Gazilerin son buluşması

Haberin Devamı

Hani insanı manyak eden filmler vardır ya...   Bir sahnede gülersiniz, diğer sahnede ağlarsınız, bazı sahnelerde bir yandan gülerken bir yandan da ağlarsınız.
Kurtuluş Savaşı’nın hayatta kalan son üç gazisinin yaşamlarını gözler önüne seren “Son Buluşma” işte tam böyle bir film. 24 Ekim’de gösterime girecek olan filmi izlemeye giderken gözlerimin dolacağını tahmin ediyordum ama bu derece etkileneceğimi düşünmemiştim. Sabahtan beri etkisini üzerimden atamadım. Filmin fotoğraflarına bakarken yine ağlıyorum.
Yanlış anlaşılmasın, bizde damardan filmler, müzikler sevilir, dizilere bakmanız yeter. İki-üç duygu sömürüsüyle izleyiciyi ağlatmak hiç de zor değildir. Ama “Son Buluşma”yı bunlarla karıştırmamak lazım; bu filmde herhangi bir duygu sömürüsü yok. Senaryo yok, üç gazinin hayatlarının son dönemine tanık oluyoruz sadece.
Tabii üç yıl önce çekimine başlanan filmin kahramanlarının üçünün de son iki yıl içinde hayatlarını kaybetmiş olması insanı bir parça daha duygusal yapıyor. 

Prova yok, tekrar yok
Filmin yönetmeni, “Selamsız Bandosu” ve “Züğürt Ağa” gibi Türk sinemasının önemli filmlerinin de yönetmeni olan Nesli Çölgeçen.
Film üç aylık bir periyot içinde belirli aralıklarla; bütün planlar ve sahneler hiç prova ve tekrar yapmadan birebir çekilmiş. Aslında Çölgeçen’in elinde uzun yıllardır filmini yapmayı düşündüğü bir Kurtuluş Savaşı gazisi hikayesi varmış. 2004’te bu proje üzerinde tekrar çalışmaya başladığında Kurtuluş Savaşı gazilerinin çok azının hayatta olduklarını öğreniyor. Ve drama projesini erteleyip gazileri çekmeye karar veriyor. İyi ki de öyle yapıyor çünkü erteleseymiş ortada çekecek gazi olmayacaktı.    

Gazilerin son buluşması

Kravatsız çıkmıyor
Benim favori gazim, Ömer Küyük. Küyük, film çekildiği sırada 108 yaşında. Hayat dolu bir adam. Ekose desenli pazen gömleğinin üzerine avcı yeleği giyiyor, başına gömleğinin kumaşından kalpağını takıyor ve bir gün olsun yataktan kalkar kalkmaz  kravatını takmadığı olmuyor. “Çıkarmam kravatı. Ya bir gelen olursa? Devlet taktı bana kravatı” diyor. Geçen yıllarda yaşına rağmen bir gün ağaca çıkmış ama inememiş. “Karılar beni indirin!” diye bağırmaktan bitap düşmüş. Yine son üç-dört yıla kadar ava çıkıyor, odun kesiyormuş. Çorum’un Çatkara Köyü’nde yaşayan Ömer dede yaşamı boyunca her yıl Zafer Haftası’nda memleketinden kalkıp Ankara’ya gelerek Anıtkabir’i ve Gaziler Derneği’ni ziyaret etmiş.
Filmde de Arnıtkabir ziyaretine şahit oluyoruz. Ömer dede Anıtkabir ziyaretinin sonrasında diğer iki gazi Yakup Satar ve Veysel Turan’ı ziyarete gidiyor ve onlarla helalleşiyor. 

Haberleri kaçırmıyorlarGazi Yakup Satar film çekildiği sırada 110 yaşında ve kızıyla birlikte Eskişehir’de yaşıyor. Mustafa Kemal’in askerlerinden olan Satar, “Dört kere harbe gittim” diyor. Tam bir asker; kalpağı başından eksik olmuyor. Yatakta dahi olsa tertemiz, pak giyimli. Komşusu her gün gelip ona gazeteleri okuyor, daha çok siyaset haberleri ilgisini çekiyor.
Üçüncü gazi Veysel Turan ise savaşta giyecek ayakkabısı olmadığından ve yalınayak dolaştığından oluşan romatizmasının 20 yıl önce kireçlenmeye dönmesi nedeniyle yatalak. Film çekilirken 108 yaşında olan Turan’ın başucunda her daim bayrak var, radyodan sürekli haberleri takip ediyor. 

İzleyemeden gittiler
Gazilerin kulakları duymasa da, gözleri iyi görmese de, iletişim kurmakta zorlansalar da ortada acayip bir şefkat var. Birbirlerinin elini tutuyorlar, Ömer dede yatalak arkadaşının sakalını tarıyor, titreyen elleriyle birbirlerine çay ikram ediyorlar.
Uzun hayatlarına üç-beş savaş, onlarca çocuk ve torun sıkıştırsalar da ne yazık ki başrolünde oynadıkları filmi izleyemeden bu dünyadan göçüyorlar.
Bu filmi mutlaka izleyin.