Ulysses, Madam Bovary, Kafka’nın Metamorfoz’u ve Don Kişot gibi çeşitli eserler hakkında yirmişer sayfalık makaleler yayımlamak. Zalim ve kaba bir eser olan Don Kişot’u Memorial Hall’da altı yüz öğrenciye verdiğim bir derste paramparça edişimi büyük bir zevkle hatırlarım; daha muhafazakar birçok meslektaşımın dehşetli ve utanmış bakışları önünde hem de.

Peki sizi etkileyen diğer yazarlar kimler? Puşkin mi?
Bir bakıma evet Tolstoy ve Turgenev’in, Puşkin’in sanatındaki gurur ve saflıktan etkilenmelerinden daha fazla değil ama.

Ya Gogol?
Ondan bir şey öğrenmemek için çok dikkatli davrandım. Bir öğretmen olarak güvenilmez ve tehlikelidir. En kötü halinde, Ukrayna zırvalıklarında olduğu gibi, değersiz bir yazardır; en iyi halindeyse kıyaslanamaz ve taklit edilemez biridir.

Yazar olarak göze çarpan ya da gizlide kalmış bir kusurunuz var mı?
Doğal bir sözcük dağarcığından yoksun olmam. İtiraf etmesi tuhaf bir şey ama doğru. Sahip olduğum iki araçtan birini ana dilimi- artık kullanamıyorum; bu sadece Rus okur kitlemin artık var olmamasından kaynaklanmıyor; 1940’ta İngilizceye geçtiğimden beri Rusçadaki söz oyunlarından aldığım heyecan da yavaş yavaş azaldı. İngilizcem, yani sahip olduğum ikinci araç, ne yazık ki pek esnemeyen, yapay bir şey; bir gündoğumunu veya sineği tarif ederken iyi hoş da, bir depo ile mağaza arasındaki en kısa yolu tarif ederken ihtiyaç duyduğum yerel ifade tarzının söz dizimi ve kelime açısından fakirliğini saklamaya kafi gelmiyor. Eski bir Rolls Royce sade bir cipe her zaman tercih edilir.

Kariyerinizde en pişmanlık duyduğunuz olay hangisi?
Amerika’ya daha önce gelmemem. 1930’lu yıllarda New York’ta yaşamış olmayı çok isterdim.

Şu andaki ününüzün kayda değer bir dezavantajı var mı?
Ünlü olan ‘Lolita’, ben değilim. Ben telaffuz edilemez isimli, muğlak, bir romancıyım.