Cadde Londra’da yaşam müthiş pahalı

Londra’da yaşam müthiş pahalı

04.05.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

The Cumberland Hotel, Tino’s Garden, Özer ve Efes 2 Restaurant, Soho’da şov çılgınlığı, Stingle Fellows bitmiş, Sarostro, Covent Garden, ‘Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı’ ve...

Londra’da yaşam müthiş pahalı

Londra’da yaşam müthiş pahalı

The Cumberland Hotel, Tino’s Garden, Özer ve Efes 2 Restaurant, Soho’da şov çılgınlığı, Stingle Fellows bitmiş, Sarostro, Covent Garden, ‘Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı’ ve...

Efendim, kaşla göz arasında
3 günlüğüne iş için Londra’ya gittim. Yakın dostum olan bir sanatçı, yazın piyasaya çıkacak olan yeni albümünün altyapı çalışmalarını Londra’da gerçekleştirdi. Basın danışmanı ve bendeniz de onunla birlikte uçtuk. Aslında benim gitmemin bir nedeni de Londra’yı iyi bilmem ve onlara rehberlik yapmamdı. Nitekim kalacağımız otele bile ben karar verdim. Galiba bu, Londra’ya 11. gidişim filan oldu. Aslında 1.5 yıldır uzaktım. Can dostum İzzet Çapa, Ali Sayar, Ergun Yıldız’la Galatasaray-Chelsea maçına gitmiştik ve Marbie Arch’daki The Cumberland Hotel’de kalmıştık. Bir başka gidişimizde, Hilton London Kensington’da yer ayırtmış ama şehir merkezinden uzak olduğu için The Ritz Hotel’e taşınmıştık. Bu kez yine şehir merkezinde olduğu için The Cumberland Hotel’i tercih ettik. Ama
ne bileyim ben otelde yeni inşaat olduğunu. Resepsiyon küçülmüş, yeni odalar ilave ediliyormuş. İnşaat saat 09.00’da başlıyordu. Bereket kendimizi sabahın köründe sokaklara attık da
o gürültüye tahammül etmek gibi bir sorun yaşamadık. Cuma sabahı
08.30 THY uçağı ile uçtuk, ikram
10 numaraydı. Rötar yok, hostesler güleryüzlü... Aşmışız bunları efendim, aşmışız. Neyse, havaalanında bir taksiye atladık fakat ödediğimiz rakam müthiş; 200 pound. Türk parasıyla eder 400 milyon. CD’leri stüdyoya teslim ettikten sonra soluğu Covent Garden’da aldık. Fakat hava buz gibiydi, biz de ‘düttürü leyla’ gibi çıkmışız. İçimizde sweat-shirt, üstümüzde birer mont...
Yol üstündeki kafelere girip çay içerek donmaktan kurtulduk. ‘Big Apple’, ‘Oasis’, ‘Diesel’ gibi en meşhur mağazalara uğrayıp 2002’nin yaz modellerine bakarak ısındık. Ardından ben alışveriş yapmayacağım için kendimi Piccadilly Meydanı’na attım
ve Tower Record’a uğradım. Daha
sonra da hep birlikte Harley Nichols, Oxford, Regend ve New Bond caddelerindeki mağazaların altını üstüne getirdik. Sabah kahvaltısını uçakta yapmıştık. Öğle sularında karnımız acıkınca soluğu Çin Mahallesi’ndeki Lido’da aldık.
Daha önce buraya can dostum
İzzet Çapa ile birlikte gelmiştim.
Valla, Allah ne verdiyse götürdük.

Ama Londra gerçekten pahalı.
3 kişi toplam
120 pound, yani
220 milyon lira ödedik. İçime
oturdu tabii. Girdiğimiz pub da kızlar, daha önce
3 kez gittiğim
16-19 Upper St. Martin’s Lane’deki Stingle Fellows’u görmek istediklerini söylediler. En son can dostum İzzet ile gitmiştik, eski tadı tuzu yoktu. Burada farklı ülkelerden gelen birbirinden güzel 70 kız dans ediyor. İki bölümü var; bar ve yemekli. Müdavimleri genelde zengin Araplar, Türkler ve yabancılar. Bu gece kulübünün altında bir de
özel salonlar bulunuyor. 1-2 milyar karşılığında istediğiniz güzel ile keyifli vakit yaşayabilirsiniz. Amsterdam, Prag, Miami’de olduğu gibi burada da telefon kulübelerinde yer alan adres ve telefonlardan her türlü seks ihtiyacını gidermek mümkün. Bütün telefon numaraları mix; yani kadın, erkek
ya da gay ve lezbiyen. Yaklaşık
400-550 milyona da seçeceğiniz kişiyle otelde sabahlayabiliyorsunuz. Ama kapkaççılara dikkat etmeniz gerek. Hatırlıyorum da Galatasaray-Chelsea maçı sırasında 3 işadamı kaldıkları otelin süit dairesine aldıkları
1 Kübalı, 2 İngiliz kız tarafından soyulmuşlardı. Skandal olmasın
diye polise bile gitmemişlerdi.

