SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Erkekler ne ister?

Herkese merhabalar,

Sizlerden gelen yorumlar ve güzel mesajlarınız için çok teşekkür ederim, sizler cansınız…

Milliyet PembeNar’ın güzel atmosferinden sizlere ulaşmak beni mutlu ediyor.

Erkek dünyasının en detay bilgilerini siz papatyalara aktarırken, “Bu erkekler gerçekten ne istiyorlar?” sorusuna yanıt vermenin zamanı geldi. Bu yazıda sizlere erkeklerin bir kadında aradıkları dört temel özelliği aktarmak istiyorum.

Erkek dünyasını kadınlara aktarırken erkekler arasındaki sosyal ilişkilerin dengesini belirleyen en temel bilgiyle başlamak gerekir: “Rekabet.”

Erkek dünyası tamamen rekabete dayalıdır ve küçük yaşlardan itibaren bu rekabeti ateşleyen de kızlarla olan ilişkilerinde aldıkları galibiyetler veya yenilgilerdir. Bunun sebebi, çocukluğundan itibaren bir erkeğin tüm başarılarını, tüm heyecanlarını ve özgüvenini kızlarla ilişkilerine ve kızlardan aldığı tepkilere yüklemesidir.

Peki hangi kız için rekabet edilir?

İşte bu sorunun yanıtı, erkek zihnini algılamak açısından son derece önemlidir. Bazı kadınlar, fiziksel özellikleri ve aslında daha önemlisi davranış biçimleriyle erkekler arasında muazzam bir rekabet ortamı yaratabilirler. Bu noktada, davranış biçiminin fiziksel güzelliğinden daha önemli olduğunu özellikle belirtmekte fayda var; çünkü herkesin kabulü olduğu üzere, bazı kadınlar güzellik yarışmasından dereceyle çıkacak kadar güzel ve aynı derecede yalnızken, bazıları ise diğerlerine göre daha “sıradan bir güzelliğe” sahipler ama tüm erkekleri peşlerinden koşturacak kadar erkek dilinden anlıyorlar!

“Erkekler ne ister?” sorusunun yanıtını muhtemelen çok iyi gözlem yaparak ve zekalarını kullanarak çözmüş olan bu kadınların her zaman birkaç sağlam alternatifi varken, “ben çok güzelim ancak yalnızım, erkekler beni anlamıyorlar” diyen kadınların farkına varamadıkları gerçekler nelerdir?

1) “Erkekler güldürebildikleri kadını severler”

Marilyn Monroe şöyle demiş: “Bir kadını güldürebilirsen ona her şeyi yaptırabilirsin.” Efsane Monroe’dan kadınlar hakkında çok şey öğrendik ve kadınları detaylı anlamak isteyen her erkek mutlaka onun sözlerine bakıp notlar almıştır. Öte yandan, onun bahsettiği durumun aynısı erkekler için de geçerli! Sadece ufak bir farkla; kadın kendisine yüksek sesle kahkaha attırabilen erkeği sever ve bilimsel çalışmalar gösteriyor ki kadın kahkaha attığında aynı zamanda arzulama moduna geçiyor.

Öte yandan erkek ise kahkaha attırabildiği kadını sever; çünkü bu şekilde hem ona pratik zekasını göstermiş olur hem de kadının kahkahasında gizli olan onaylanma (erkek ile geçirdiği vakitte mutlu olduğunu onaylamış olur) duygusuyla özgüvenini zirveye taşır. Bir erkek, yaptığı esprilere bırakın kahkaha atmayı ufak bir gülümsemeyi bile esirgeyen kadından topukları kalçasına vurarak kaçmak ister… Daha kötüsü de vardır elbette, zoraki ve yapmacık gülümseyen kadınlar! “Tamam saçma espriler yapacaksın anlaşıldı!” dercesine gülümseyen bir kadın erkeğe daha ilk görüşmede kolay beğenmeyen bir kadın olduğunu vurgular ve bunun erkekte yarattığı etki erkekler arasında şu şekilde adlandırılır: “gudubet kadın”. Erkek saçma espriler yapıyorsa, yapmacık gülümsemeler yerine ideal tepkiniz şöyle olmalı: “Bugün pek havamda değilim, kusura bakma.”

Bunun üzerine erkek bunun sebebini sorduğunda iş yerindeki bir sıkıntıdan bahsederek konuyu değiştirmek ve yaptığı saçma esprilere bir son vermek zoraki gülümsemelerden çok daha akıllıca bir yöntemdir.

2) “Erkekler seksi kadının peşinden koşarlar” 

Peki ya seksilik tam olarak nedir? Genel olarak bilinenin aksine seksi olmak sürekli dekolte elbiseler giymek ve erkeği tahrik etmeye çalışmak değildir. Hatta denim pantolon üstüne sıradan bir t-shirt giyerek bile seksi olabilen kadınlar vardır. Bunu başarmalarının sebebi 3D kuralını biliyor olmalarıdır: Öncelikle “Davranışlar” gelir; erkeğin yanında kendini iyi hissettiğini ona hissettirmesi, ona yakın durması, onun yanındayken dikkatinin başkalarına kaymaması ve tüm dikkatinin o adamda olması erkek açısından ciddi bir arzulama sebebidir. Seneler önce Roma’da yaşadığım yıllarda bir İtalyan arkadaşım nişanlısıyla ilgili şunu söylemişti: “Bana ait olduğunu hissettirerek beni tavladı…”

İkinci D ise “dokunuşlar” dır. Erkekle konuşurken adamın omzuna dokunmak, dirseğinden kavrayıp gülümsemek, kravatını düzeltmek veya elindeki eski bir yarayı fark edip oraya dokunarak “Yara izlerin sana farklı bir hava katıyor” gibi cümleler sarf etmek erkeği dokunarak etkilemenin yollarıdır. Üçüncü ve son D ise “derin bakışlar”dır. Bir partiye birlikte gittiğiniz erkek arkadaşınız başka bir grupla konuşurken onu bakışlarınızla yakalamak ve bu bakışlarda saklı arzuyu ona muzipçe gülümseyerek göstermek, onun üzerinde en dekolte elbiseden daha yoğun bir etki yaratabilir.

