Şimdi Galata zamanı

Haberin Devamı

10 yıl önce herkesin taşınmak istediği yer Cihangir ve çevresiydi. Doğaldı tabii...
Bu her metropolde böyledir; önce sanatçılar, ressamlar, yaratıcı kesim bir yeri mesken edinir. Ardından orası civcivlenir, ilgi ve insan çeker. Herkes birden oraya taşınmak ister ve yavaş yavaş semt işgal edilir. Bir süre sonra oranın ne bohemliği kalır ne de alternatifliği.
Cihangir’e de bu oldu. Cihangir işgal edileli rahat bir altı-yedi yıl oldu. En son geçen yıl bir pazar sabahı Cihangir Caddesi’nde liseden tanıdığım birkaç kişiyi gördüğümde son notunu verdim Cihangir’in. “Buraya mı taşındınız?” diye sordum, “Yok Etiler’de oturuyoruz, gezmeye geldik” minvalinde bir cevap alınca “Tamamdır” dedim, “Burası da artık sizlere ömür.”
Ama dedim ya, metropollerde popüler olan her semtin kaderidir bu.
New York’ta mesela, Soho’sundan Meatpacking’ine bütün semtler sırayla popüler olup tüketildiği için artık Manhattan’dan kaçmaya başladı insanlar. Suyun diğer yakasındaki Brooklyn’in trendy olması da bundandır.
Londra’da Old Street’in suyu çıktığı için, inanır mısınız, yeni yeşeren muhit Türk mahallesinin de içinde bulunduğu Dalston. İstanbul’da ise en karakterli yer Beyoğlu olduğundan bu semti bölge bölge dönüştürüp hayatımıza katıyorlar.
Cihangir defteri kapandığından beri Çukurcuma, Asmalımescit güzelleştirildi, insanları çekti, hareketlendi, doldu taştı.
Fakat şimdi herkesin olmak istediği yer Galata.  Bu aralar kime sorsanız Galata’ya taşınmak istiyor ve taşınıyor da.
Son iki yıl içinde çevremde o kadar çok insan Galata’ya yerleşti ki...
Kimi restore edilip şehre kazandırılan binalardan ev tuttu. Kimi işi Taksim civarında olduğu için Galata’daki spor salonuna yazıldı. Eczacıbaşı burada kendine harika beş katlı bir ev yaptı. Galata Moda Festivali isim yaptı, Galata adını başka semtlere, şehirlere taşır oldu. Art arda tasarım dükkânları, mağazalar, kafeler açıldı. 
Vaktiyle kapkaççılar, tinerciler nedeniyle gece kolay kolay yürüyemediğiniz Galata’da artık bunlardan iz yok.
Yani Galata şimdilerde “Hazırım, gel” diye bağırıyor.
Ve buradayken, az biraz Şişhane’ye doğru kıvrıldığınızda Türkiye’de gibi hissetmiyorsunuz kendinizi.
Ortak söylem “Burası Türkiye gibi değil.” Sanki başka bir ülkedesiniz, İstanbul’daki Avrupa’dasınız.
Ya da gerçek İstanbul’da, eski İstanbul’dasınız. 



Yeni bir yemek sitesi
Sizi bilmem ama benim en çok ziyaret ettiğim internet siteleri, bloglar yemekle ilgili olanlar. Bunların arasında da benim özellikle ilgimi çeken klasik yemek tarifleri verenler değil, sahibinin yaratıcılığını kullanarak yarattığı yemekleri paylaştığı siteler, bloglar.
Şimdi bunlara bir yenisi eklendi: dokuzuncubulut.com.
Burada bol bol vakit geçireceğime benzer.
Çünkü...
Sitede sadece yemek tarifleri yok. Aynı zamanda, evi boyamak, bebek elbisesi dikmek gibi günlük hayatla ilgili öneriler, balkon bahçeciliğiyle ilgili bilgiler, farklı mekânlardaki yemekler ve hemen her konuda -mutfak, ev eşyası veya yeni çıkmış, işimizi kolaylaştıracak bir alet- yardımcı bilgiler yer alıyor.
Mutfakla ilgiliyseniz bir tıklamanızı tavsiye ederim.



İntihal
Türkler olarak kaynak gösterme konusunda ciddi bir sıkıntımız var. Bayılıyoruz her şeyi kendi fikrimizmiş gibi göstermeye. İnternetin patlamasıyla beraber intihal artık kontrol edilemez noktalara geldi.
Bloglar bu anlamda bazen hırsız, bazen ise kurban konumunda. Ve tabii gazeteler...
Hemen her gün gazetelerde bir blogdan çalıntı en az bir haber veya köşe yazısına rastlıyorum.
İnsanlar hele de Türkiye’de henüz bu bloglardan para kazanmıyorlar. Madem blogların nimetlerinden faydalanıyorsunuz, o zaman bir zahmet blogun adını verin.
Bazen de hırsızlık yapan internet siteleri oluyor. Gazetelerin internet sitelerinden çaldıkları haberlerle içeriklerini oluşturan ve bu sayede reklam alan siteler var.
Google’layınca kim kimden çaldı hemen anlaşılıyor.
Kaynak gösterelim, rezil olmayalım.