Cadde ‘Beni gören erkek soyunmaya başladı’

‘Beni gören erkek soyunmaya başladı’

25.02.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hem aylak, hem tutkulu, her dem aykırı sinemacı Gani Rüzgâr Şavata, sözünü sakınmıyor. Sinemada erkeklerin bir bir soyunmaya başlamasında da milat olduğunu iddia eden Şavata, "SINIR FİLMİNDE SOYUNDUM VE GERİSİ GELDİ" diyor

‘Beni gören erkek soyunmaya başladı’

MUHALİF - PROVOKATİF - SİNEMACI
‘Beni gören erkek soyunmaya başladı’

Hem aylak, hem tutkulu, her dem aykırı sinemacı Gani Rüzgâr Şavata, sözünü sakınmıyor. Sinemada erkeklerin bir bir soyunmaya başlamasında da milat olduğunu iddia eden Şavata, "SINIR FİLMİNDE SOYUNDUM VE GERİSİ GELDİ" diyor

‘Beni gören erkek soyunmaya başladı’
BULUŞMALAR / Ahmet TULGAR

Gani Rüzgâr Şavata, Amerikalılar’ın "independent (bağımsız)" sözcüğünden türeterek "indie" dedikleri; büyük yapım şirketleriyle çalışmayan bağımsız sinemacılara benziyor. Filmlerini kendi yazıyor, kendi çekiyor, kendi oynuyor. Fransızlar’ın "cinema d’auteur (yazar sineması)"ünde olduğu gibi. Ve filmlerinin gösterildiği, Türkiye’nin dört bir yanındaki salonları dolaşıyor, seyircisiyle sohbet ediyor. Güneydoğu’da köy köy dolaşıp, sözlü tarih aktaran, efsaneler anlatan "dengbejöler gibi.
Gani Rüzgâr Şavata son üç filmi "Drejan", "Sınır" ve "Doz" ile iyi iş yaptı. Türkiye’nin en çok VCD’si satılan sinemacısı oldu. Ama kazandığı bütün parayı yine sinemaya yatırdığı için hâlâ gecekonduda oturuyor...

‘Aslında komedyenim’
Geçenlerde Radikal’de sizin sinema kavganız Yılmaz Güney’inkine benzetiliyordu. Gani Rüzgâr, siz kendinizi nereye konumlandırıyorsunuz sinemada?
Bu benzetme için bir şey diyemem ama sahiden de Türkiye’de sinema yapmak çok zor, yürek ister, vebal ister. Ben halkın manevi desteği ile yola çıktım ve Türkiye’de senede 10 film yapılıyorsa bunun birini ben yapıyorum.

Nereden çıktınız siz, nereden geldiniz?
Benim çocukluğum Yılmaz Güney’in filmlerini seyrederek geçti Malatya’da. Ve sinemaya âşık oldum. Bu okumakla olmuyor. İnsanın içinde böyle bir ruh, bir güdü olmalı benimki gibi. Ancak Malatya’da sinema yapmak imkansızdı, tiyatro yaptım. Önce kendi amatör grubumu kurdum, sonra da belediyenin desteğiyle Malatya Şehir Tiyatrosu’nu kurdum. 17 yıl tiyatro yaptım. Ama sinemadan öte bir sanat dalı henüz dünyada keşfedilmemiştir ve sanat ruhu taşıyan bizim gibi insanların özlemi hep sinemadır.

Ne oynuyordunuz Malatya’da?
Ben komedyendim. Fakat komedi oynamaktan utanıyor, komediyi sahnede ister istemez drama çeviriyordum. Malatyaspor ikinci lige düştüğünde "Mişmişspor Nereye, Başkan Aranıyor" diye bir piyes sahneye koydum. Fakat sahnede ağlamışım, insanlar da ağlamış. Sonra ilk Kürtçe tiyatroyu sahneye koydum, Halepçe katliamını anlattım. Bulgar zulmünü anlattım. "Pranga 1, 2, 3" diye bir tiyatro dizisi yaptım, ABD’nin Vietnam soykırımını anlattım. Bulgar zulmü oyununu Turgut Özal ve oğlu Ahmet de izledi.

İstanbul’da herhalde hemen başrol oyuncusu, yönetmen filan olmadınız. Çok süründünüz mü?
Bana "Ajanslara gel, figürasyon olarak çalış" dediler ama yapmadım, hikayeler, senaryolar yazdım. Yapımcılara götürdüm ama karşılık bulamadım.

Fazla mı siyasi buluyorlardı projelerinizi?
Hayır, ben aslında başta ılımlı geldim sinemaya. İlkin kimliğimle çıkmadım yani.

Poşu yoktu yani ilk başta boynunuzda.
Hayır, poşu yoktu. Poşu yaşam kültürümde, tarihimde bulunuyordu ama ben Yeşilçam’da ilk başlarda poşusuz dolaştım. Kürt olduğum için korktum ilk başlarda poşu takmaktan. Hatta önce video işine girdim, çektiğim video filmlerin üstüne kendi adımı bile yazmıyordum.

Ne tür şeyler çekiyordunuz o zaman?
Betacam kamerayla.

Hayır, konu olarak soruyorum.
Yine konu kendimizdi, yani Türkiye’deki yaşam biçimi yani insanlardan kesitlerdi. Videolarla birlikte 18 film çektim. Altısı 35 milimetre.

