Skorer Maç bitti, kavgaya devam!

Maç bitti, kavgaya devam!

27.04.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Maç bitti, kavgaya devam

Yorumları sürekli yenilenirken, 1863'ten beri değişmeyen kurallarıyla oynanan futbol, TV etkisiyle kazandığı popüler ivme nedeniyle artık sadece doksan dakikalarla sınırlı değil... Maç başlıyor, devre arası ve uzatmalar derken en çok iki saatte stattaki oyun bitiyor. Sonra dağılıp maçın ikinci yarısı gibi, oyunun ikinci bölümüne katılıyoruz.Televizyon stüdyolarında, ekranların karşısında... Saniyelik hareketlerin, davranışların içinden çekip çıkardığımız olayları günlerce tartışıyoruz. Tartışmanın ölçüsünü ve derinliklerini kaçırıp kavgaya dönüştürüyoruz. Kurallar, yönetmelikler, uygulamalar gerçekliğini ve geçerliliğini kaybediyor; sanal bir ortam oluşturup bana görelerle başlayan, varsayımlara, duygulara, tepkilere, çıkarlara, üstü örtülü hesaplara, komplekslere, doğru tanımlayamadığımız aidiyet anlayışlarına endekslenmiş bir tartışma ve kavga ortamı yaratıyoruz.En sevdiğimiz malzeme de polemikler...Geçen hafta içinde Türkiye Kupası'nın iki yarı final maçı oynandı. Futbol kalitesini bir yana bırakın, ama finalistlerin ancak penaltı atışlarıyla belirlendi o 120'şer dakikalık maceralar hepimizi büyüledi. O büyülü ortamdan çıkıp, sihirli kutuların (televizyonların) karşısına geçtik..Fenerbahçe Kaptanı Ümit Özat'ın kırmızı kart görmesiyle sonuçlanan, Christoph Daum ile Giray Bulak'ın fiziksel çatışmaların sınırından döndüğü olaylardan inanılmaz kurnazlıklarla eşi görülmemiş polemik fırsatları ürettik. Anlı şanlı sunucular, ağızlarının suyu akarak, zevkten ve keyiften dört köşe, Arena'daki Neron'ları andırarak bir tür Gladyatör senaryolarını hayata geçirmeye çalıştı. Bir yere kadar başarılı da oldular. İlgiyle izlendiler. Kimi zevkle, kimi ibretle, kimi utanç ve pişmanlık duygularıyla izledi tartışmaları...Herkes kendine göre yorum yaptı, çoğu da sapla samanı birbirine karıştırdı..Türk futbolunun örnek kaptanlarından biri -Ümit Özat- oluşturduğu kötü bir örnekle şöyle üstünkörü -gıyabında- eleştirilirken, Türk futbolunun en iyi antrenörlerinden biri -Giray Bulak- kanal kanal telefon bağlantılarıyla kendini ifade etmeye, duygu ve düşüncelerini aktarmaya çalıştı... Haksız biçimde yargılanıp hakkında her türlü suçlama - abartılarak - yapılırken, kutsal savunma hakkını da ondan esirgediler. Program akışı adına sözlerini keserek, araya başka yorumlar ve yorumcular koyarak Bulak'ı bütünüyle anlaşılmaz hale getirdiler...Yaşanan olaydan sonra adı geçenlere, ruhunu ve aklını dinlendirecek, belki de dürüst pişmanlıklarla anlamlı barış sonuçları yaratabilecek zaman hiç tanınmadı. Tam aksine, laflarının ve davranışlarının arkasında olduklarını tekrarlatarak, bir tür delikanlılık raconu kestirerek pişmanlık olasılıklarını, barış şansını, sportif davranış güzelliklerini de yok ettiler.Sahada oynanan o güzelim büyülü oyun boşa gitti. Futbolun emekçileri değil, tacirleri kazandı ! Futbol, popüler kültürümüzün en yoğun alanlarından birini oluşturuyor. Bir yandan maçlara koşup sportif oyun oynama ya da izleme zevkimizi tatmin ediyoruz, bir yandan da doğru tanımlanamamış aidiyet hislerimizle üzülüyor ya da seviniyor, ama oyundan mutlaka kendimize bir pay çıkarıyoruz. Geçen ay, SABAH'ın Yılın Sporcuları seçimine konuk olarak katıldım.İkinci yılındaki organizasyon, jüri formatı değiştirilerek yenilenmişti. Belirlenen dallarda anında canlı oylamayla yılın en başarılı sporcuları seçildi.Sonra o başarılı sporculardan biri de, sporla doğrudan ilgisi bulunmayan, televizyon, iş alemi ve sanat ve magazin dünyasından üyelerin oy kullandığı jüri tarafından Yılın Sporcusu unvanına layık görüldü.Trabzonspor Kaptanı Fatih Tekke aldı büyük ödülü...Gecenin sonunda Olimpiyat Şampiyonu Taner Sağır'la konuşuyorduk... Dertlenmişti, "Ağabey bu ülke amatör sporcusuna böyle mi değer veriyor!... Ben genç yaşta olimpiyat şampiyonu oluyorum, yılın sporcusu onuru, futbolcu Fatih ağabeye gidiyor... Onların trilyonları var, bari böyle unvanları bizden esirgemesinler!" dedi.Caner Doğaneli ile birlikte Taner'i teselli etmeye çalıştık, olmadı...Eurovision'un başarıyla sunduğu Avrupa Şampiyonası sırasında Taner Sağır, her başarılı kaldırıştan sonra barı bırakıp haykırıyordu...Taner'in isyanını o zaman daha iyi anladım...Çocuk değil, bizler sağırdık... sesini duyuramıyordu! Sağır'ın isyanı CNN Türk'te Yiğiter Uluğ'un sunduğu Santra programı, Malatyaspor'dan ayrıldıktan sonra suskun kalan Aykut Kocaman'ı ilk kez ekran karşısına çıkardı.Teknik ve taktik ayrıntılar, ön direk - arka direk, üçlü-dörtlü savunma kombinasyonları ya da yerli-yabancı antrenör çekişmesinin çok ötesinde başka boyutlara uzanan Kocaman, anlayana çok ince mesajlar verdi. Örneğin Fenerbahçe'de elbette antrenörlük yapmaktan onur duyacağını, ama buna kendisinin değil, tümüyle Fenerbahçe camiasının karar verebileceğini... Özellikle Üç Büyükler'in formasını giyen futbolcuların, antrenörlük mesleğine geçip yeterliliklerini kanıtladıktan sonra, rakip takımların hocalığını da üstlenebilmelerini, toplumun her türlü bağnazlıktan kurtularak, onları profesyonel kimlikleriyle kabul edip içlerine sindirmesi gerektiğini söyledi.Kocaman'ı saygıyla, ibretle dinledim. Ağzına sağlık.Aykut Hoca'nın bir başka davranışı da beni çok duygulandırdı...İlk gözağrısı İstanbulspor'un dramatik yaşam savaşına gönül borçlusu olarak katkıda bulunmaya soyunmuştu.Örneğin, Erol Tok'un istifasından sonra görevi üstlenen eski yardımcısı Fahrettin Ömerli'ye (Ömeragiç) refakat ederek Denizli deplasmanına katılmıştı. İstanbulspor, oradan çok değerli bir puan çıkardı...Dün de öğrendim ki, eski takımının sabah antrenmanına gitmiş...Onca kötü örneğin içinde Aykut Hoca, bir mücevher gibi duruyor işte...Hem de Kocaman bir mücevher gibi! agokce@milliyet.com.tr Kocaman akıl, kocaman yürek