3) “Erkekler şefkat gösteren kadına bağlanırlar”

Özellikle ülkemizde erkeklerin annelerine ne kadar bağlı olduklarını ve birçok kadının ilişkisinde ya da evliliğinde “ana kuzusu” diye tabir edilen adamlarla ne kadar uğraştığını gayet iyi biliyoruz. Bu durumda erkeğin küçük yaşlardan itibaren annesinden aldığı şefkati ve hatta daha fazlasını sevgilisinden beklediği de açık bir gerçektir. Kadınlar ilgi isterler ve buna da fazlasıyla hakları vardır; ancak aynı derecede ilgi ve şefkati erkeğin de beklediğini hatırlatmak için şunun altını çizelim: yazının başında belirttiğim üzere erkekleri anlamak için öncelikle onların arasındaki yoğun rekabeti anlamak gerekir. Erkekler birbirlerine asla şefkat göstermezler ve hatta birisi böyle bir tavırla yaklaşırsa onu zayıf karakterli bir erkek olarak algılarlar. Dolayısıyla, hemcinslerinden almayı asla düşünmedikleri bu şefkat ihtiyacını ya annelerinden ya da hayatlarına aldıkları kadından tamamlamaya çalışırlar. Eğer bir kadın, evliliğinde sürekli şefkat istiyor ancak eşine hiçbir şekilde şefkat göstermiyorsa, adamın annesine gittikçe yakınlaşması ve onu daha sık ziyaret etmeye başlaması ya da üçüncü bir kadının yani bir sinsirellanın bu açığı fark ederek erkeğin hayatına girmesi sadece an meselesidir. Peki erkeğe bu şefkat nasıl gösterilir? İşte bunu da çok iyi ayarlamak gerekir, bu yazının konusu olmadığı için şimdilik o konuyu bir kenara bırakalım.

4) “Erkekler bir tarzı olan kadına hayran kalırlar” 

Bir kadının kendi tarzını ve kurallarını ortaya koyması erkek açısından son derece çekici ve hatta seksi bir durumdur. Hatta çok sert ve keskin ahlaki çizgileri olması erkekte “bu dönemde böyle bir kadın buldum, ben bu kızı kaçırmamalıyım” duygusunu bile yaratabilir.

İşte tam da bu noktada en hassas konuya geliyoruz; “bu kuralların oluşturduğu size özgü tarzınızı erkeğe nasıl yansıtmalısınız?” Öyle hassas bir konudur ki, bunu yansıtma şeklinizle erkeği ilişkiden kaçırabilir veya ömür boyun kendinize bağlayabilirsiniz. Size sihirli formülü verelim: “Üslup.”

Erkeğe kurallarınızı ve yapamayacağınız şeyleri ilişkinin başında söyleyin ve bunları gülümseyerek, yumuşak bir üslupla ifade edin. Erkekler karşılarında okul müdiresi gibi kendilerine okul kurallarını hatırlatan veya nazi subayı gibi toplama kampı kurallarını beyan eden bir kadın görmeyi gerçekten sevmezler. Kurallarınızı zarafetinizle söyleyin ve eğer bunlara uymazsa sizi kaybedeceğini ona fısıldayın. Sonra da ilişkinizin keyfini çıkartın!

“Ahhhh bu erkekler” dediğinizi duyar gibiyim. İstekleri, arzuları, talepleri bitmiyor. Üstelik bir önceki maddede belirttiğim üzere Türkiye’de yerleşmiş aile kültürü gereği birçok erkek annesi tarafından oldukça şımartılıyor ve hayatı boyunca onun güdümünde kalıyor; dolayısıyla kadın sadece adamı idare etmekle kalmıyor bir de annesiyle uğraşıyor. Günümüzde evliliklerin artık yolunda gitmemesinin ve ilişkilerin de kısa süreli olmasının en büyük sebeplerinden bir tanesi de burada yatıyor; kadınların yetmişli seksenli yıllarda alışık oldukları bu aile dinamiklerini artık kabullenmek istememeleri. Erkekler birey olmayı öğrendiklerinde kadınlarla daha sağlıklı ilişkiler kurmayı da öğrenecekler.

Erkek dünyasından gizli saklı bilgileri sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. Katıldığım yayınlarda belirttiğim bir düşüncemi burada tekrarlamak istiyorum: Bu sürecin sonunda sağlam ilişkilerin sayısı artacak; çünkü insanlar güvendikleri ve iyi anlaştıkları bir insanı kaybetmemek için daha fazla çaba göstermeyi öğrenecekler.

 

Görüşmek üzere,

Adil Yıldırım

Twitter: @authoradilyldrm
Instagram: @adilyildirimyazar
YouTube: Adil Yıldırım

Yazının devamı...

Uzun ilişkilerin gizemli sırrı nedir?

Herkese merhaba,

Bir ilişkiden ne beklersin? Tam olarak ne istediğini biliyor musun? Bu soruyla karşılaştığında hiç düşünmeden verdiğin hazır bir cevabın var mı? Yoksa bir süre düşünüp tereddüt edenlerden biri de sen misin?

Eğer isteklerinde net biriysen, bugün yoksa bile yakında seni mutlu edecek bir ilişkin mutlaka olacaktır; sadece doğru insan henüz senin yoluna çıkmamış olabilir, hepsi bu. Her şey bir zaman meselesidir, kimi zaman o insan için doğru zaman değildir, karşına çıkması için doğru bir ruh haline girmesi beklenir ki mutlu bir ilişkiniz olsun.

Kainatta tesadüfe yer yoktur ve her karşılaşma muazzam bir nizam ile gerçekleşir, dolayısıyla belki de biraz daha beklemenin sana büyük ödülleri olacaktır. Bu arada, hazır bekleme modundayken sen de kendini ciddi bir ilişkiye ruh ve beden olarak hazırlayabilirsin; nasıl mı? Yukarıdaki sorulara net yanıtlarını vermelisin, örneğin beklentin nedir sorusuna cevabın “huzur” olabilir; ya da “heyecan” çünkü son ilişkinde çok sıkıldın ve aradığın heyecanı bulamadın. Emin ol, tam olarak ne istediğine karar verdiğinde o insan senin karşına çıkar ve tahminlerinin ötesinde bir ilişkiyi yaşamaya başlarsın.

Bu arada, tüketim odaklı yaşanan milenyum çağında nasıl oluyor da bazı insanlar uzun süreli ilişkiler yaşayabiliyorlar? Diyelim ki, yukarıda belirttiğim gibi aradığın doğru insanı buldun, iş orada bitmiyor tam tersine orada başlıyor; çünkü asıl mesele bir ilişkiye başlamak değil devamını getirmek.

