Bu hafta da Dublin’den bildiriyorum, sevgili okur. Bir grup gazeteci, Dublin Film Festivali’nin sponsoru Jameson’ın davetlisi olarak teşrif ettik şehre.
İlk gelişim Dublin’e. Burası benim “Bir ara giderim nasıl olsa” deyip de bir türlü araya sıkıştıramadığım şehirlerden biri. Festival vesile oldu yani.
Dublin’den ilk izlenimlerim son izlenimlerimden pek farklı olmayacak diye tahmin ediyorum. Çünkü burası avuç içi kadar bir yer. İki turda şehir bitiyor.
Hani Amsterdam’da yürürken gün içinde 10 kere aynı insanlarla karşılaşır, günün sonunda birbirinize “Merhaba” diyecek kıvama gelirsiniz ya, burada da aynı konsept hakim. Zira aynı uçakta geldiğimiz insanlarla sokaklarda birkaç kere rastlaşıyoruz.
Bavulları otele atıp öğle yemeği için 10 adım ötedeki The Winding Stair adlı restorana yollanıyoruz. Saat 12.00 olduğu, servis de 12.30’da başladığı için restoran işletmecisi kadın neredeyse sinir krizi geçiriyor. Sakinleşmesine müsaade edip yarım saati doldurmak üzere dışarı fırlıyoruz. Bu arada gruptan “Ah hizmette sınır tanımayan güzel ülkem. Bizde olmaz hayatta böyle şey” sesleri yükseliyor.

Pub arayışına giriyoruz

Winding Stair geleneksel yemekleriyle kendini affettiriyor ama. Sadece risotto sipariş edenler seçimlerinden pişmanlık duyuyor. Onlarınki risottodan çok at yemini andırıyor. Ama viskili tatlılarıyla gönülleri çeliyor restoran.
Buradan çıkıp pub arayışına giriyoruz. Pub’dan bol şey yok Dublin’de. Sadece gündüzleri ruhsuz pub’lar. Müziğin bile içi geçmiş. Bölgeye adını veren Temple Bar’da Cyndi Lauper’ın Time After Time’ı çalıyor. Ama gece aynı barların ve pub’ların önünden geçerken atmosferin tamamen değiştiğine şahit oluyoruz. Pub’lar tıklım tıkış, her yerde canlı müzik var. Bizim geziye damgasını vuran içkimiz Jameson Ginger Ale (zencefil gazozu) karışımı. Bir-iki ay önce Avrupa’nın şu sıralar en trendy içkisinin viski-zencefil gazozu karışımı olduğunu yazmıştım. İşte size bir kanıt daha, sevgili okur. Benim zencefille pek aram olmadığından gazozu ekarte edip “on the rocks”dan şaşmıyorum.

Her şehrin insanının viskiyi içişi farklı

Ertesi gün ziyaret ettiğimiz Jameson tesislerinde öğreniyoruz ki her yiğidin yoğurt yiyişi farklı olduğu gibi her şehrin insanının bu viskiyi içişi de farklıymış. Parisliler Jameson’ı sek içiyormuş, Londralılar zencefil gazozuyla, Dublinliler yabanmersini suyuyla, Şangaylılar buzlu çayla, New Yorklular ve Madridliler kolayla, Moskovalılar elma suyuyla karıştırıp, Sydneyliler ise benim gibi buzlu içiyormuş.
Seçenek bol, seçim sizin. Deneyin, dilerseniz kendi original karışımınızı yaratın. Viskinin eski muhafazakâr algısı çoktandır değişiyor.

Haberin Devamı

Dublin ve viski

Haberin Devamı

Clive Owen: “2005’te İstanbul’a gelmediğime çok pişmanım”
Dublin’deki ikinci günümüz. Festivalin onur konuğu Clive Owen’ın teşrif edeceği öğle yemeğimiz için Four Seasons’dayız. Otelin kış bahçesi tadındaki köşesine yerleşiyoruz.
Clive Owen geliyor ve dünyanın dört bir yanından basın mensuplarının aşırı ilgisine maruz kalıyor.
Kimileri Owen’ın perdede daha yakışıklı göründüğü yorumlarını yaparken benim gibiler gerçeğini filmlerdeki hallerinden daha etkileyici buluyoruz.
Owen’ın son filmi “The International”ın sonunun İstanbul’da çekilmesi münasebetiyle kendisiyle ayaküstü şehrimize dair sohbet etme imkânını buluyoruz.
İstanbul’dan çok etkilendiğini ama çekimden pek fırsat bulup da gezemediğini söylüyor. Ve bizim topraklara yolu düşen tüm dünyaca ünlü erkek oyuncular gibi daha sohbetin birinci dakikasında karısını da sokuşturuyor lafa: “Karımla tekrar gelip gezmeyi çok istiyorum.”
“Türkiye’ye 2005’te gelmediğime çok pişmanım” diyor. Koyu Liverpool taraftarı olduğunu ve İstanbul’daki Liverpool-Milan maçını kaçırdığına çok üzüldüğünü anlatıyor.
Türk yemeklerinin harika olduğunu söylüyor ama yemek adı hatırlayamıyor.
Filmde birkaç dakikalık rolü olan Haluk Bilginer’i soruyoruz, tanışmadığını söylüyor. Aslına bakarsanız kimden bahsettiğimizi de pek anlamıyor görünüyor.
Kapalıçarşı’da çekilen sahneyi hayretle anlatıyor: “Oraya set kurmak mümkün değildi. İçerisi de çok kalabalıktı. Kamera çok uzaktaydı. Yanıma, benden uzakta duran bir güvenlik görevlisi, elime de bir silah verdiler. Ve ‘Yürü!’ dediler. Ben elimde silah koşturuyordum. Millet film çekildiğinden haberdar değildi. Arada endişeyle bakanlar oluyordu ama bir Allah’ın kulu da müdahale etmedi. Böyle bir şeyin Londra veya Milano’da olduğunu düşünemiyorum.”
Yine bekleriz Clive... Bu kez silahsız...

