Cadde “GÜLMEK ÖZGÜRLÜĞÜ YANSITIR”

“GÜLMEK ÖZGÜRLÜĞÜ YANSITIR”

21.07.2012 - 18:34 | Son Güncellenme:

‘Mahallenin Muhtarları’ dizisiyle Türk izleyicisinin kalbini fetheden yazar Kandemir Konduk, Remzi Kitabevi’nden çıkan ‘Sahilde Buluşalım’ kitabıyla sevenleriyle yeniden buluştu.

“GÜLMEK ÖZGÜRLÜĞÜ YANSITIR”

Türkiye’de kadınların bir kesimde özgür, bir kesimde sınırlandırılmış yaşamlar sürmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getiren Konduk, “Genelde kadının aşağılandığı ve acı çektiği bir ülke burası” diyor

Haberin Devamı

Kitabınızda, karı kocanın beraber gülebilmesine vurgu yaptığınız bir bölüm var. Az rastlanan bir şey mi bu?
Bizim kültürümüzde “Karı gibi gülme” diye bir söz vardır. Bu söz hem kadınları hem gülmeyi aşağılıyor. Kadınlar Türkiye’de gülemiyor ama gülmek doğası itibarıyla kadınsı, cilveli bir şeydir. Türkiye’nin çoğunluğu, gülmeyi yadsıyor. Gülmek aşağılayıcı bir şey haline geliyor. Halbuki birlikte gülmek, mutluluğu paylaşmak demektir. Eğer nefret ediyorsa, acı çekiyorsa, şiddet görüyorsa nasıl kocasıyla birlikte gülsün ki kadın? Tabii ki istisnalar var ama genelde kadının aşağılandığı ve acı çektiği bir ülke burası, öyle değil mi?

Kitaptaki çift, ilk kez dışarıda bir restorana gidip beraber yemek yiyor. Bu vurgu neden?
Yürürken üç adım arkasından gelen kadınla oturup da başköşede yemek mi yiyecek adam? İki sene önce bir bakanımızın fotoğrafı çıkmıştı gazetelerde. Erkekler bir masada, kadınlar ayrı masada... Kadının tek başına bir restorana gidip de yemek yeme özgürlüğü Türkiye’nin pek çok şehrinde yok. Belli eğitim ve ekonomik düzeydeki insanları kastetmiyorum. Türkiye’de bir kadın bir kasabada, bir lokantaya girsin, tüm gözler üzerine çevrilir. Neden? Orada tek başına yemek yiyorsa birçok özgürlüğü elde etmiştir de ondan.

Haberin Devamı


Bir kasabada yaşanan mahalle baskısı ve Bodrum’da yaşanan değişim dikkat çekiyor kitapta. Bu çelişki neden rahatsız etti sizi?
Yaşadığımız dönemde pek çok şey rahatsız ediyor insanı. Bir de uzun yıllar Bodrum’da yaşamışlığım vardır. Oradaki yaşamı da biliyorum. Ötekini de biliyorum. Hep o farkı düşündüm. Şezlonga uzan, denize git ama bir de bunu yapamayan kadınları düşün! Biri özgürken, biri değil. Bu çelişkiden rahatsız oldum.

“Bostancı’da deniz pırıl pırıldı”
Siz nerede büyüdünüz?
Orta sona kadar Bostancı’daydım. Tek katlı küçük bahçe içinde bir evimiz vardı. Havlumuzu omzumuza atıp denize girerdik. Bodrum, Marmaris... Bunların adını bile bilmezdik. Cam gibi bir deniz vardı, pırıl pırıl, şıkır şıkır... Başka bir yeri aramazdık. Yahudi, Rum, Ermeni, çok farklı kültürleri gördük... Azınlık çocuklarla büyüdüm. Onun çok etkisi oldu dünyaya bakışımda. Bir şeyleri hazmetmiş oluyorsun.

Haberin Devamı

Anadolu Yakası’nın yazlık olarak kullanıldığı anlatılır hep...
Avrupa Yakası’nda oturan komşularımız, yazın Bostancı’ya yazlığa gelirdi. Feriköy, Kurtuluş, Şişli’de oturanlar, arabalı vapurla geçer, yazlık eşyalarını yığar, yazı burada geçirirler, sonbaharda dönerlerdi. Kızların gece yarısı dekolteli, şortlu dolaşmaları çok doğaldı. Şimdi aynı kıyafetle dolaşsalar bir sürü laf yerler, belki de saldırıya uğrarlar.