Yıllardır İlişki Koçu olarak çalışıyorum ve şunu gördüm ki insanları en çok yoran olay, ayrılığın hemen ardından daha nefes almadan ve kendine gelmeden yeni bir ilişkiye başlamak; adeta panikle sağa sola atlamak ve kaybettiği duyguyu yeni bir insanda aramak. Oysa bilmezler ki, yaşadığın duygu sana o duyguyu yaşatan insana aittir. Yanlış anlaşılmasın, bir daha mutlu olamazsın ya da aynı derecede mutlu olamazsın demiyorum, söylemek istediğim şu; yine mutlu olursun ancak bu farklı bir mutluluk olur, aynı değildir; çünkü onu sana yaşatan insan aynı insan değildir. Herkes kendine has bir duyguyu sana sunar ve sonra bu duyguları alıp senin hayatından gider. Bunu kabullenmek gerekir.

İşte bu noktada, tüm bu tüketim ağı içerisinde ve birçok insanın aman vermeksizin sağa sola sinyal gönderdiği günlerde, uzun ilişki yaşayan insanların beş büyük sırları olduğunu gördüm. Bunları sizinle paylaşmanın tam zamanı olduğunu düşünüyorum:

1) Uzun ilişki yaşayan insanlar ASLA, ASLA ve ASLA “Mıç Mıç İlişki” yaşamazlar. Sağlam ilişki yaşayan o kadar çok insan gördüm ki, onları hep gözlemledim ve sırlarını anlamaya çalıştım, mutlaka başarıya götüren bir sır olmalıydı çünkü her zaman bir sır vardır. Böyle çiftleri gözlemlediğimde dikkatimi çeken ilk nokta işte buydu, asla yapışık ikizler gibi ilişki yaşamıyorlar; bilakis kendi özel alanlarına çok dikkat ediyorlar. Birisi örneğin haftanın iki günü dans ediyor, kendi sosyal yaşantısını sürdürüyor, diğeri de aynı şekilde hobilerinden ve sosyal çevresinden asla vazgeçmiyor. Bazen bunları birlikte yapıyorlar ancak onlara dışarıdan bakıldığında bunun mecburi olmadığını rahatlıkla görüyorsunuz. Sürekli yan yan olmak gibi bir dertleri yok çünkü onları birbirine bağlayan şey sürekli yan yana olmak değil, ya da bağlı olmak için bunu yapmak zorunda hissetmiyorlar. Böyle ifade edelim. Aralarında özel bir duygu olduğunu biliyorlar ve bu konuda bir şüphe duymuyorlar, şüphe ile yaklaştıklarında bunun ilişkiye zarar vereceğini çok iyi biliyorlar. Elbette bu güven iki ayda oluşmuyor; örneğin altı aydır birlikteler ve birbirlerini gözlemlemiş ve güvenmişler, zamanla ikisi de birbirini daha iyi tanımış ve aralarında sağlam bir güven oluşmuş. Birbirini tanımak zaman ister. 

2) Muazzam bir iletişime sahipler. Aralarında her konu konuşuluyor ve en önemlisi de problem olduğunda hemen üstüne giderek tatlıya bağlamayı biliyorlar. İnsanların içlerinde biriktirdikleri konular gittikçe büyür ve zamanla çözülemeyecek bir noktaya gelir. İletişime kapalı ya da küsen insanların ilişkilerinde büyük problemler yaşamalarının sebebi budur, en önemli konuyu yani iletişimi yeterince önemsemezler ve konuların üzerini örtmeyi tercih ederler. Bu arada şunu belirtmeliyim ki bu bahsettiğim uzun ilişki insanlarının iletişimde başarılı olmalarının en büyük sebebi “kendileriyle barışık” olmalarıdır. Öyle ki, kendiyle barış halinde olmayan insanın bir başkasıyla sağlıklı iletişim kurması mümkün değildir. Dolayısıyla iki “olgun” insan olarak iletişim kurabilmeyi beceriyorlar çünkü “hayatta pişmişler” belli bir yaşa gelmişler ve her konuda iletişim kurmanın gücüne inanıyorlar. Halının altına süpürmek hiçbir şeyi çözmek, ses çıkarmamak belki gerginliği erteler ama bir gün gelir o gerginlikler birikerek karşınıza çıkar, faiziyle.

3) Anı biriktirirler. Bu nokta da en az diğerleri kadar önemli çünkü erkekleri en çok bağlayan şey, “yaşanmışlıklardır.” Yanlış anlama olmasın, bazı adamlar ne kadar çok yaşasalar da bağlanamazlar ve hatta mutluluktan kaçmayı tercih ederler; çünkü çocukluk döneminde biriken travmalar onları mutluluk amacından uzaklaştırır. Bizim burada bahsettiğimiz normal, standart, laboratuar koşullarında sağlıklı bir erkek birey. Bu adamlar, bir kadınla anı biriktirerek ona alışır ve duygu geliştirerek ona bağlanırlar. Erkeğin duygu geliştirmesi ciddi bir mesele çünkü zaman alır ve ilk başlarda kadın kadar hızlı bağlanamaz. Birlikte seyahat etmek, hayatın farklı koşullarını birlikte yaşamak erkeği o kadına bağlar. Uzun ilişkisi olan bir çok erkek bana şunu söylemiştir: “En zor günlerimde yanımdaydı, onunla her şeyi yaşadık bu kadını asla bırakamam…” Yine belirtelim, bunları yapmama rağmen bana bağlanmadı ve çekip gitti diyenler mutlaka vardır; tekrar ediyorum ki bu davranışı onun sağlıklı bir birey olmadığını gösteriyor, demek ki sen sorunlu bir adamdan kurtuldun, bu senin için iyi bir şey çünkü yıllar geçse de seni mutlu edemezdi.

