Çay hasadı turuna katılmak ister misiniz?

Haberin Devamı

En yaygın efsane odur ki, 5 bin yıl kadar önce, Çin imparatoru Shen Nung, bahçesinde kaynatılmış su içerken bardağına bir yaprak düşer. Yaprak suya enfes bir koku, renk ve tat verir; böylece ilk çay demlenir.
Çin’in kuzeyinde yaşayıp “mandarin”i konuşanlar bu deme “cha”, güneyde “cantonese” dilini konuşanlar “te” derler. Çinle ticaretini kara yolu ile yapan Türk, Rus ve Yunanlılar “çay” kelimesini, ticareti Kanton Limanı’ndan yapan Batı Avrupalılar “te”yi kullanırlar.
Geçtiğimiz hafta sonu bir grup insan, bu tadın peşinden çayın kalbinin attığı yere, yani Rize’ye gittik.
Faruk Malhan tasarımı bardaklardan çay içtik, kısa süre önce bitki çaylarından siyah çay sektörüne geçiş yapan Doğadan’ın fabrikasını gezdik. Aşama aşama üretimi izledik. Biri Seylanlı, üç uzmandan “Çay nedir? Nasıl üretilir? İyi çay nasıl demlenir?” gibi konularda eğitim aldık. Laboratuvarda çay tadımı yaptık.
En güzeli ise çay toplama seansıydı. Çayeli’nde bir çay bahçesinde başladık 2.5 yaprak çay toplamaya... İnanın hiç kolay değil. Firmanın istediği kalitede çayı toplamak için bu işin bayağı bir uzmanı olmak gerekiyor.
Mesela ben çayı makasla toplayamıyorum çünkü üçbuçukuncu yaprak da giriyor işin içine, sap da samanda! Ellerimle topladım yarım poşet çayı, ardından pazarlığımı da yaptım “Arkadaşlarınki makas işi, ben daha fazla para isterim” diye:)
Şimdi topladığım çayın üretilip paketlendikten sonra bana gönderilmesini bekliyorum.
Müjdeyi de veriyorum: Nasıl şarabın bağbozumu turları varsa, yakında Doğadan da çay hasadı turları başlatacak... İnsanlar çayı yerinde öğrenecek, kendi topladıkları çayı içecek. Muhteşem fikir değil mi? 
Çay hasadı turuna katılmak ister misiniz


Murat, Erdem ve Lavaşlar
Bazı tipler vardır İzmir’de çekirdeğe “çiğdem”, Rize’de haşlanmış mısıra “posul” der; hayatı Kars’ta da geçse muhabbet uğruna Konyalıya “hemşerim” diye hitap eder, hatta kendini “aynı köyden” ilan eder!
Ama Murat öyle mi? En az  10 yıldır tanırım; “Ordu” der başka bir şey demez. Ama bizim Karadeniz’e gidip de, şoförlüğünü Mustafa Kutanis’in yaptığı bir minibüse doluşmamız   Murat & Karadeniz efsanesinin bittiği andır. 
Murat kendisine “Sen Laz bile değilsin” diyen Mustafa Abi’nin yanında, kırık bir Türkçeyle Almanya’dan anne babasının memleketine gelmiş punk tipler gibi.
Yolculuk Trabzon’dan Rize’ye... Yolda “Ben seni sevduğumi” şarkısını onlarca kişiden, onlarca kere dinliyoruz; hani “aşırı dozdan” zehirlenmediysek o da oksijenin bolluğundan. Her yerde “mıhlama” ile mıhlanıp, hamsi köftelerini, lahana sarmalarını, mısır ekmeklerini, Laz böreklerini yuvarlayıp çayı muhabbetin damarlarından akıtıyoruz. İrmik yerine mısır unuyla yapılan helva harika.
Bu arada Erdem, molalardan birinde “Tuvalet nerede?” diye soruyor. Yanıt: “Valla hiç bilmiyorum abi, içeri gir sağdan ikinci kapı.” Aha! İlk canlı Laz fıkrası!
“Aaa şu internette dolaşıp duran tabela değil mi?”: Osmanlı Alabalık. 100 metre GERİDE!
Rize çok güzel. Ayder Yaylası bir başka güzel. Yaz günü kaloriferin yandığı odamda manzara 20 metre ötemdeki orman; gürül gürül akan şelâlenin sesi ise fon müziği. Ayder poşuları, kovboy şapkaları, “Müessesemizde içki yoktur” ilanları her yerde.
Akşam ateş başında yenilen muhteşem alabalıkların ardından Ayder’in merkezinde “Çise” adlı türkü bara gidiyoruz. Murat’ın rakısını paylaştığı yan masadan pala bıyıklı adam “Bana rakını verdin, benim abimsin” diyerek tüm gece masanın erkekleriyle göbek atmaya çalışıyor.
Olimpiyat şampiyonu güreşçi Mahmut Demir’in masamıza teşrif etmesi de baklavaya şerbeti döküyor. Ama 10 kişiden 5’inin bir dünya kafayla Hulk ile Herkül arası boyutlara sahip güreşçiye iki de bir “Hamza Abi”  (Hamza Yerlikaya) diye hitap etmesi pek hoş kaçmıyor. Ama o da sorun değil, “horon molaları” her ortamı yumuşatabiliyor. 
Murat, Cem Yılmaz’ı yeni seyretmiş dönüş yolunda bize “Anadolu Rock yapmanın kurallarını anlatıyor”:
1- Doğa şekillerinden bahsedeceksin: Dağ, ova, alüvyon.
2- Yerli malı haftası kafan olacak: Buğday, başak, nohut.
3- İkilemeler yapacaksın: Efil efil, buram buram.
4- Benzetmeler yapacaksın: Mesela “topraktır, havadır” değil, toprak “gibi”, hava “gibi” diyeceksin!
5- Libido, cinsellik yok: Herkes ana, bacı, gardaş
6- Eskilerden birini, bulacaksın: “Karacaoğlan der ki...”
Biz de Karadeniz şerefine “Murat, Erdem ve Lavaşlar” adlı bir müzik grubu kurduk. Bense “Lavaş olmaktansa söz yazarı olayım” diyerek gezimizi şu güfteye sığdırdım:
“Yeşil yeşil yaylalarda çay içeriz / Gürül gürül akan şelâlelerin yamacında, ana, bacı, gardaş horon teperiz /
Rize uşağı gibi mıhlama, hamsi yeriz / Dadaloğlu der ki: Günde 20 kez Volkan Konak dinleyiniz.”