SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Kilolarınız Sizi Koruyor mu?

Uzun süredir kiloluysanız, kilolu olmanın ve fazla yemenin size sağladığı bir takım faydalar vardır. Şimdi size "fazla kilolu olmak ve fazla yemek sana ne sağlıyor?" diye sorsam, daha önce sorduğum pek çok kişi gibi siz de "ne sağlayacak canım, hiçbir şey sağlamıyor" diye cevap verebilirsiniz. Bu, sizin bilinç seviyesinde verdiğiniz bir cevaptır. Eğer bir alışkanlıktan kurtulmak isteyip de kurtulamıyorsanız, muhakkak bilinçaltınızda size bir fayda sağladığına, onun sizin için iyi olduğuna, doğru olduğuna inanıyorsunuzdur. İlk başta bunu reddetmeniz çok normal. Kendi üzerinizde biraz daha özfarkındalık kazanıp, bilinçaltınızla iletişim kurduğunuzda mutlaka farklı cevaplar bulursunuz.

Gerçekten kilo vermek ve bunun kalıcı olmasını istiyorsanız, zihninizdeki düşünce ve inançları değiştirmelisiniz. Ancak bu şekilde alışkanlıklarınızı ve dolayısıyla yaşam tarzınızı değiştirebilirsiniz. Siz kilo verip, ince ve formda olmak isterken; bilinçaltınızda kilolu olmak sizi cinsellikten koruyor ya da daha fazla ilgi görmenizi sağlıyorsa bir türlü kilo veremezsiniz.

Fazla kilonun veya fazla yemenin kişiye sağladığı çeşitli yararlar vardır. Bu faydayı kişi kendisi bilir, şu an cevap bilinç seviyenizde olmayabilir. Ancak dikkatinizi kendi içinize yöneltip, farkındalığınızı artırarak bu faydayı bulabilirsiniz. En çok rastlanan faydalardan birkaç örnek verecek olursak:

- Sizi bir şeylerden koruyor olabilir (ilişkilerden, cinsellikten, karşı cinsten, çalışmaktan...). - Stres ve sıkıntı atma yöntemi olarak rahatlama sağlayabilir. - Sizi zengin veya güçlü gösteriyor olabilir. - Dikkat çekmenizi veya görünmez olmanızı sağlıyor olabilir. - Bazı kusurlarınızı örtüyor olabilir. - Büyüdüğünüzü ispatlıyor olabilir. - Sizi uyuşturarak acı duymanızı engelliyor olabilir. - İntikam alıyor olabilirsiniz. - Anne rolüyle daha çok uyum sağlıyor, daha anaç gözüküyor olabilirsiniz. - Duygusal ya da yaşam amacı eksikliklerini dolduruyor olabilirsiniz. - Hastalıklardan korunduğunuzu ve daha sağlıklı olduğunuzu sanabilirsiniz. - İstemediğiniz herhangi bir şeyden sizi uzak tutuyor olabilir.

Eğer ciddi anlamda kilo verip forma girmek istiyorsanız, başlayıp başlayıp geri dönmemek için kilolu olmanın, fazla yemenin size sağladığı faydayı bulmalısınız. Aksi takdirde kazanan hep bilinçaltınız olacaktır. Bir yoyo topu gibi hep hedefinize ulaşmak üzereyken aynı noktaya geri gelirsiniz. Belli bir zaman sonra, bu gel gitlerden sıkılıp, başarmaya dair güveniniz sarsılır ve tamamen vazgeçersiniz. Unutmayın ki aklınızdakiler değiştikçe, bedeniniz de değişecektir. Zihin ve beden birbirinin aynasıdır. Sağlıklı yaşam, herkesin hakkıdır ve siz bunu hak ediyorsunuz... Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Zayıflamayı İstiyor musunuz Yoksa Seçiyor musunuz?

Fazla kilo sorunu olan herkes kilo vermek ister. Kilo vermeyi seçmedikçe bu yeterli olmaz. Çünkü “zayıflamak istiyorum” cümlesinde bir eylem yoktur, sadece istersiniz. Oysa kilo vermek ya da vermemek bir seçimin sonucudur.

