Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Dünya yıldızlarını ülkemize getiren kulüp yöneticileri ile futbolcular arasında geçen transfer görüşmeleri şöyle başlıyordur muhtemelen;
“Yıllık kaç milyon euro alacağım?”
“Senin için 2 milyonu gözden çıkarmıştık ama fedakârlık yapıp 2.5 milyon vereceğiz.”
“Peki Türkiye’de bu paranın yüzde kaçını vergi olarak ödeyeceğim?”
“Sen orasına karışma.”
“Nasıl yani? Ne kazanacağım onu soruyorum”
“Karışma dedik ya, senin net ücretin bu.”
“Yani vergi ödemeyecek miyim?”
“Hadi hadi, hayırlı olsun.”
El sıkışılır, ödeme planı yapılır, imzalar atılır, iki gün sonra havaalanındaki mahşeri kalabalığı gören yıldız oyuncunun Türkiye ile ilgili şaşkınlığı bir kat daha artar.

Bu işin sonu iflas
“Vay beee. Nereye gelmişim ben!”
Senaryo üç aşağı beş yukarı böyle gerçekleşir.
Avrupa’da vergisini kuruşuna kadar ödeyen teknik adamlar ve futbolcular, neredeyse iki katı kemiksiz bir geliri reddedemez elbette.
Ekmek elden, su gölden...
Ya vergiler?
“Alacağıma bakarım, öyle dediler!”
Duygusal bir durum!
Yerli oyuncular için farklı mı?
Asla.
Ezeli rekabet söz konusu olunca, gözü kararır kulüp yöneticilerinin.
James Bond filmlerini aratmayacak atraksiyonlarla nokta (!) transferler yapılır.
“Futbolcunun ciddi bir sakatlığı var mıdır?”, “Yeni teknik adamın planlarına uyar mı?” diye araştırılmaz.
Bastırırlar parayı, attırırlar imzayı.
Milyonlarca euroluk bonservis bedelleri cabası.
Üç büyüklerin kasalarından bu dönem çıkan ve çıkacağı varsayılan para şimdiden yüz milyon euroya yaklaştı.

Haberin Devamı

Neye güveniyorlar?
Ya madalyonun diğer yüzü?
Bu kadar ağır sorumluluklar altına giren yöneticilerimiz, FIFA’da Türkiye’ye ait onlarca ihtilaf dosyası sıra beklerken, nasıl cesaret edebiliyor kulüplerinin geleceklerini ipotek altına sokmaya?
Neyine güveniyorlar bilançolar yüz milyonlarca dolar borcu işaret ederken?
Kombine satışına mı?
Lisanslı üründe yaşanması beklenen patlamaya mı?
Yeni statlarında pazarlayacakları localara mı?
Yoksa naklen yayın gelirlerinin ikiye katlanacağı hayaline mi?
Var sayalım hepsi gerçekleşti.
Dört işlemden anlayan her yönetici, görüyordur tablonun vahametini.
Biraz şampiyonlar ligi geliri, azıcık Avrupa ligi kazancı kapatamaz bu yamalı bohçanın deliklerini.
Vergi diye diye dilimizde tüy bitti.
Biz yazarken de, bazı kulüp başkanlarının tüyleri diken diken oldu.
Eğer kulüplerimiz geçmişteki alışkanlıklarını terk etmiş ve futbolcusuna ödediği transfer ücretinin gerçek vergisini devlete yatırıyorsa, durum çok daha vahim demektir!
Dedik ya, üç büyüklerin bu transfer döneminde kasasından çıkan para yüz milyon euroya yaklaştı diye.