4) Dediğim gibi, uzun ilişkisini başarıyla sürdüren insanları gözlemledim, hatta bununla kalmadım fırsatım olduğunda onlara sorular sordum ve cevaplar aldım. Bana verdikleri cevaplar arasında garip bir ortak nokta daha olduğunu gördüm ve bunun altını kırmızı kalemle çizdim; hepsi de ağız birliği etmişcesine aynı şeyi söylüyorlardı. Bakın, normalde bir çiftle konuştuğunuzda ilk olarak şunu duyarsınız, “Onu çok seviyorum.” Oysa, benim konuştuğum çiftler ilk olarak hep şunu söylediler; “Ona çok büyük saygı duyuyorum.” Evet, sevgi değil saygı. Size en etkili formülü yazıyorum: SAYGI. Bir insanı sevmek iyidir güzeldir de pek bir işe yaramaz, ona saygı duymadıktan sonra sevginin hiçbir anlamı yoktur. Oysa saygı duyduğunuz bir insanı aynı zamanda seviyorsanız işte bu çok önemli bir fark yaratır çünkü onu üzmekten, onu kırmaktan ve onu kaybetmekten korkarsınız. İnsan öyle bir varlıktır ki, eğer hafif bir korku duymuyorsa ya da çekinmiyorsa sevdiği bir insanı kolaylıkla kırabilir. Burada devreye ne giriyor? KAYBETME KORKUSU. Özellikle yazıyorum; çünkü erkek dünyasında noterden tasdikli olarak size garanti verebileceğim bir bilgiyi sizlerle paylaşmanın zamanı geldi, BİR ERKEK KAYBETME KORKUSU YAŞAMADIĞI BİR KADINA ASLA SAYGI DUYMAZ. NOKTA. Evet sevebilir, o kadını sevebilir ve ona değer verir ancak kadının kendi standartları ve kuralları yoksa o erkeğin saygısını kazanamaz. Benim bütün bu işleri yaparken sizlere aktarmam gereken en önemli bilgi budur. Ben bu bilgiyi size aktararak bana verilen “farkındalık yaratma görevini” yerine getiriyorum; çünkü “yıllardır bana kötü davranıyor” ya da “yıllardır beni aldatıyor ben ne yapmalıyım?” diyen kadınlara pek bir sözüm yok. Sözün bittiği nokta burasıdır. Eğer bir ilişkide saygı yoksa, uzun sürmesi taraflardan birinin kendinden sürekli ödün vermesi demektir. 

5) Tutkuyu ayakta tutarlar çünkü cinsellik, kadın erkek ilişkilerindeki en güçlü bağı oluşturur. Cinsellik olmadan bir evliliğin uzun sürmesi mümkün değildir. Bazı durumlarda çiftler mal varlığını bölmemek için ya da çocuklar büyüsün diye evliliğe devam ederler, aralarında hiçbir cinsel bağ kalmamış olmasına rağmen evliliğe devam etmek elbette bir tercihtir ve saygı duymak gerekir. Cinsellik insanın bir ihtiyacıdır, aynı zamanda topraklanma ihtiyacını karşılar ve cinsel dürtüler insanı sürekli ayakta tutar, yaşadığını hissettirir. Uzun süreli sağlam ilişki yaşayan çiftler cinselliği ayakta tutmak için cinsel iletişim yoluyla fantezilerini birbirleriyle paylaşırlar. Ben bu fantezimi eşimle paylaşırsam benim hakkımda yanlış şeyler düşünebilir gibi korkulara kapılarak kendini saklayan insanlar daha sonra bunları bir şekilde yaşama ihtiyacının esiri olurlar. Oysa, yatakta partnerinden en ufak bir talepte bulunmaktan çekinmek yerine bunu onunla paylaşmak, cinsel yaşamı çok daha aktif bir hale getirebilir. Sağlam ilişki yaşayan çiftler cinsel ihtiyaçlarını birbirleriyle gideriyorlar ve açık iletişim kuruyorlar.

Sevgiyle kalın,
Görüşmek üzere
Adil Yıldırım

Twitter: @authoradilyldrm
Instagram: @adilyildirimyazar
YouTube: Adil Yıldırım

Yazının devamı...

Sırtlanı perişan eden 'cool' kadının hikayesi

Herkese merhabalar,

Yakın bir arkadaşım bana mesaj attı: “Abi beni biliyorsun kolaylıkla bir şeyler hissedebilen bir adam değilim. Tam doğru kadını buldum derken dünyada bu salgın patladı ve yine bir şeyler aramıza girdi.”

Mesajını yanıtladım: “Neden yine?”

“Abi çünkü ne zaman bir kadına ciddi bir şeyler hissetsem araya bir takım olaylar giriyor bir türlü şu mutluluk denen trene binemedik.”

“Mutluluk denen tren?”

“Evet abi her zaman sen mi metafor yapacaksın, bak biz de bir şeyler hissedebiliyoruz yazar çizer olmasak da!”

“Boş ver şimdi sen bunları” diye yanıtladım ve ona aklımdaki soruyu yönelttim, “Senin gibi bir sırtlan nasıl olur da bir şeyler hissedebilir? Yine dalga geçiyorsun bence ve sen bu kızın da kıymetini bilmezsin; mesela bu salgın olmasaydı sen kendi başına her şeyi berbat edecek bir şeyler yapardın. Haksız mıyım?”

Baktım whatsapp da bir şeyleri yazıp yazıp siliyor. Muhtemelen aramızdaki on beş yıllık dostluğun verdiği rahatlıkla bana aklından geçenleri saydıracaktı ancak sonra vazgeçti ve şöyle yazdı: “Abi her insan değişir az veya çok. Ben de elbette değişiyorum. Doğrudur; kadınlara yanlış davranışlarım oldu ve mutluluk trenini ben kendim kaçırdım, ya da binmek istemedim, erteledim vesaire… Ancak gelmişim otuz beş yaşına ve artık doğru adımlar atmak istiyorum, hayatımda bir şeyler değişsin istiyorum, bunun için mücadele ediyorum. Bak bu kızla tanıştık, beni muazzam derecede etkiledi…” dediğinde araya girdim;

“Muazzam lafını kullanma, o benim sözüm.”

“Evet ama benim de hoşuma gidiyor. Neyse bak olay şöyle gelişti; kız ilk görüşmede o kadar sakin, o kadar umursamazdı ki beni acayip etkiledi. Genelde kızlar ilk görüşmede hemen bir bekleyişe giriyorlar falan, fakat bu kız sanki mecburen benimle yemeğe gelmiş gibi bir tavır takındı, yüzüme bile adam gibi bakmıyor, onun peşinde koşmam gerekiyor bunu hissettim. Sonra tuzağa da düşmedi…”

“Ne tuzağı kurdun yine?”

“İlk görüşmede hadi bana gidelim muhabbeti yaptım, baktım yemeğin ilerleyen saatlerinde gülmeye başladı cesaret aldım bundan, benim ev yakın bana geçelim dedim…”

“Kim bilir nasıl yanıt verdi senin gibi bir sırtlana?”