Bugünkü hayatımıza baktığımızda sahip olduğumuz ya da olmadığımız her şey seçimlerimizin sonucudur. Şimdiye kadar başkalarının etkisinde kalarak bir şeyler yapmış ya da yapmamış olmanız, bundan sonra da böyle olacağını göstermez. Artık büyüdünüz :) Başkalarının aklına ihtiyacınız yok.

Şu an fazla kilonuz varsa ve bundan memnun değilseniz, bu durumu kendinizin yarattığı gerçeğini kabul etmeniz önemli bir adımdır. Gereğinden fazla yemeği seçtiniz, yanlış şeyler yemeyi tercih ettiniz, yeteri kadar hareket etmemeyi seçtiniz. Bunun sonucunda fazla kilolarınız oldu. Yeni seçimler yapmanız size farklı sonuçlar getirecektir. Kendi seçimlerinizin sonuçlarını yaşadığınızı kabul ederseniz, farklı seçimlerin de size farklı sonuçlar getireceğine inanırsınız.

Pasta, çikolata yemek yerine kuru meyve yemeği seçebilirsiniz. Sıkıldığınızda ya da kızdığınızda abur cubur atıştırmak yerine duş almayı, meditasyon yapmayı ya da yürümeyi tercih edebilirsiniz. Çok çeşitli, karışık yemek yerine her öğün tek bir çeşit yemeği seçebilirsiniz. Kilolarınıza kızmak yerine, onlarla barışmayı seçebilirsiniz. Oturmak yerine dans etmeyi ya da yürümeyi seçebilirsiniz. Tepkilerinizi içinize atmak yerine dozunda dışarı akıtabilirsiniz. Başkaları istiyor diye değil, sadece kendiniz istiyorsunuz diye kilo vermeyi seçebilirsiniz.

Gerçekten kilo vermeyi seçtiğinizde kendinizi iyi hissedeceksiniz. Bugün ağzınıza ne götüreceğinizi, ne kadar götüreceğinizi siz belirleyeceksiniz. Bunun farkına vardığınızda işiniz kolaylaşacaktır.

İsterseniz farkındalık kazanmak için bugün bir deneme yapın. Yemek için elinize ne alırsanız alın kendinize şu soruyu sorun: “Şu an ben bu .... (tatlıyı, kuru meyveyi vb.) yemeği seçiyorum ve yarın, öbür gün bu seçimimin sonuçlarını yaşayacağım, istersem bu seçimimi değiştirerek alacağım sonucu da değiştirebilirim.”

Evet, seçim sizin, SİZ NEYİ SEÇİYORSUNUZ?

Sevgiyle ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Hastalığınız Sizi Koruyor mu ?

Hastalık ne demek? Tabi ki sözlük anlamını sormuyorum. :) Sizin kafanızın içindeki program kayıtlarınızda ne anlama geliyor? Hastalığa yüklediğiniz anlamlar neler, beyninizdeki nörolojik bağlantılar ne diyor bu konuda?

Ben size bazı örnekler vereyim: İlgi görmek, dikkat çekmek, yapmak istemediğin bir işi erteleyebilmek, dinlenmek, sorundan kaçış, tartışma ya da kavgayı sonlandırış, istediğini yaptırabilme yöntemi… bunlara benzer pek çok kişisel kodlama olabilir. Kişi bilinçaltında bir şekilde hasta olmakla ilgili böyle bir bağlantı kurmuşsa sık sık bu amaçlarına ulaşmak için hastalanabilir. Böyle bir durumda hastalık artık bir davranış şekli olmuştur.

Bunlara kısaca hastalığın bize sağladığı faydalar diyebiliriz. Baş ağrısına sahip olmak akşam çocukların sesini kesmesine ya da eşin vıdı vıdısını durdurmaya yarıyorsa istediğiniz zaman hoop baş ağrısı otomatik olarak geliverir! Ya da yapmak zorunda olduğunuz fakat hiç yapmak istemediğiniz bir iş, hastalanıverince başkasına devrediliyorsa hastalanmak, iş devretmek için güzel bir yöntem olabilir.

