Penaltınız mı verilmedi şu fani hayatta?

Geçtiğimiz pazar, saat 17:15 suları... Antalya-Rize maçının 60’ıncı dakikası oynanıyor...
Rizeliler 1-0 mağluplar ve Viera ile sağ kanattan etkili bir pozisyon buldular. Fildişili oyuncu, ceza alanına sağ çaprazdan girdikten sonra Giray’ın müdahalesiyle yerde kaldı ve Rizeliler canhıraş bir şekilde penaltı itirazında bulundular. Sonuç olumsuzdu. Rizeli futbolcuların ve teknik kadronun itirazı sonuçsuz kaldı, Cüneyt Çakır penaltıyı vermedi.
Düşünün, kümede kalma yarışı yaptığınız rakibinizin 3 puan gerisindesiniz. 1-0 da mağlupsunuz. Maçın bitimine yarım saat kalmış, bu noktada bir de penaltınız verilmemiş. Müsabaka bu şekilde biterse, 6 puan geriye düşecek ve psikolojik olarak çok önemli bir eşikte tıkanmış kalmış olacaksınız.
Tıkanıp kalmadılar... Oynamaya devam ettiler ve sadece 4 dakika içinde
2 gol buldular. Maçı 2-1 kazandılar, Antalya’yla puanları eşitlediler ve kümede kalma yolunda dev bir adım attılar.
Benim de, Kweuke iki golü attıktan hemen sonra, yani saat 17:20 sularında aklıma gelen soru şuydu: Eğer Çakır, o penaltıyı vermiş olsaydı, Rize daha sonra acaba bu pozisyonları/bu golleri bulabilecek miydi? Zira diğer senaryoda, Viera’nın düştüğü pozisyonun ardından penaltı atılacak (belki gol olacak, belki olmayacak), olursa santra yapılacak, doğal olarak başka pozisyonlar gelişecek, oyun başka türlü akacak ve belki bambaşka bir senaryoya bürünecekti. Belki 1-1 bitecekti maç... Belki penaltı kaçacak, Rize daha da demoralize olup 2-0 kaybedecekti. Belki de 5-1 kazanacaklardı, bilemiyoruz...
Ama bildiğimiz şu: Futbol fena halde hayata benzer... Kaos (kargaşa) kuramının söylediği gibi, karmaşık bir sistemde başlangıçta yapılan ufak bir değişiklik, neticede sizi öngörülemez bambaşka sonuçlara götürebilir. Meşhur “kelebek etkisi” örneğinde olduğu gibi, Amazon ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpması, yıllar sonra Amerika’da bir kasırga kopmasına neden olabilir.
Yani Antalya’da, saat 17:15’te Viera yere düştüğünde o penaltı verilse, 17:17’de Kweuke’ye o pas gelmeyecekti işte. Bambaşka gelişecekti müsabaka... Bırakalım şu pozisyon penaltıydı ya da o proje, şu para benim hakkımdı diye sızlanmayı da... Akışına bırakalım hayatı... Belki size hak ettiğiniz bir penaltı düdüğü çalınmamıştır da bugün, arkasında iki hak edilmiş gol saklıyordur hayat. Kim bilir?

Haberin Devamı

Deplasman fobisi (mi?)

Haberin Devamı

Memleket mutsuz. Futbol tatsız. Bu şartlarda futbol yazmak inanın çok zor. O yüzden, sıkılmazsanız, biraz daha matematik sohbeti yapalım bugün...
Son dönemde hepimizin diline pelesenk olmuş bir cümle: Galatasaray’ın, Fenerbahçe’nin, X takımın, Y takımın deplasman fobisi... Gerçekten de bu yıl sahalarında 32’şer puan toplayan F.Bahçe ve G.Saray’ın deplasman performansları içerinin yarısı seviyesinde (19 ve 16)... Ve herkes bunun gerekçesini bulmaya çalışıyor.
Tabii ki bu performans farklılığının birden fazla sebebi var, tek bir gerekçeyle açıklanamayacak kadar komplike bir problem bu. Ama bilimsellikten yola çıkarsak, bu problemin çok da anlaşılmaz olmadığını fark edeceğiz.

BİRİNCİ GERÇEK: Şu anda Avrupa’nın 5 büyük liginde mücadele eden 98 takımın sadece 11’inin deplasman performansı iç saha performansından üstün. İtalya’da 20 takımın 20’si, İspanya’da ve Fransa’da 19’u, Almanya’da 18 takımın 16’sı içeride daha başarılı. Türkiye’de de durum benzer: Kasımpaşa ve Antalya dışında 16 takım içeride daha başarılı. Yani zaten sporun doğası gereği, tribün avantajı, kent alışkanlığı, saha alışkanlığı gibi nedenlerle dünya üzerindeki her 100 takımın 90’ı iç sahada daha başarılı.

İKİNCİ GERÇEK: Şampiyonluk yarışı yapıyorsanız, iç sahada hemen hemen bütün maçları kazanıyorsunuz demektir. Dışarıda da içerideki kadar başarılı olmak demek, çok çok iyi bir takım olmak demek. Ligin her sezonunda böyle çok çok iyi performanslar çıkmaz zaten. Mesela GS’97 kadar iyiyseniz içeride-dışarıda dengeli (40-42) toplayabiliyorsunuz ancak. Ya da FB’96 gibi (43-41) veya BJK’03 gibi (45-40)...
Böyle performanslar da 5 yılda-10 yılda bir oluyor zaten. Her sene olmuyor.

ÜÇÜNCÜ GERÇEK: Bu sezon İngiltere’de 4 takım (Chelsea, M.City, Arsenal, Liverpool) maç başına 2 puan ortalamayı geçmiş. İspanya’da bu sayı 3 (Real Madrid, Atletico Madrid, Barça). İtalya’da da (Juve, Roma, Napoli)... Türkiye’deyse yalnızca bir takım (FB) iki puan ortalamasının üstünde.
Zaten içeride 3, dışarıda 1 kazanıyorsanız; maç başına 2 puan ortalama yapar. Bizim ligimizde maç başına 2 puan ortalamayı tek bir takım, o da az farkla geçebiliyorsa, bu yıl bu ligde olağanüstü bir ekip (yani 96 FB’si, 2003 BJK’si veya 97 GS’si) yok demektir. Öyleyse bu yıl herhangi bir şampiyonluk adayının iç saha-dış saha dengeli puan toplamasını beklemek hayalcilik sayılır.

SONUÇ: 40 yapar!

PARDON, GERÇEK SONUÇ: Çok iyiysen, 10 üstünden 9’luk takımsan, içeride dışarıda kazanırsın... Sadece iyiysen, çok iyi değilsen, 10 üstünden 7’lik-8’lik takımsan, dışarıda sürekli kazanmaya gücün yetmez. Basit gerçek bu.

Haberin Devamı