“Abi kız önce beni çok şaşırtan bir tepki verdi ve duymazdan geldi.!!! İnanılmaz değil mi, kadındaki tarza bakar mısın? Etrafa baktı hafif bir gülümsemeyle, tekrar sormak zorunda kaldım, hadi bana geçelim dedim, sonra gözlerimin tam içine bakıp beni çok etkileyen bir gülümsemeyle çok komiksin sen dedi.”

“Evet öylesin hakikaten komik bir adamsın” diye yanıtladım.

“Sonra kız daha ilginç bir şey yaptı ve çok alakasız bir soru sordu, şimdi hatırlamıyorum bile, yemekte o dakikaya kadar konuştuğumuz her şeyle alakasız bir soru sorarak konuyu dağıttı. Ben ona yaptığım teklifi unuttum ve konu bir anda dağıldı, sonra hesabı istedim, ödedim elbette! Senin tabirinle cimri sırtlanlardan değilim, sonra onu taksiye bindirdim evine gitti. Beni saçma teklifimden dolayı ne tersledi, ne tepki verdi ne de bu konuda benimle muhatap oldu. Yani yemeğin sonunda beni adam yerine koymadığını bana açıkça hissettirdi.

“Bu konuda kıza kesinlikle hak veriyorum” diye yazdım keyifle; fakat sırtlan arkadaşım pek oralı olmadı (çünkü sırtlanlar pek oralı olmazlar) ve anlatmaya devam etti:

“Abi kıza o gece mesaj attım, vardın mı iyi misin vesaire…”

“Uyudun mu? diye yazsaydın sırtlan?

“Yok abi kız o muhabbetlere girecek biri değil, zaten bakışlarıyla veya sessizliğiyle beni eziyor biliyorsun bu tip tavırlara hiç katlanamam. Tepki falan verse hoşuma gider ya da laf sokuyorsa bu kız bana aşık olmuş diye düşünürüm; ancak böyle soğuk ve mesafeli hareketler beni çileden çıkartıyor!”

“” diye geçirdim içimden…

“Evdeyim” diye yanıtladı kız benim mesajımı. Bu kadar, başka hiçbir şey yazmamış. Yani açıkça muhabbet etmek istemiyor. Yazdım yazdım yazdım, sürekli yazdım saçma sapan geyik muhabbetleri espriler falan yaptım ancak cevap vermedi. Sonra şey yazdı,

“Öncelikle tarzın bana uygun değil. Giyimin, kullandığın koku bile benlik değil. Kitap veya sinemadan anlamıyorsun, değişecek bir tip de değilsin. Seninle neden vakit kaybedeceğim? Benim açımdan anlamsız olur. Boşuna kendini yorma, sen keyfine bak, bana göre değilsin…”

“Mükemmel cevap…” diye yanıtladım.

“Evet ama ne oldu biliyor musun? Ona sandığı kadar cahil olmadığımı gösterdim, sinema ve kitap muhabbetine girdik ve baktı ki ben de çok boş birisi değilim. Birkaç akşam düzenli yazıştık ve sonra onu aradığımda müsait değilim diyerek kapattı. Sonra beni ertesi gün aradı ve şimdi konuşalım dedi. Kızdaki tarza bakar mısın?”

“Bir tarzı var” diye yazdım.

“Kesinlikle öyle, kadının bir tarzı var abi; en azından ne istediğini biliyor ve bu konuda gayet net. Davranış biçimi son derece kararlı ve tavırları asla çocukça değil. Bana fevri tepkiler vermiyor ya da trip atmıyor sadece hoşlanmadığı hareketlerimi açıkça söylüyor ve iletişim kuruyor, en kötü yanı ise bir cümleyle beni eziyor, nasıl yapıyor bilmiyorum ama kelimeleri mükemmel kullanıyor, lafı asla uzatmıyor…”

“Kelimelerin gücü” yazdım.

“Evet aynen öyle. Başlardan benimle iletişimi hemen kesmek istiyordu ama bu salgın öncesindeki son baş başa görüşmemizde bana şöyle bir şey söyledi; Aslında sen ilginç bir adamsın, hoşuma giden bir tarafın var, ama ne zaman cinsellik konusunu açsan basitleşiyorsun; bir anda anlamsız bir insana dönüşüyorsun. Bunu yapmadığın sürece, konuşmaların ve mizah anlayışın hoşuma gidiyor.”

“En etkili yöntem” diye yanıtladım, “Tatlı Sert”

“Abi bu yöntemin adı her neyse beni duman etti; kızın etki alanından çıkamıyorum. Onunla bir şeyler yazıştığımız zaman ya da görüntülü konuşurken gözlerinde kayboluyorum ama daha çok kelimeleri, bana çizgi çekerken takındığı o zarif tavır; kadında resmen asalet var. Nazik bir şekilde beni yola sokuyor…”

Aramızdaki sohbet bu şekilde devam etti, sizinle bu diyaloğu paylaşmak istedim çünkü tarzı olan bir kadın için sırtlanlar sadece mezedir. Sadece meze. Masada istediğiniz yere koyarsınız.

Sizi sevdiğimi tek bir an olsun unutmayın.

Sevgiyle kalın…

Adil Yıldırım

Twitter: @authoradilyldrm
Instagram: @adilyildirimyazar
YouTube: Adil Yıldırım

Yazının devamı...

İnsan ruhunda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak

Garip bir rüya gördüm ve bu rüyayı sizlerle paylaşıp paylaşmamak konusunda uzun süre düşündüm. Hani bazı rüyalar vardır, sabah o rüyanın etkisinde yataktan kalkarsınız; etkisi bütün gün sürer. Nedense gün boyunca kendinize gelemez ve bir türlü hayatın ritmini yakalayamazsınız, işte böyle bir rüyaydı. Ben bunu bir çeşit “kabus” olarak adlandıramıyorum çünkü kabus diye adlandırdığımız olguda bir çeşit kan,gözyaşı,katliam,korku veya ölüm hissi vardır. Oysa bu bir kabus değildi çünkü bunların hiçbirisi yoktu, yine de, evet yine de beni gün boyu sarstı ve yordu, ruhumu karamsarlığa yöneltti.