Bilinçaltı her zaman bizi korumak için iş başında olduğundan hastalık konusunda da diğer yan etkileri düşünmeden sadece sonuca giderek işini yapar. Eğer durumları değiştirmek, kaçmak, kurtulmak için hastalık yaratıyorsanız bir yandan da hastalığın ağrısını, sancısını, tatsızlığını da çekiyorsunuzdur. Bunlar da size kendinizi iyi hissettirmez. Aslında bir yandan kâr, bir yandan zarar… Hele bir de şimdi, söylediğim bu bağlantıları fark etmeden bunca zamandır kendinizi çok sık hastalanan, marazalı biri görüyor, buna inanıyorsanız kendi kendinizi daha çok hasta olmaya telkin ediyorsunuzdur.

Şimdi böyle bir durumunuz olup olmadığını fark edin. Sonra da bu işleri hastalanmadan, kendi başınıza halledebileceğinize inanın. Hastalık yaratarak sorunların üstesinden gelemezsiniz. Sadece paspas altı yaparsınız. Hayatınızda hiçbir şeyi değiştiremezsiniz, sadece bazı şeyleri geçici olarak dondurursunuz. Bu süreçte de acı ve ağrı çekerek hastalığın bedelini ödersiniz.

Yapmak istemediğiniz ya da katlanmak istediğiniz bir şey varsa bunun üstesinden düşünce ve davranışlarınızla gelebilmeniz size kalıcı çözümler getirecektir. Bugünün egzersizi, hastalıklarınızın ne niyetle geldiğini fark etmek ve başka, kalıcı bir çözüm yöntemi bulmak...

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Kendinizi İyi Hissetmeye Kodlayın

İnsanın kendini iyi hissetmesi kadar güzel bir şey var mı acaba? Ne zaman kendinizi iyi hissedersiniz biliyor musunuz?

- İstediğiniz bir şey gerçekleşince,

- Sevdiğiniz birini görünce

- Bir işi tamamladığınızda

- Güzel bir şeyler yediğinizde

- Para kazandığınızda

- Dans ettiğinizde

- Başardığınızda

- İyi bir uyku çektiğinizde

- Çocuklar okulu bitirdiğinde

- İşe girdiğinizde...

Büyük küçük yüzlerce kendinizi iyi hissetme sebebi yazabilirsiniz. Peki, insan kendini sebepsiz yere iyi hissedemez mi; kendine küçücük veya saçma da olsa bir sebep yaratamaz mı? Yaratır tabi ki… Size nelerin iyi geleceğini biliyorsanız, hemen mümkün olanı yapıp kendinize hemen mutlu olma izni verebilirsiniz. Dans etmekse hemen bir müzik açın ve dans edin. Belki de yürüyüştür; hemen çıkıp yürüyün. İsterseniz hemen anında size kendinizi iyi hissettirecek bir şey bulabilirsiniz. Hiç olmazsa hoş bir hayal ya da geçmişten güzel bir anı...

Güne başlarken, bir işe başlarken ya da bir şey öğrenirken ilk yapacağınız şey kendinizi iyi hissetme moduna bağlamak olsun. Çünkü kendinizi iyi hissederken daha iyi öğrenirsiniz, çünkü kendinizi iyi hissederken daha olumlu beklentiler içine girersiniz, performansınız artar. Performansınız artınca ne olur, biliyor musunuz? Kendinizi daha iyi hissedersiniz… :) Ve işte yavaş yavaş olumlu döngü başlar: tekrar performansınız, beklentiniz yükselir… :)

Kendinizi gülümsemeye, iyi hissetmeye kodlayabilirsiniz. Tek yapmanız gereken düzenli bir şekilde ve ısrarla tekrar yapmaktır. 3-4 hafta sonra zihniniz bunu öğrenecek ve size yardımcı olacaktır. Mesela her yarım saatte bir kendinizi iyi hissedin. Saatinizi, telefonunuzu kurun size yarım saate bir gülümsemeyi hatırlatsın. Gülümseyin, güzel bir şey yapmayı ve güzel bir şey düşünmeyi alışkanlık haline getirin. Bunun gerçekten size iyi geldiğini, sebepsiz yere ya da kendiniz sebep yaratarak gülümsediğinizi deneyimleyeceksiniz.

