Skorer İyi ki spor var!..

İyi ki spor var!..

15.08.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

İyi ki spor var..

Yolcular da kaliteli. Sakin, olgun, iyi niyetli. Lakin, fırtına amansız... Uskur hasarlı, dümen iki kere kilitlenmiş. Kaptan illetli, erzak tükenmiş..."Lüküs" kamaralardakiler bile korkuyorlar.Çarkçıbaşından kamarota kadar tüm sorumlular, "kaptan köşkünü" ele geçirmeye çalışıyorlar. Su alan kocaman delikleri, sonra onaracaklar.İşte böyle bir durumda, masadasınız...Ve yutkunurken ağrıyan boğazınızla yemeğin lezzetini anlatacaksınız karnı aç yolculara.Gemi Türkiye... Ziyafet spor... İnsan "şölene" dikkatini veremiyor.* * *Yıllık izinlerde bile ara vermediğimiz Ters Köşeyi, geçen hafta yetiştiremedim. Milliyetin TIRıyla birlikte Karadenizdeydim. Elektronik posta gönderip Ters Köşeyi merak edenlere de teşekkür ederim.Ben Anadolunun yabancısı değilim. Ama yine de yoksulluktan etkilendim. Üstelik Karadeniz gibi üretken bir bölgede. Topraktan bereket fışkırırken... Marketler ağzına kadar dolu iken, sokaktaki insanın meteliksiz hali, aradan geçen yıllar ve kürsülerden söylenen ağdalı nutuklarla hiçbir şeyin olumlu değişmediğinin, aksine gerilediğinin belgesiydi. Medeniyet adına atılan adımlar bile yeni sorunlar getiriyordu; yol yapılıyor, kıyı şeridini mahvediyor, evler can alıyor, teknoloji trafik yaratıyor ve insanların karınları yine doymuyordu. Öyle durumlar yaşadım ki, insan spordan bahsetmeye utanıyordu. Yedi yıl önce Olağanüstü Hal bölgesine yaptığımız bir aylık gezi dönüşünde Cüneyt Şengülün söylediklerini anımsadım. Cüneyt, İstanbulda yetişmiş genç ve yetenekli bir foto muhabiriydi. Güneydoğudaki yaşam şartları onu şoke etmişti ve "Abi rüyalarıma giriyor oraları. Yaşama bakışım değişti" demiş, birkaç yıl sonra da Amerikaya yerleşmişti.Çoğu gencimizin hayalindeki gibi...Evet... Gemi çok güzeldi ama, fırtına ve tükenen erzak canından bazdiriyordu insanları. Hele bir de kaptan köşkünde neler olup bittiğini bilmiyorlarsa!..Şimdi fırtınayı, uskuru, dümeni kısa bir süre de olsa unutup "ziyafet"e dönelim: Şükredelim... İyi ki, spor var. Muhteşem bir gemi... "Yaratan", özenmiş de yapmış. Süreyya-Ayhan Atletizmin futbol kadar müşterisi yoktur. O yüzden bilmeyenlere söyleyeyim; bu atlet kızımız, evli hocası Yücel Kopla ilişkisi yüzünden cümle kalem erbabını iki cepheye bölmüş, daha madalya kazanmadan da medyanın "derin" ilgisini görmüştü. Kimilerine göre aşk, kimilerine göre skandaldı bu ilişki... Ardından sevgili hocasının mesleki yetersizliği gündeme geldi. Süreyya büyük bir yetenekti. Ancak Yücel Kopun birikimi ile daha ileri gidemezdi!.. Aralarındaki "bağ" ise, başka bir teknik adamla çalışmasına engeldi!..Bitmedi... Ağır abiler, Süreyyanın doğru dürüst antrenman yapmadığını bile iddia ettiler. Diğer tarafta ise, aşkın kutsallığına tapınan romantikler... Süreyya Avrupa Şampiyonu oldu ya, işler daha da cıvıdı. Lafını yiyenler, romantizme gaz verenler, ben demiştim diyenler... Daha hava alanında, federasyon başkanlarından "yenisi" ilginç bir tespit getirdi: "Artık doğan çocuklara kız ise Süreyya, erkek olursa Ayhan adı verilecek"... Zeynep - Kamil Hastanesinden akıl etmiş olmalı!..Ankaradaki törende ise Başbakanın karşısına Federasyon başkanlarından "eskisi" çıktı. Politika için görevinden istifa eden Mehmet Yurdadön, el sıkıp demeçler verdi. Ama giderayak ortaya attığı doping laflarından bahsetmedi.Süreyya, her ne kadar aksini iddia etse de şampiyonluğa iyi hazırlanmamış bir görünümdeydi. Hiç değilse Hakan Şükürü örnek alabilirdi. Madalyayı kapmışsın... Ver veriştir...Ne gezer!.. İntikam alacağına, daha büyük başarılar için medyanın desteğini istedi boş yere. Rüzgar gülü gibi dönüverenler çoktan pozisyon almıştı zaten.Buraya bir nokta koyalım. Başarılı bir sporcuyu özel hayatı yüzünden suçlamak ne kadar yanlışsa, onun madalya kazanmasıyla özel yaşamındaki