Bir süre düşündüm ve sizlerle paylaşmaya karar verdim, çünkü bizler, evet bu yazıyı okuyan sen değerli dost ve ben, ve aslında hepimiz, bir görünmez zincirle birbirimize bağlıyız. Bu olaylar da gösteriyor ki, hayatta herkes aynı içgüdüyle, “hayatta kalma içgüdüsüyle” birbirine bağlı ve işte bu çaresiz duyguda birleşiyoruz. Bizi insan yapan ve hayatta tutan duygular, aslında birbirimizden hiçbir farkımız olmadığını gösteriyor.

Garip bir endişe var insanların gözlerinde, bir çeşit çaresizlik hissi. Belki de böyle hissetmemiz gerekiyor, çünkü bizler milenyum gençleri olarak (ben de hala gencim!) teknolojinin ve sosyal medyanın hayatımıza aniden girmesi neticesinde bir çeşit dikkat dağılması yaşadık; sevdiklerimizden uzaklaştık, ben başkasını hemen bulurum dedik, “duygunun değerini” unuttuk. Evet, duyumsamaktan, bir duyguyu yaşamaktan bahsediyorum, çünkü insan sadece hissetmek ister. Başarı hissi, aşk hissi ya da zenginlik hissi, hepsi bir anlık duyumsamadan ibarettir, devamı yoktur, sonrası yoktur, arkası yoktur, bir an sadece bir kısa an boyunca başardığını ya da aşık olduğunu hissedersin, o kadar kısa sürer ki o anı içinde tutup bir daha dışarıya bırakmaz istemezsin.

Doyumsuz varlıklarız ve neticelerini yaşıyoruz…

Yaklaşık bir hafta kadar önce rüyamda gördüklerimi sizlerle paylaşıyorum. Benzer duygular içerisinde olabilirsiniz; karamsarlığa ve çaresizlik hissine kapılmış olabilirsiniz ama size ufak bir bilgi verip ardından rüyama geçeceğim.

Leonardo Da Vinci’nin yaşadığı dönemde Avrupa genelinde dehşet bir veba salgını vardı, elbette bu salgın İtalya’ya da Venedik Limanı üzerinden sıçramıştı. İtalya’da tarih boyunca yaşanmış hemen her salgın Venedik Limanı üzerinden gelmiştir. O dönemde bu salgın zamanla Da Vinci’nin memleketi Floransa’ya da ulaştı ve oraları kasıp kavurmaya başladı. İnsanlar, ne teknolojinin ne de gelişimin olmadığı Orta Çağ karanlığında bir de bu öldürücü illetle uğraşmak zorunda kaldılar.

Da Vinci ne yaptı?

Üretmeye devam etti ve tarih boyunca yeri doldurulamayacak, eşi benzeri olmayan sanat eserlerini dünyanın ruhuna sundu. Hizmetine sundu demiyorum çünkü sanat insana hizmet etmez; insan ruhunu besler. Sanatçı, insanlığa ışık tutan en büyük ruha sahiptir.

Peki ya Van Gogh? Onu tanıyan kimsenin normal bulmadığı ve “adam yerine koymadığı” bu ölümsüz ruh, döneminde türlü acılarla uğraşırken yaşamaya ve üretmeye her zaman devam etti, dünyaya ışık saçtı; insanlığın yolunu aydınlattı.

Beni yakından takip edenler nasıl bir Mozart hayranı olduğumu bilirler; Amadeus Mozart, yaşadığı dönemde karşılaştığı tüm zorluklara rağmen eserlerini üretti, onları ruhundaki sonsuz zenginlikten çıkarttı ve insanlığa sundu. Sonra, Avrupa’daki veba salgınında hayatını kaybetti ve bilinmez bir mezara gömüldü, Mozart’ın bir mezarı yoktur. Onun ölümsüz olduğu, ancak bu şekilde ortaya konabilirdi…

Tarih, o kadar zor dönemler içerir ki, insanın kendisiyle ve başkalarıyla ilişkisi hep sınanmıştır. Veba, çok hızlı yayılan ve iki insan arasındaki mesafe kısaldığı anda bulaşan bir hastalık olmasına ve dünya genelinde tekrarlayarak 12. 15. 16. Ve 17. yüzyıllarda toplamda dört yüz milyon insanı öldürmesine rağmen, insanlar bir şekilde bu psikolojiden çıkarak yeniden aralarındaki ilişkileri inşa ettiler, yeniden kurdular.

İnsan, insansız yaşayamaz…

Gelelim beni derinden etkileyen rüyaya…

Beşiktaş sokaklarında yürüyordum. İlk hatırladığım an burası. Beşiktaş Meydanı’nda kimse yoktu, oradan Yıldız Yokuşu’na doğru yürümeye başladım. Garip bir rüzgar yüzümü yaladı, o gece dolunay olacaktı, bazen bir rüyada sanki birebir yaşar gibi hissedersin ya hani, işte o gece dolunay olacağını öyle hissettim… Etrafta kimse yoktu, selam verecek bir insan, gözlerinin içine bakacağın bir çocuk, besleyeceğin bir güvercin bile yoktu. O kadar yalnızdım ki, uyurken bu yalnızlığı derin bir nefesle içime çektim. Kimsesiz bir şehirde, kimsesiz bir ruha sahip olarak caddelerde yürüyordum. Nedense zihnimde hep aynı ses yankılanıyordu: “İnsan ruhu değişecek; insanlar arasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…”

Yıldız Yokuşu’nun başına geldiğimde Balmumcu’ya doğru yavaş yavaş yürümeye karar verdim. Değil yaşamak; nefes almak için bile acelem yoktu. Aniden, yokuşta bana doğru yürüyen yaşlı bir çift gördüm, yetmiş yaşlarında ve daha ilk bakışta elli senedir birlikte olduklarını anlayabileceğiniz bir çiftti. Yüzlerinde maskeler vardı, bana doğru yokuşun üstünden aşağıya doğru iniyorlardı, ama bir anda garip bir durum dikkatimi çekti; benim onlara doğru yürüdüğümün farkında bile değillerdi. Sanki yeryüzünde kendileri dışında hiçbir canlıyı algılayacak durumda değillerdi, kısa bir dehşet anının ardından, sessizce yürürken ikisinin de ağlamakta olduklarını fark ettim. Bana birer metre yaklaştıklarında göz yaşlarını gördüm, gözlerinden maskelerine doğru süzülen göz yaşlarında sessizlik vardı…

Sonra beni görmeden yanımdan geçerlerken şöyle dediklerini duydum; “torunları yine göremedik…”

Kendimi kaybetmeden yürümeye devam ettim; yokuşu çıkarken tek başına bir bankta oturan genç bir kız gördüm, elinde cep telefonu yoktu, maskesinin ardındaki yüzü bembeyaz kesilmişti ve gözlerindeki bakışları tamamen donmuştu, sanki artık hayatın bir anlamı yokmuş gibi, her şey geçip gitmiş gibi… Daha yirmilerinde bir genç kızın neden bu kadar çaresiz ve umutsuz olduğunu anlayamadım ve yürümeye devam ettim.