“Saçma” diyenleriniz varsa şunu sormak isterim: Gün boyu kendinizi iyi hissetmek, gülümsemek için dışarıdan bir uyarıcı gelmesini beklemek ne kadar anlamlı?” Bu şekilde bekleyerek ömür geçiren mutsuz insanlarla dolu dünya... Artık bir yenisine daha ihtiyaç yok! İnanın bana, bu egzersiz size çok iyi gelecek, haydi herkes kendi kendini iyi hissetmeye programlasın bu hafta… :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Düşüncelerinizi kim kontrol ediyor?

Evrensel yasalar iki ye ayrılır: İlki “insan eliyle yapılmış yasalar”dır. Bunlar, trafik kurallarından tutun kanunlar, geleneklerimiz ve âdetlerimize kadar uzanır. İkincisi ise “doğal yasalar”dır. Doğal yasalar da kendi arasında ikiye ayrılır: Fiziksel yaslar ve zihinsel yasalar. Fiziksel yasalar yer çekimi gibi çok daha net bir şekilde bilinip ölçülebilir. Zihin yasaları ise sadece deneyimler, sezgiler ve bunların ne işe yaradığını görmekle kanıtlanabilir.

Bugün birinci zihinsel yasa olan “kontrol yasası”ndan söz etmek istiyorum. Eğer kendinizi dolayısıyla hayatınızı kontrol ediyorsanız daha olumlu ve mutlu bir insan olursunuz. Yok, kontrolü dışarıya yani diğer kişilere ve olaylara bırakmışsanız sorunlu ve mutsuz bir hayat yaşarsınız. Psikoloji bilimi bunu “kontrolün merkezi” teorisiyle açıklar. Kontrolün dışarıda olduğuna inanıyorsanız yani kendinizi kontrol edemiyorsanız kaygı, stres, gerilim, psikosomatik hastalıklar hayatınızda sıklıkla olacaktır.

İşin aslı hiçbir durum ve olayın bizim duygu ve düşüncelerimize hâkim olamadığıdır. Herkes kendi içsel durumuna göre o olayla ilgili kendi algısıyla hareket eder, tepki verir. Eğer kontrolün sizde olduğu gerçeğini kabul ederseniz dışarıdaki kişilerin söylemlerine, davranışlarına ve olayların durumlarına göre hareket etmekten vazgeçersiniz. Bazen direnç göstermeyi bırakmak, bazen de o an yaptığınız davranıştan farklı bir davranışa geçmeniz kendi kontrolünüzü elinize almanızı sağlar.

Düşünsenize bir esir kampına düşen veya hapishaneye giren insanların yemeleri, içmeleri, yıkanmaları, okumaları, her şeyleri kontrol altına alınıyor. Ancak siz teslim olmadıkça düşünceleriniz asla kontrol altına alınamaz. Düşüncelerinizi kontrol ederek duygu ve davranışlarınızı da kontrol edebilirsiniz.

Dışarıdaki olay ve kişilere göre ruh halinizi belirliyorsanız kontrol yasasına karşı gelerek dış dünyanın sizi kontrol ettiğine inanıyorsunuzdur. Sizce bu ne kadar doğru? Böyle bir düşünce size daha fazla acıdan başka bir şey getirmez. Şikayet eder, söylenir, boyun eğer ya da sürekli isyankar haller içinde olursunuz.

Eğer sık sık kendinizi şu cümleleri söylerken ya da düşünürken buluyorsanız “dikkat” derim:

- ....... olsaydı ben de şöyle olurdum (ya da yapardım, başarırdım vs.).

- Keşke ....... olmuş olsaydı o zaman ben de ...... olurdum (yapardım, ederdim).

- O bana böyle yaptığı için .... o olay olduğu için ben bugün böyleyim.

Artık düşüncelerinizi duygularınızı, davranışlarınızı ve dolayısıyla hayatınızı kontrol etme zamanı… :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Yumruk kadar Kalbe Nasıl Sığar Dünyanın Sevgisi

- Anne, içimizdeki kalbimiz ne kadar?

- Aşağı yukarı yumruğumuz kadar.

- Ben çok daha büyük sanıyordum (ve elini yumruk yapıp baktı), çok küçükmüş, ben oraya senin dünyalar kadar sevgini bile sığdıramam ki başka sevdiklerim de var, onları nasıl sokacağım içine?