Haberin Devamı

Denetleyecek kim?
Üzerine iki üç yıla yayarak, yüzde 25-30 da vergiden koyun.
Sonuç; koskoca bir kara delik ve kaçınılmaz iflas.
Kim denetleyecek bu işi?
Futbolcu sözleşmelerini devlet sırrı gibi gizleyen Futbol Federasyonu mu?
Yıllardır vergi ve prim borçlarını ötelemeyi adet haline getiren Maliye Bakanlığı mı?
Sen, Chelsea, Barcelona, Real Madrid, Milan ya da Liverpool gibi kurumsallaşmış, düzenli gelir akışını sağlayabilmiş değilsin ki onlarla aşık atmaya kalkasın!
Açın inceleyin kulüp hesaplarını.
Göreceksiniz bir ikisi hariç, tümünün 5 yıllık gelirleri başkan ya da yöneticiler tarafından temliklenmiştir.
Atalarımız boşuna “Ayağını yorganına göre uzat” dememiş.
Neden?
Ayağın açıkta kalıp üşümeyesin diye.
Yakında bizim kulüplerin bırakın ayağını, kışın ayazında başka yerleri açık kalacak, haberleri yok!


Çarşı, ırkçılık ve bir grup Galatasaraylı

Bu işin sonu iflas


Daha bir kaç ay önce yaşandı o garip olay.
Beşiktaş Çarşı grubu, Prof.Dr. Türkan Saylan’ın vefatının ardından Galatasaray maçında açılmak üzere iki pankart hazırlamıştı;
“Alkışlar Türkan hoca için” ve “Türkan Saylan onurumuzdur.”
Sonra ne oldu?
Polis amirleri, “siyasi amaç taşıdığını” ve Çarşı grubuyla ülkücüler arasında gerginliğe yol açabileceğini ileri sürüp, iki pankarta “gözaltı” tehdidi ile el koydu!
Aydın bir Türk kadınını anmak nasıl bir siyasi amaç taşıyorsa artık!
Daha ilginci, her maç öncesinde olduğu gibi stada asılacak pankartlar Futbol Federasyonu yetkilileri tarafından kontrol edilmiş ve onay verilmişti.
Fakat benim polisime göre “sakıncalıydı” Türkan hocayı anmak.
Gelelim önceki akşam oynanan Galatasaray - Maccabi Netanya karşılaşmasına!
Geçen sezonki Galatasaray- Sivasspor maçında olduğu gibi, yine “bir grup” sarı-kırmızılı taraftarın hedefinde İsrail vardı.
Eski açık tribünde oluşturulan Filistin bayrağının altına “Go home İsrail” yazılı bir pankart açıldı.
İsrail aleyhine sloganlar atıldı.
Stat yetkilileri sık sık anons yapıp uyarıda bulundu ama, nafile.
Üstelik uluslararası bir maçta yaşandı bu protesto.
UEFA gözlemcilerinin burnuna sokar gibi.
Peki Futbol Federasyonu yetkilileri nasıl izin verdi o pankartın stata girmesine?
Hadi diyelim ki, gözlerine perde indi ve verdi.
Türkan hoca için hazırlanan pankartı “siyasi” bulan, daha ileri gidip toplumda ayrımcılığa yol açacağını ileri süren polis amirleri neredeydi, tüm bunlar olup biterken?
Yoksa İsrail’e küfür etmek, aynı amirlerin nezdinde vacip miydi?
Daha geçen hafta bu sütunlarda sorduk “Bizde ırkçılık yok mu?” diye!
Korkarım bizde ırkçılık, bazı insanların teni siyah diye aşağılanmasıyla eş değer sanılıyor!
Oysa ayrımcılığın rengi, dili, dini, milleti yok ki!
Eto’o’yu maymun taklidi yaparak ağlatmakla, yahudi olduğu için Balili’ye küfür etmek ve bir ülkenin futbol takımını kovmaktan beter etmenin ne farkı var?
Ne yazık ki bu farkı ne emniyetimiz, ne federasyonumuz, ne de taraftarımız anlayabilmiş.
Tehlike büyüyor, biz kulağımızın üzerine yatıyoruz.
Ancak maçı izleyen UEFA yetkilileri bizim yaptığımızı yapar mı bilemem?
Tribünde ateş yakmaktan, sahaya şişe atmaktan gelen cezayı kafama takmam.
UEFA, ırkçı söylem ve eylemi gerekçe gösterip Galatasaray’a bir yaptırım uygularsa...
İşte o zaman “ırkçılık da neymiş” diyenlerin kulaklarını çınlatıp, kahrederim!