Yürürken kulağımda hep aynı melodi vardı; “Remembrance – Robbie Robertson.”

Bir an durup etrafa baktım; başka insan görmek için, etrafımdaki insanların değerini bilmediğim günleri bir daha yaşamamak için. Sonra gökyüzüne baktım, bana bir çare fısıldaması için…

Yalnızlık nedir?

Kimseyle paylaşamamak, kimsenin seni anlamıyor olması, kendini yeterince ifade edememek, kalabalığın ve insanların içinde çaresiz hissetmek… Kesif ve gerçek bir yalnızlığın tanımı bunlar olsa gerek. İnsanın kendiyle ilişkisi, aynada gördüğü varlıkla ilişkisi, hangi dönemde bundan daha büyük bir sınava tabi tutuldu? Kaçtığımız kendimiz, başkalarıyla vakit geçirerek yüzleşmek istemediğimiz dertlerimiz, asla yakamızı bırakmayacak yalnızlığımız şu anda üstümüze geliyor ve açıkçası bundan “bu defa” hiçbir kaçış yok. Bununla yüzleşmek zorundayız. Dikkatimizi dağıtan milyonlarca etken varken, kendimizle yüzleşmek zorundayız, hasır altı ettiğimiz ne kadar korkumuz, ne kadar endişemiz, ne kadar travma varsa, hepsiyle yüzleşmenin ve günah çıkartmanın vakti gelmiştir belki de…

Yıldız Yokuşunu çıkarken yavaşladım, sanki yorulmuştum ve yaşlanmıştım. Aniden bir martı gördüm, hiçbir canlı ondan daha beyaz ve temiz olamazdı. Martı bir an için alçaldı ve sonra, evet sonra, kanatlarını açıp gökyüzüne doğru uçtu. O anda, her şey değişti, araba trafiği akmaya başladı, kaldırımdan çiftler el ele yürümeye başladılar. İnsanlar sanki daha sakindiler ve bir yerlere yetişmeye çalışmıyorlardı artık.

Sadece hayata ve yaşamaya yetişmek istiyorlardı. İnsanlar ruhen değişmişlerdi…

Sizi sevdiğimi tek bir an olsun unutmayın…

Adil Yıldırım

Twitter: @authoradilyldrm
Instagram: @adilyildirimyazar
YouTube: Adil Yıldırım

Yazının devamı...

Corona günlerinde aşk

Herkese merhabalar,

Yaşadığımız dünyanın geçirdiği bu karmaşık dönemde şunu bir kez daha görüyoruz: kültürler ve inançlar farklı olsa da insan özünde aynı varlık, dünyanın her köşesinde aynı acıları ya da aynı mutlulukları yaşıyoruz, nedense bu sadece insanlığın yaşadığı zor zamanlarda ortaya çıkıyor. Göz yaşlarının rengi farklı olabilir mi? Hepimiz bütünsel bir sistemle birbirimize bağlıyız ve aslında aramızda hiçbir fark yok, olduğunu düşünüyoruz sadece. Hayatta kalma içgüdüsü en temel ihtiyaç olarak kendini gösteriyor ve insanlar hayata tutunabilmek ve içlerindeki yaşam sevincini koruyabilmek için her şeyi yapıyorlar. Bu kadar zor bir dönemden geçmesine rağmen İtalya’da insanlar balkonlardan şarkılar söylüyor ve mağdur edebiyatından uzak duruyorlar; neşelerini korumaya çalışıyorlar.

İlk ve en temel ilişki insanın kendiyle olan ilişkisidir. Bu ilişkide eksik noktalar olduğunda insanın başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilmesi imkansızdır. Ne kadar gariptir ki mecburi koşullar altında eve kapanan insanlar ister istemez kendi içlerine dönmek zorunda kaldılar. Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım bana şöyle diyordu: “Kitap okumayı özlemişim, aslında biliyor musun bu günlerde kendimle ilgili çok fazla şeyi fark ettim, mesela kendimden uzaklaşmışım, kitap satın alıyordum ancak okumuyordum, satın aldığım bazı kitapları gördüğümde ben de şaşırdım hepsini bir kenara koyup unutmuşum. Kendimle baş başa kalmayı da özlemişim, nedense son yıllarda hep birileriyle olmak, yalnız vakit geçirmekten kaçınmak gibi bir alışkanlık edinmişim. Nedense? Sonra evde geçirdiğim günlerde bunun sebebini anlamaya başladım; meğer beni rahatsız eden bazı olaylar yalnız kaldığımda üstüme gelmesin diye kaçıyormuşum, hepsiyle yüzleştim, evde yalnızken buna mecbur kaldım ve iyice düşündüm. Sonra kendime dedim ki yapacak bir şey yok hepsi birer deneyim yaşandı ve geride kaldı. Rahatladım, korkacak bir şey yokmuş tek yapmam gereken biraz yalnızlık ve yüzleşmeymiş. Bunu anlamak da güzeldi.”

İnsan, eninde sonunda, tüm bu marka ve gösteriş merakından kendine dönmek zorunda olan bir varlık; kendi özüne, ruhunun derinliklerine dönüp yüzleşme yaşamak zorunda. Bunu ertelediği sürece, yaşantısında gerçek bir tatmin duygusuna ulaşamaz. Şöyle düşünün, ruhunda büyük bir delik olan insan, dış faktörlerin getirdiği tatminden ne kadar beslenirse beslensin kendini tamamlanmış hissedemez. Önce kendine ulaşmak ve ruhuyla barışmak zorundadır. Bundan kaçış yok. İşte bu günlerin böyle getirileri de var. Sizlere farklı bir pencere açıyorum.