Haberin Devamı

Dublin ve viskiBir kadının vazgeçilmez giysi ve aksesuarları
Bir kadının gardırobunda olması gerekenleri sıralamaya devam ediyoruz. Bu hafta liste, pilot gözlüğü, parfüm ve pijamadan sandalete uzanıyor

Portföy çanta
Gece dışarı çıkarken kavalyeniz portföy çantanız olsun. Kıyafetinize darbe vurmaz, aksine stil sahibi görünme çabanızı destekleyebilir. İstediğiniz boyda, renkte, desende ve malzemede portföy çanta bulabilirsiniz. Siyah elbisenizi renkli bir portföy çantayla tamamlayabilir, bütün yükü omzunuzdan atıp sadece bir ruj, kredi kartı ve cep telefonunu kolunuzun altına sıkıştırabilirsiniz.

Pijama
Bu kadar rahat bir şeyiniz olmazsa olmaz. İster Greta Garbo ve Joan Crawford gibi bol saten pijamalardan edinin, ister Martha Stewart gibi mavi-beyaz pamuklulardan... Ne yaparsanız yapın, eşofman veya polar kumaşından alt - XXL tişört ikilisinden uzak durun. İnanın bunlar, ipek, saten ya da pamuklu bir pijamadan daha rahat değil.

ParfümKimi kadınlar gündüze ve geceye özel olmak üzere iki parfüm kullanır, kimileri mevsimlere göre parfümünü değiştirir. Bazıları ünlülerin yeni çıkan parfümlerini dener, diğerleri genç kızlıklarından beri aynı parfümü kullanır. Ve klasik parfüm denildiğinde şüphesiz hiçbir parfüm Chanel No.5 ile yarışamaz. 1920’de yaratılan Chanel No.5 bütün gece bir kadının üzerinde kalabilen parfümlerin ilkidir. Ve istatistiklere göre dünyada her 30 saniye bir Chanel No.5 satılıyor.

PucciPucci desenler akla 1960’ların yüksek sosyetesinin görüntülerini getirir. Oysa Pucci desenler hâlâ popüler. Boynunuza veya çantanızın kenarına bağlayaca-ğınız Pucci bir eşarp bile sizi 60’ların sosyetesi gibi hissettire-bilir. Ama daha büyükçe bir şey alacaksanız bu bir Pucci elbise olsun. Yalnız Pucci elbise giyerken aksesuarlarınızın mümkün olduğunca silik olmasına özen gösterin.

Sandalet
Her kadının iki sandaleti olmalı. Biri gündüz, diğeri gece giymek için... Gündelik kullanım için gladyatör sandaletleri ideal. Gece kullanmak için dore veya lame gibi parlak renklerde bir sandaleti tercih edebilirsiniz. İddialı görünmeyi sevenler de topuklu sandaletlerden şaşmamalı. Sandaletiniz ayağınıza tam olmalı. Ayağınız önden veya arkadan fırlamamalı.
En önemlisi, pedikürsüz giymeyin.

Pilot gözlüğü
Pilot gözlüğü denildiğinde akla ilk gelen marka Ray-Ban’dir ama hemen her markanın, tasarımcının koleksiyonunda farklı fiyata pilot gözlükleri bulmak mümkün. Akla ilk Ray-Ban’in gelmesinin nedeni tasarımın orijinalinin bu markaya ait olması. 1936’da ABD hükümeti Ray-Ban’den Hava Kuvvetleri pilotları için bir gözlük tasarlamasını istedi. Ray-Ban’in pilot gözlüğü ortaya çıkar çıkmaz acayip tuttu. Aradan 70’den fazla yıl geçmiş olsa da o gün pilotların taktığı gözlükle bizim taktığımız arasında tasarım anlamında fark yok. İşte gerçek bir klasik!