hataları legalize etmeye çalışmak da o kadar hatalı. Neyse, bunlar geride kaldı... Herkes birbirine teşekkür ediyor artık. Ben de geleneğe uyayım ve olağanüstü başarısı için Ayhanı kutlayayım. Katkısı olanların ilk sıralarındakilerden Deniz Gökçeyi de, gerçekleştirdiği bu "katılımcı gazetecilik" olayından dolayı alkışlayalım.NOT: Bosna savaşında siperden ateş edip Sırp askerini vurduğu için övünen bir gazetecimizin "katılımcılığından" nefret etmiştik ama bu başka... Zaten sayın Gökçenin üst kimliği ekonomistliktir. Üzerinde aşk, para, entrika sosu olmadan, atletizm de ana haberlerin ilk sırasına çıkıp, sürmanşetlere tırmandı ya, işte Süreyya Ayhanın asıl şampiyonluğu budur. Lorantın otoritesi "Acaba Lorant, bu kadar yıldızın üzerinde nasıl otorite kuracak" "Maalesef" korkulan olmadı!..Tam tersine Fenerbahçe Lorantın fantezilerine bile boyun eğdi.Feyenoord maçında gördük. Lorant, önce Ortegayı kulübede oturtarak Fenerbahçenin 30 milyon dolarını tedavülden kaldırdı, ardından futbolculara verdiği "emri" sonuna kadar uygulattı:"Defans yapılacak". Mesela Revivo, bu emrin o kadar etkisinde kaldı ki, sahada bambaşka bir adamdı.Washington, ilerde topsuz bırakıldı. Arada sırada gol fırsatı yaratılır gibi olduğunda, Washington kendini ofsayta atarak hocanın emrini uyguladı.Geride üçlü defansı beğenmeyenler için bir sürpriz vardı. Hollandadaki Fenerbahçenin defansında beş kişi vardı. Hatta sekiz. Lorantın otoritesi o kadar keskindi ki, Fenerbahçe son on dakikaya kadar kendi yarı sahasından bile çıkmadı.Şimdi siz "Bu takım Loranta bir numara büyük geldi" diyebilir misiniz?..Herşeye rağmen Fenerbahçe Şampiyonlar Ligine daha yakın takım. Yeter ki, tartışılmaz otorite Lorant, 27 Ağustosta "yenin" emri versin. Bu sezon Fenerbahçe müthiş transferler yaptı ama her Fenerbahçelinin yüreğinde bir endişe vardı: Kalite ve fiyat "Kalite aynı fiyatı farklı" ... Deterjan reklamından uyarlama bu slogan... Biri ucuz diğeri pahalı ama, iki deterjan da bembeyaz yapıyor.Geçen sezon itibarıyla futbolcu haklı. Trabzon ve Fenerbahçe taraftarlarının suratları bembeyazdı. Bir Trabzonlu futbolcu söylemişti Fenerbahçe maçından sonra: Derbi yasağı "Yere tükürmek yasak"... "Ayakkabıları çıkarmak yasak"... "Trene asılmak yasak"... Bazıları da "çaresizliğimizin" belgesi: "Çimenlere basmak yasak". Neden?.. Çimenler inek yesin diye mi vardır. Mesela İsviçrede de yasak olsa, insanlar bir yerden bir yere nasıl gidecektir. Yanıt belli... "Ne yapalım. Zaten bir avuç yeşillik var, onu da nasıl koruyalım"?... Taraftarlara rakip sahalardaki derbilerin yasaklanması da böyle...Önce tribünü ayırdılar. Şimdi hepten yasakladılar... Mantıklı bir açıklaması da var: "Ne yapalım, can kaybı mı yaşayalım"?.. Demek ki bizim müstehak olduğumuz bu... Kavga bitmezse maçları hapishane sahalarında oynayalım. Bazı yasaklar, toplumsal ayıplarımızın ikrarıdır. Yani yaptığımızı kabul etmemizin. Sıra kimde ? Hukuk devletinde, kurallar ve kanunlarla belirtilmiş suçlar ve suçlular.Ama bizim de şikayet etme hakkımız var.Adam sapık: Yakalanıyor. Yatıyor, çıkıyor... Devam... Ta ki, bir çocuğu, genci, kadını öldürünceye kadar. Gerçi o zaman da çıkıyor ama, hiç olmazsa on - onbeş sene nice ırzlar, canlar kurtuluyor. Adam hırsız: Cezası üç - beş ay... Sonra, sırada yeni evler, yeni çantalar. Biz öylece bekliyoruz; köpekbalığının saldırdığı sürüde sıranın kendisine gelmesini bekleyen derya kuzuları gibi. Adam meczup: Berbat ruhunun hezeyanlarını futbola taşımaya kararlı. Bayrak dikiyor, bıçak çekiyor, derdest edilip alınıyor. Ne zaman yeşil sahalar ondan kurtulacak?.. Elindeki bıçağı birine saplamaya cesaret edince!..Biz yine bekliyoruz... Bakalım sıra kimde?.. Medeniyet güzel de; bir psikopatın, ancak bir masumun canı pahasına yok edilmesi kuralına aklım ermiyor... Bizim ne suçumuz var?.. eguven@milliyet.com.tr Kabul; medeniyetin bir bedeli var...

Yazarlar