Öte yandan, insanın başkalarıyla ilişkileri de son derece ciddi bir testten geçiyor. Örneğin iki ay önce tanıştığı bir erkeğin ilk birkaç haftada gösterdiği insanlık dışı ilgiden etkilenen (günde yedi bin mesaj ve altı yüz arama vs) bir genç kız, son bir aylık süreçte flörtünün ortadan kaybolmasına şaşırıyor. Bunda şaşılacak bir durum yok; her zaman söylüyorum bir insanın size ilişkinin başındaki birkaç haftalık süreçte gösterdiği ilginin fazla bir önemi yoktur, normalde günde birkaç defa aramak ve mesaj atmak bir ilişkiyi ayakta tutar ancak bunun çok ötesinde arama ve sormalar sırtlanların özelliğidir ve onlar cinselliğe giden yolu kısaltmak için aşırı ilgi gösterirler, hepsi bu. Eğer cinsellik konusunu hiç açmadan ve yakınlaşmadan ilgi gösteriyorsa o zaman sana aşık olmuş olabilir. Bunu da ilk üç ayda anlarsın. Sabırla onu gözlemleyip ilgisinin ne kadar sürdüğüne bakmalısın. Eğer böyle bir süreçte ortadan kayboluyorsa demek ki senin nasıl olduğuna önem vermiyor. Sadece cinsellik yaşamak istedi ve bu sürecin getirdiği koşullar nedeniyle artık mümkün olmadığını anladığı için daha fazla ilgi göstermeye gerek duymadı. Hepsi bu. Yani, özetle: sana ilgi göstermiyordu, seninle cinsellik yaşama ihtimaline ilgi gösteriyordu. Acı ama gerçek. Sırtlanlar, kadınların ilgiye bayıldığını çok iyi bilirler.

Etrafında dolaştığım konuya gelmek üzereyim sevgili okurum; sırtlanları bir kenara bırakalım. Bir alfayla birlikteyseniz ve eğer ilişkiniz iyi giderken bu sürece yakalanıp kalbinizi çalan insandan uzak kaldıysanız, o zaman neler yapmalısınız?

Her zaman olduğu gibi beş maddede sizlere açıklıyorum:

1. Tartışmanın zamanı değil; mecburi koşullar nedeniyle ayrı kaldığınız bu süreçte tartışmalardan uzak durun. Sizden uzak kalmak ve hayatında olan biten birçok şey onu sinirlendiriyor olabilir, siz alttan alın ve “Ben seninle tartışmak istemiyorum, sana ihtiyacım var” diyerek konuyu kapatın. Tartışmalarda kimin haklı kimin haksız olduğu bu dönemde pek de önemli değil (aslında hiçbir zaman önemli değildir, önemli olan ilişkinin tartışmalardan kazançlı çıkmasıdır) dolayısıyla konuyu uzatmadan kapatın ve birbirinizi geren veya kısıtlayan tavırlardan uzak durun. Küsmek, şu dönemde ilişkileri en çok yıpratan davranış çünkü kendini iletişime kapatan insanlar, araya mesafelerin girdiği böyle bir dönemde, duygusal paylaşıma ne kadar zarar verdiklerini bilmezler.

2. Biliyorsunuz eve sipariş dönemini yaşıyoruz. Herkes online sitelerden siparişini veriyor hatta market alışverişi bile bu sitelerden yapılıyor kapınıza kadar getiriyorlar; sevgilinin market alışverişini yaparak adresine göndermenin tam zamanı. Özellikle sevdiği şeyler varsa, mesela bayıldığı bir gofret veya yemeden duramam dediği bir çikolata, işte onu almayı sakın unutma. Onu ne kadar önemsediğini göstermenin güzel bir yolu üstelik sürpriz olarak yaparsan aniden kapısı çalıp alışveriş torbalarını gördüğünde oldukça şaşıracaktır. Kadınlar sürprizleri severler.

3. Malum herkes kitaplara veya filmlere gömüldü, romantik komediler bence bu dönemin modasıdır çünkü herkes zaten gergin ve sinirli, komedi filmleri gevşemek ve biraz gülmek için iyidir. Bu salgın nedeniyle dijital çağa geçtiğimizi düşünüyorum, bu bir milat olacaktır, işte bu dijital çağa geçerken bize insan olduğumuzu hatırlatan duygusal komediler bence ideal bir seçim. Bu filmleri altyazılı izlerken, tam da “Seni seviyorum” yazan bir sahnede ekranı dondurun, ekran resmini ona yollayın. Altına hiçbir şey yazmanıza gerek yok. Her anınızın onunla dolu olduğunu göstermenin harika bir yolu.

4. Eski resimlerinizden güzel bir albüm yaparak ona gönderin. Bunun için çok sayıda uygulama var, kendi resimlerinizden bir albüm olabilir, örneğin daha önce onunla paylaşmadığınız lise yıllarınıza ait resimleri onunla paylaşmanız aranızdaki bağı güçlendirir. Ayrıca, onunla çektirdiğiniz ve üzerinden uzun zaman geçen resimlerinizi de hatırlatmak için bu albüme koyabilirsiniz; her zaman söylediğim gibi erkekler anı biriktirerek duygu oluştururlar, siz de onda duygu oluşturan anılarınızı bir araya getirerek ona gönderin, etkisini göreceksiniz.

5. Kim demiş bu günlerde karşılıklı oturarak akşam yemeği yiyemezsiniz diye? Bilakis, teknolojinin nimetlerinden faydalanmanın tam zamanı diye düşünüyorum. Görüntülü konuşma esnasında yemeğinizi yiyebilir ve akşamınıza renk katabilirsiniz. Hatta yemek yaparken birbirine tarif veren çiftler bu işi biliyorlar. Ben size şu kadarını söyleyebilirim; seven insan bir yolunu bulur ve sevdiği kişiden kopamaz, ayrı şehirlerde veya ayrı ülkelerde olması bir şeyi değiştirmez, elinden geleni yapar ve bugünün olanaklarından sonuna kadar faydalanır.

Belki de bugünlerde, tam da bu dönemde, birlikte olduğunuz insanın size gerçekten ne kadar değer verdiğini, size ne kadar bağlı olduğunu anlayabilirsiniz. Hiç şüpheye yer bırakmadan ilişkileri teste tabi tutacak bir dönemden geçiyoruz, olaya bir de bu açıdan bakmanızı öneririm. Peki evli çiftler evde nasıl vakit geçirebilirler?

Onu da sizlerle paylaşacağım.

Sevgiyle kalın,

Görüşmek üzere,

Adil Yıldırım

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.