Londra’da yaşam müthiş pahalı
Tino’s Garden Restaurant, Soho’da tatlı hayat
Daha önce Hürriyet Londra Temsilcisi sevgili Faruk Zapcı ve Dünya Gazetesi Londra temsilcisi sevgili Füsun İlkay, İzzet ile beni iki kez götürmüşlerdi Türk restoranı Sarastro’ya. O akşam da Covent Garden’daki Sarastro’ya uğradık. Buranın dekorasyonu
çok ilginç. Geçtiğimiz günlerde ‘Tutamıyorum Zamanı’ adlı şarkısına Londra’da klip çeken Kenan Doğulu basın toplantısını burada yapmış ve klibinde de Sarastro’ya yer vermiş. Mekan, Salih ve Reşat Harmandağlı’ya ait. Londra’da aç kaldığınızda buraya gelebilirsiniz, çünkü saat 24.00’de bile mutfağında servis var. Londra, Almanya’daki şehirler gibi değil. Sevgili Uğurkan Erez, Sema Şimşek, Çağla Şıkel, Ceylan Saner, Yüksel Ak ve ben Frankfurt ile Düsseldorf’da aç kalmıştık. Ama Londra’da, özellikle Türk restoranları Sofra, Efes 1 ve 2,
geç saatlerde bile müşteri kabul ediyorlar. Zaten çoğunda canlı müzik var. Yemeği, Londra’da yaşayan bir arkadaşımın daveti üzerine, 128 Allitsen Road St. John’s Wood’daki balık ağırlıklı İtalyan restoranında yedik. Ortaya kuşkonmaz ağırlıklı salata söyledik. Ardından ızgara levrek... Balığın yanında haşlanmış patates ve sebze vardı. Finali tiramisu ile yaptık. Hesaba baktım; 135 pound, yani
270 milyon lira. Yazar Samuel Johnson ‘Londra’dan sıkılmış bir kişi hayattan sıkılmıştır’ demiş ama bu pahalılıkta Londra’da yaşanmaz. Neyse, gündüz Çin yemeği yediğimiz Soho’nun, başka bir deyişle Chinatown’ın gece yaşamına göz atalım istedik. Bölge zengin. Özellikle Carnaby Street ve Old Compton Street arasında çok orijinal hediyelik eşyalar, malzemeler bulabilirsiniz. Çin, Tayland, Uzakdoğu yemeklerinin ağırlıkta olduğu Soho’da, 60’a yakın tiyatro ve müzikal, irili-ufaklı pop-tecno tarzı müzik yapan bar, kulüp var. Bu kadarla kalsa iyi. Geçtiğimiz yıllardan biliyorum; gecenin o karanlığında p....ler, o...., uyuşturucu tacirleri, homoseksüeller, enteller sabaha kadar buraya renk katıyorlar.
O soğukta eline gitarını alıp şarkı söyleyen kızlar, şov yapan, soyunan, saçları rengarenk tipler, bir köşede çılgınca sevişenler... Ama çok da dikkatli olmanız gerekiyor, kaşla göz arasında sokakta çantanızı kapabilirler.

Londra’da yaşam müthiş pahalı
Bir kültür şehri, Cafe Rouge, Wagamama
Dünyanın en ünlü krallığının başkenti, dünya borsalarının en önemli merkezlerinden biri olan Londra’da 3000 Türk yaşıyormuş. Londra’ya ilk kez gideceklere, Kraliçe’nin evi Buckingham Sarayı’nı gezmelerini öneririm. Ama ağustos ve ekim aylarında şansınız daha fazla olur, o dönemde açık çünkü. Lady Diana’nın evi Kensington Palace da görülmeye değer. Bence Londra, New York’dan sonra dünyanın en önemli müzikaller kenti. Ben New York’da izlediğim ‘Miss Saygon’u karaborsa biletle ikinci kez Londra’da izlemiştim. ‘Cats’, ‘Phantom Of The Opera’yı da öyle. Bu kez müzikal izlemeye vaktim olmadı, hatta inceleyemedim bile. O gün sabah kahvaltısını Londra’nın hemen her işlek caddesinde olan Cafe Rouge’da yaptık. Öğrendim ki; Cafe Rouge’un yetkililerinin, Türkiye’de Nefise Karatay, Ebru Destan ve Ece Erken’in açtıkları şubeden haberleri bile yok. Valla bu işler tehlikelidir. Yarın, öbürgün İstanbul’a gelir, artık tek başına kalan sevgili Nefise Karatay’dan isim hakkı isteyebilirler. Bu da sanırım hayli yüksek bir meblağ eder. Artık Nefise ne yapar bilemem. Bu arada Londra’da uyanık bir Türk vatandaşı da Tike Kebap’ı açmış, yerini görmedim. Tike’nin patronlarına benden bilgi.
Cafe Rouge’da yaptığımız 3 kişilik kahvaltı, bana 60 pound, 120 milyona maloldu. Ah, canım Türkiyem. Ama muhteşemdi, yok yoktu gerçekten. POSTA’nın beğenerek okunan ‘Söz Halkın’ adlı köşesinin sorumlusu sevgili Esin Şahinbozkır, ‘Wagamama’yı çok methetmişti bana. Çok ilginç birşey olduğunu anlatmıştı. Öğle yemeği için orada sözleştik. Ama 2 kilometrelik caddeyi, yani Oxford’u dolaşmamız akşamı bulduğu için yetişemedik. Cadde, İngilizler’in ve tüm yabancıların tercihi. Ben birçok kez turladığım
halde fiyatlar el yaktığı için bir b.. alamamıştım. Yeri gelmişken, Londra’nın en ünlü alışveriş merkezlerinden söz edeyim: Oxford Street’de ünlü markaların yanı sıra irili-ufaklı her çeşit mağazaya rastlayabilirsiniz. Özellikle Selfridges
ve Mark’s & Spencer. Regent ve Bond Street, Kings Road... Knightsbridge de Londra’nın en önemli alışveriş merkezlerinden biri. Her türden ikinci el alışveriş için hafta sonları açık olan Camden Town’a mutlaka uğrayın. Müthiş şık blue-jeanler, gece kıyafetleri, deri montlar var. Akşam yemeğini, meşhur Sofra Restaurantlar’ın sahibi Hüseyin Özer tarafından yeni açılan Özer’de yedik. Shepherd Market London W1’de. Ben pek tutmadım, fakat tıklım tıklımdı. Rezervasyonla zor yer bulduk.