“Azınlıklarla büyümek bir şeyleri hazmetmeyi kolaylaştırdı” dediniz. Neydi bunlar?
Farklı dünya görüşleri içinde büyüyünce, farklı kültürlerin olaylara yaklaşımlarını görüyorsunuz. Bir kızın bir erkekle sadece yakın dost olabileceğini öğreniyorsunuz. Birlikte denize giriyorsunuz. Çocuksu flörtler de yaşanıyor mutlaka ama güzel dostluklar, arkadaşlıklar da kuruluyor. Mesela rahmetli annem, azınlık komşularımıza yiyecek gönderirdi. İki gün sonra onlardan da bize bir şey gelirdi. Onların da kendilerine has güzel yemekleri olur. Mesela Ermeni mutfağı çok iyidir. Rumların da mezeleri güzeldir.

Haberin Devamı

“Yüzsüz Zühtü’yü bahçede yazdım”
Siz yazar olmaya nasıl karar verdiniz?

Gerçekten her şey çocuklukta başlıyor. Dergilerde, şurada burada yazılarım çıkıyordu. Sonra bir gün Milliyet gazetesinde Altan Erbulak’ın bir yazısını okudum. Halit Kıvanç’la ikisinin köşesi vardı. Orada diyordu ki, “Sevgili okuyucular, hepinizden birer lira borç istiyorum. Çünkü tiyatro kuruyoruz. Bu paraları tiyatro ortaya çıktıktan sonra iade edeceğiz.” Şakayla karışık ciddi bir yazıydı. Benim de Allah rahmet eylesin, ne merhabam var, ne bir şey. Oturup mektup yazdım: “Ben size bir lira değil de bir oyun göndersem, okur musunuz?” dedim. Füsun’dan (Erbulak) iki satır cevap geldi. Devrimci jargonla “Tamam Kandemir arkadaş, sen gönder metni!” yazmıştı.

Sonra ne oldu?
Yanıt gelir gelmez çalıştığım tersaneden iki ay izin aldım. Yaz günü,
25 yaşındayım. Evin bahçesine oturdum. Uyduruk bir daktilom vardı. Adam bana sipariş vermiş gibi, “Bir oyun yaz da oynayalım” demiş gibi oyun yazdım, gönderdim. Okumuşlar. Arayıp dediler ki, “Yahu kardeşim, Türkiye’nin en ünlü altı tiyatro yazarının oyunlarını okuyoruz, haftalardır toplanıyoruz ve hangisini oynayacağımıza karar veremiyoruz. Sana bir şey söyleyeyim mi? Seninkini oynayacağız!” dediler. Düşüyordum heyecandan. Velhasıl, oynadılar. Oyunun ismi ‘Yüzsüz Zühtü’ydü.

Haberin Devamı

“KADIKÖY VAPURLARINDAN DiZi OLUR”

İstanbul siz ne kattı? Başka bir kentte yaşasaydınız bugünkü siz olur muydunuz?
Aynı kişi olmazdım. İnsan ilişkilerinde sevgi ve saygının olduğu bir dönemde yaşadım. O dönem insanı kibarlaştırıyor, olgunlaştırıyor, belli mesafeleri korumayı öğretiyordu. Laçkalaşmış ilişki yoktu. Şanslı addediyorum kendimi. Ama İstanbul’un zaman hırsızlığını sevmiyorum. 3-4 saatini yolda geçirirsen üretken olman çok zor.


Kaybolan güzellikler neler sizce?
Kadıköy vapurundaki kadınlar, defileye çıkar gibi giyinirdi, birbirinden güzel parfüm kokuları gelirdi. İnsanlar alçak sesle konuşurdu. Kimse kimsenin yerine oturmazdı. Kadıköy vapurları bana çok ilginç gelir. Hep yazmak istediğim oyunlardan biridir. Bir yanda sosyetik kalburüstü, bir yanda öğrenci hareketleri... Hepsi vapurlarda var.