Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Yönetici cephesinden baktığınızda, hakemler geçmiş yıllara oranla daha az hata yapıyor. Bu kadar ağır eleştiri, büyük haksızlık. Lakin yaşananlar ortada. Kulüplerin isyanı had safhada. Sadece 4 büyükler değil, önüne gelen vuruyor hakeme.
İyi de neden? Yanıtı gayet basit. Uzun yıllar sonra ilk defa küme düşme hattındaki takımlar ile Avrupa hedefinde koşanlar arasındaki puan farkı, bir elin parmakları kadar. Her maç final, her maçın tansiyonu yüksek. En basit düdüğün, kalkan en masum bayrağın altında fitne fesat aranıyor.

Haberin Devamı

Günah Çakır ve Aydınus’un

Ben hakemlerin falanca takım lehine karar verebileceğine, ötekini yarışın dışına itme gayreti içinde olacağına kesinlikle inanmayanlardanım. Ama hatalar fahiş. Bazı kararlar kabul edilir cinsten değil. Bir takımın canını yakıyor, ötekine avantaj sağlıyor.
Ve insanlar soruyor; “Eee nerede kaldı adalet? Hani ligin kaderini hakemler çizmiyordu?”
Kimse kusura bakmasın. At sahibine göre kişner. Eğer ortada eleştirilecek bir tablo varsa, sorumlusu Merkez Hakem Kurulu ve o kurulla ilgili tercihte bulunanlardır. Hesap önce onların önüne konur.
Dolayısıyla neyin nerede eksik yapıldığı, hangi atamaların hatalı olduğu, hakemin özgüvenini niçin yitirmeye başladığı, adaletin neden sağlanamadığı sorularını yanıtlayacak olan, MHK Başkanı ve yardımcılarıdır.

Kafalar başka yerde
Bakmayın siz. Hakem cin gibidir, akıllıdır. Mukayese iç güdüsü son derece gelişmiştir! “Falanca şu maçta hata yaptı bir hafta dinlendirildi. Ben yaptım üç haftadır maç alamıyorum” diye MHK’nin adalet mekanizması sorgulanmaya başladığında, ortada ciddi bir tehlike dolaşıyor demektir.
O kafayla görev yapan hakem psikolojisinin sonuçlarını tahmin edebiliyor musunuz?
Ya da “Zor maçlardan kaçan veya kaçırılan hakemler var?” yargısına varan hakemin, ne kadar sağlıklı bir bakış açısı sergileyebileceğini düşünebiliyor musunuz?
Antalya’daki devre arası hakem seminerinde Meireles’in tükürük olayında düdüğünü bırakma noktasına gelen Halis Özkahya’yı dakikalarca ayakta alkışlayan arkadaşlarını gördüğümde umutlanmıştım. “İşte camianın birliği, bütünlüğü budur” demiştim.
Aslında hakemleri yakından tanıyanlar ve onları doğru analiz edebilenler, durumun hiç de parlak olmadığını gözlemleyebiliyor. Örneğin, kokart takmış üst düzey hakemler arasındaki gizli çekişmeyi, gruplaşmaları, kıskançlıkları, çekememezlikleri, adam kayırmaları, MHK Başkanı ve yöneticileri bilmiyorlar mı? Bu negatif ilişkilerin maçlara da aynı şekilde yansıdığını fark etmiyorlar mı? Hepsinin farkındalar. Tıpkı, şimdi neşter vurmanın zamanı olmadığını itiraf ettikleri gibi!

Haberin Devamı

Bu bir mazeret mi?
Derbi maçlara bile hakem bulmakta zorlanan MHK kendine göre bir savunma mekanizması geliştirmiş:
“Üst düzey hakemlerimiz bu sezon Avrupa’da rekor sayıda görev alıyor. Cüneyt Çakır ve Fırat Aydınus’un gittiği maçlarda çizgiler ve dördüncülerle birlikte o hafta 8 hakem dışı kalıyor. Biz de elde kalanlarla etap yapmak zorunda kalıyoruz.”
Her maça Cüneyt, Fırat, Halis, Hüseyin gibi kalbur üstü isimler gidecekse, kadrodaki diğer 25 hakemin işi ne o zaman?
Hepsini her maça hazır hale getirmek, MHK’nin asli sorumluluğu değil mi? Ceza-ödül sistemi niçin herkese farklı uygulanıyor?
Camiada barışı sağlamak, hak dağıtırken mantığın yanında vicdanın sesini de dinlemek, kimin görevi peki?..
İster deneyim deyin, ister gözlem. Meslekteki çeyrek asrın sonunda yaptığımız en önemli tespit, Futbol Federasyonu yönetimlerinde başarı kriterinin A milli takım ve hakemlerin performansına bağlı olduğudur. İşler iyi gidiyorsa ne âlâ. Başarı yok, eleştiri çoksa vay halinize.
Bu ülkede Cumhurbaşkanı da, Başbakan da, siyasiler de, halk da, medya da bunu böyle değerlendirir.
Doğru mudur?.. Uzun vadeli projelerinizi, planlarınızı, başarıya yönelik hedeflerinizi iyi anlatamaz, toplumun beklentilerini tatmin edecek hamleler yapamazsanız...
Maalesef doğrudur!

Haberin Devamı

‘Goool Sesi’ çıktı
Sevgili Atilla Ferah, dünya ve Türk futbolu ile ilgili yıllar süren araştırmasını “Gol Sesi” adını verdiği kitabında paylaştı. Sporla iç içe geçen bir yaşamın olgunluk ürünü denebilecek bu eserinde, Osmanlı döneminden itibaren futbolun ülkemizdeki gelişimi, gün ışığına çıkmamış gerçekleri ve Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki ezeli dostluğu irdeleyen Ferah, gerçekten ilgiyle okunacak bir yapıt ortaya çıkarmış. İşin ilginç yanı, hiç bir ticari kaygısı bulunmadığı için kitabını kendi bastıran deneyimli spor adamının okuyucularına raflardan ulaşması mümkün değil. Bir solukta okuyacağınız bu kitaba goolsesi@gmail.com adresinden göz atmanızı tavsiye ediyoruz. Öğreneceklerinize çok şaşıracaksınız. Emeğine, kalemine sağlık sevgili Ferah.

Ankara’nın inanmış çocukları
Gözden ırak olan gönülden de ırak olurmuş. Tıpkı Ankaragücü’nün her türlü olumsuzluğa karşın sergilediği mücadele gibi. Ancak o gencecik çocuklar, o inanmış kadro ve yöneticilerinin yaşam savaşı her türlü övgüye değer.
Buca deplasmanından çıkarılan puanın ardından, 1461 Trabzon’u yenerek lige dört elle sarılan bu köklü kulübün mütevazı takımı kümede kalabilirse, şampiyonluktan değerli olacaktır başarısı.
Kolay mı? Elbette değil. Para yok, taraftar yok, medya desteği yok, ama inanç var.
Eğer bu takım, bunca yokluğa karşın sezon sonunda yoluna devam ediyorsa, mutlaka utanması ve yüzü kızarması gereken birileri olacaktır.
Türk futbolunun en kıymetli markalarından birini çıkar savaşlarına kurban edenler, o gün sakın ortalarda görünmesinler.
Çünkü sarı-lacivertli renklere gönül verenler, artık hesabı kime keseceklerini çok iyi biliyorlar!