Gezilecek yerler, Efes 2 ve ‘Ömür Biter Aşk Bitmez’
Londra seyahatim bana en çok İstanbul’da başladığım ama yoğun iş tempom nedeniyle bitirmeye fırsat bulamadığım bir kitabı tamamlama şansını verdi. Son günlerin en popüler ve tartışılan kitabının adı; ‘Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı’.
3.5 saatlik gidiş-dönüş uçak yolculuğunda, Özgürlük Parkı’nda tek başına attığım turlarda ve geceleri odamda bitirdim. Yazarı; Simge Grubu Yayın Yönetmeni
ve Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Mehmet Y. Yılmaz. Bu, Mehmet Bey’in okuyucularıyla ilk buluştuğu yapıt. Üstelik imzalayarak bana armağan etti. Aşkı çok gerilerde bıraktığına inanan ben, ‘Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı’ sayesinde yeniden aşık olabileceğime kanaat getirdim. "Aşık oluyoruz, çünkü beynimiz var; düşünüyor, hissediyor, tepki veriyor... Aşık olduğumuz şey, karşınızdaki insana beynimizin atfettiği değerlerin tümü. Kimine göre güzellik..." diyor Mehmet Bey kitabının arka kapağında. Demek ki beynine güvenen biri olarak aşık olmaya devam edeceğim. İnsanı insan yapan en önemli şeyin ve bizi diğer canlılardan ayıran belki de tek gücün bilinçli, iradeli aşk olduğuna inanıyorum Sayın Yılmaz sayesinde. Kitaptan aldığım çok güzel dipnotlar var, beynime yazdığım, sizlerin de yazacağına inandığım. ‘Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı’ okunmaya değer. Evet, Londra’ya ilk gidenlere Atatürk dahil pek çok ülkenin politikacı ve sanatçılarının mumyasının yer aldığı Madame Tussaud Müzesi’ni gezmelerini öneriyorum. Yalnız önünde müthiş kuyruklar oluşuyor, bu nedenle biletinizi önceden Oxford Circus Metro İstasyonu’ndan almanız gerek. Son gün ve geceyi Hürriyet Gazetesi’nin Londra temsilcisi sevgili Faruk Zapcı, oğlu Mert, yine haberlerini Hürriyet’in manşetlerinde görmeye alıştığınız, Kanal D’nin de temsilcisi olan sevgili Ayşegül Ekinci, yine Hürriyet ailesinin eski ferdi Tuğrul Cebeci ve eşi Mesihe Hanım ile geçirdim. Önce Faruk, Mert ve Ayşegül ile sabah 78 Wardour Street’de Richoux’da muhteşem bir kahvaltı yaptık. Hesabı Faruk ödediği için bilmiyorum. Ardından da İngilizler’in deyimiyle ‘beşikten mezara kadar’ her insanın ihtiyacını karşılayan Knightsbridge Harrods’a uzandık. Samimi söyleyeyim, bir toplu iğne bile almadım. Daha sonra Türkiye’de pek tutmayan ama İngilizler’in ilgi gösterdiği aynı cadde üzerindeki Issey Miyake, Bulvgari, Yves Saint Laurent gibi ünlü ve pahalı mağazalarda tur attık. Akşam alaturka dinlemek ve rakı içmek için Great Portland Street, London W1’de Efes 2’ye gittik. Etler gerçekten harikaydı ama düğün vardı, geç saatlere kadar kalmadık. Efendim, 3 günlük Londra macerası böylece sona erdi. Kısmetse pazar günü İstanbul gecelerinde ve dedikodularında buluşmak
üzere hoş kalın, mutlu yaşayın.

Yazara e-mail:




MAGAZİN