"Sınır" filminin bir sahnesinde çırılçıplak oynuyorsunuz. Bu sizin çevrenizde yadırganmadı mı?
Tabii ki haya yerlerimi koli bantlarıyla bantlamıştım. Erkeksel organım bantlıydı. Beni gören sinemadaki kardeşlerimiz, Özcan Deniz filan da sonra çırılçıplak soyundu. Çıplaklığı basamak yapmaya başladılar.

Utandınız mı bu sahnenin çekimlerinde?
Evet. Ben Anadolu kültürü ile büyüdüm. İnsan utanınca erkeksel organı tümüyle bitiyor. Ben de ucunu bantlayınca, yeğenim "Dayı, kadın gibi oldun, dümdüz" dedi. Bir kağıdı top yapıp geldi, yapıştırdı, üstünü de yeniden bantladı, orası şişti, benim de ellerim zincirli, müdahale edemiyorum. "Yapma, ayıp" diye bağırıyordum. Çekim başladı. İşkence sahnesi, başımdan aşağı su döküyorlar. Bant açılmaya başladı. Foyam çıkacak diye nasıl korkuyordum.

‘Herif, film yapma da artık bize bir ev al’
Bir bakıyoruz Halepçe katliamını anlatıyorsunuz, bir bakıyoruz Bulgar zulmünü ya da Çeçenistan’ı. Hem sol, hem sağ tribünlere mi oynuyorsunuz? Oportünist misiniz siz Gani Rüzgâr?
Hepsini anlatırım ben. Ama milliyetçi, sağcı kesim benim eserlerimi zaman zaman sahipleniyor gibi görünse de aslında değil. İnsan acısını ancak demokrat ve devrimci insanlar anlayabilir. Ben bunu biliyorum, ben sadece politik davrandım, oportünistçe değil.

Halepçe katliamı sizde büyük bir travmaya yol açmış galiba. Çok sık gündeme getiriyorsunuz Saddam’ın Kürt halkına yönelik bu katliamını...
Evet, 1988’de bu olay olur olmaz, daha katliam sürerken sahneye taşıdım. Uyuyamıyordum geceleri. Şimdi artık dünyanın neresinde bir katliam olsa sabahlara kadar uyuyamam.

Yıllar önce sizi Ceylanpınar’da, Suriye sınırında görmüştüm. İki ülkeye bölünmüş aileler kucaklaşırken, siz bu fırsatı değerlendiriyor, film çekiyordunuz ekibinizle, oyuncularınızla.
Tabii, ben hep doğal platolarda çalışırım. Çekimlerde gerçek silah, gerçek mermilerle oynarız. Bir keresinde yaralandım göğsümden, sekiz dikiş atıldı. Gerçek hayvan kanı kullanıyorum filmlerde.

Tam da hayvanseverlerin Sinan Çetin’i protesto ettiği dönemde bunu söylemeniz iyi oldu?
Ben bunu sinemada gerçekçilik olsun diye yaptım. Bizde at, silah çok olur, biliyorsunuz. Diğerini siz ekleyin.

Medyanın yasalarını da öğrenmişsiniz. Her filminizde bir manken oynatıyorsunuz.
Evet, son filmimde Tuğba Özay oynayacaktı ama olmadı. Aslında biz Tuğba’yla çok iyi arkadaşız. Geçenlerde beni doğumgününe çağırdı. Eh, o da solcu, CHP’ye üye oldu.

Her yıl her film festivalinde bir olay çıkarıyorsunuz, neden? Mutlaka ödül almak zorunda mısınız?
Ankara Film Festivali’nde aldık zaten ödülü. "En İyi Sanat Yönetmeni" ödülü. Ama mesele bu değil: Antalya’daki festivalde 10 film gösterildi, diğer dokuz filmin seyircisi benim filmimin seyircisi kadar değildi. Ama bu ödül dağıtımına yansımıyor.

Çok para kazandınız mı sinemadan?
Hayır. Ben elime geçen parayı sinemaya yatırıyorum. Benim sinemadan daha kursağıma para geçmemiştir. Hâlâ ailece gecekonduda oturuyoruz. Ben gündüz neysem, akşam da oyum. Zaten ilk başta babam ailemi benimle birlikte İstanbul’a göndermedi. Çünkü bana ailenin delisi gözüyle bakıyorlardı. İsteseydim, bugün ben de Etiler’de, Ataköy’de, Florya’da otururdum.

Karınız, çocuklarınız şikâyet etmiyor mu bu durumdan?
Tabii, çocukların hakkı. Çocuklarımın, eşimin bende hakkı çok. Ben onların hakkını ödeyemem. Ne yapayım, benim yaşadığım aşkı, acıyı onlara da tattırıyorum. Geçen yıl "Sınır" filminden epey para kazandık, eşim "Herif, bir ev al artık" dedi. Ben, "Hanım, bir film daha yapalım" dedim, bu sefer de "Doz"a yatırdım bütün parayı.

Siz biraz Güneydoğu’da "dengbej" denen, seyyar efsane anlatıcıların, şifahi tarih aktarıcılarının sinemadaki versiyonu gibisiniz. Ve onlar gibi aylak ama tutkulusunuz.
Evet Ahmet, sen de bizim o bölgeleri en az benim kadar geziyorsun, biliyorsun. Evet, ben dengbej’im.




MAGAZİN