Kızım üzgün bir ifadeyle söyledi bunları, yüzünde hayal kırıklığı vardı. Bir türlü anlamlandıramıyordu. Hayalinde kocaman bir kalbi vardı ve bir anda kalbinin sadece yumruk kadar olduğunu öğrenmesi onu çok şaşırtmıştı. “Nasıl olur, nasıl olur” diyerek iyi bir cevap alabilmek için merakla çırpınıyordu. O kadar çok sevdiği şey vardı ki bir anda onları nereye koyacağını bilememişti. Gözlerinde aklından geçen hesaplamaları görebiliyordum “onu koysam bu dışarıda kalıyor, bunu koysam o dışarıda kalıyor”. O kadar çok sevgisi vardı ki bir türlü zihninde onları kalbinin içine, somut bir şekilde sığdıramıyordu. Ve ben bu sırada hızlı bir şekilde bunu kızıma nasıl anlatacağımı düşünüyordum. Kendini sanki seçim yapmak zorundaymış gibi hissediyor ve hiçbir sevgisinden vazgeçmek istemediği için de strese giriyordu. Ve ona şöyle dedim:

- Canım kızım, kalp sevginin saklandığı yer değil sevginin başladığı, çıktığı yerdir. Sevginin kaynağıdır, üretildiği yerdir. Eğer bir kalbin varsa istediğin kadar sevebilirsin, istediğin kadar sevgi üretebilirsin. Bu, tamamen sana kalmış bir şeydir. Her gün yeniden sevebilir, her gün yeni bir şeyi daha sevebilirsin. Yani sınırsız üretim yapabilirsin. Sevginin miktarını, şeklini, rengini, kokusunu, tadını sen belirlersin. Ve bunun için sonsuz seçeneğin vardır. Mesela benim sana karşı olan sevgim sınırsız ve koşulsuzdur. Her ne olursa olsun, her şekilde seni severim. Kırdaki çiçekler gibi taze bir kokusu vardır, gökkuşağının tüm renkleri vardır, pamuk gibi yumuşak, su gibi berraktır. Şekline gelince kar tanesi gibi benzersiz bir şekli vardır ve evrenin her yerinde uçuşur. Ve bu sevgi her gün yeniden kalbimden çıkar ve çoğalarak evrene yayılır. Seni çok sevdiğimi biliyor musun kızım?

- Evet anne!

- Bunu nereden biliyorsun?

- Hissediyorum.

- Peki, neden hissediyorsun, biliyor musun?

- Hayır!

- Çünkü ben sevgimi kalbimde hapsetmiyorum, eğer sevgimi içimde hapsedersem büyüyemez, çoğalarak sana kadar ulaşamaz. Sevgimi kalbime hapsedersem başka şeyleri de sevemem, o zaman ne olur biliyor musun?

- Ne olur?

- Bana da sevgi gelmez, ben de sevilmem. Sevgi sevdikçe, sevgiyi verdikçe artan bir şeydir ve her yerdedir… :) Bir kalbin varsa onunla istediğin kadar sevgi üretebilirsin. Kalbin kapısı vardır, onu açınca tüm sevgi istediğin kadar durmaksızın evrene akar ve sana da o kadar sevgi evrenden geri gelir. Evet, her insanın yumruk kadar kalbi vardır; ama her insanın kalbi aynı miktarda sevgi üretmez. Sen de bu küçük kalbinle dünyanın sevgisini üretebilirsin ve hissedebilirsin benim minik meleğim.

Kalbimizin kapılarını daha çok açalım ve daha çok sevgi üretelim; çünkü buna tüm dünyanın ihtiyacı var… :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Sevilmek İçin Madalyanız Var Mı?

İyi insan olmak için, sevilmek için madalyanızın olması gerekir mi? “Nereden çıktı şimdi bu” demeyin! Çünkü buna benzer içsel durumları çoğu insan yaşıyor ve çocuklara hâlâ bu öğretiliyor. Sevilmek, değerli olmak, iyi insan olmak için sanki bir şeyler başarmak; bir madalya ya da madalya gibi somut bir şeyler kazanmak gerekiyormuş gibi kurallarımız var. Bu kurallar sadece düşünce kalıplarıdır. Bütün kuralları insanlar, toplumlar belirliyor. Ve koyduğu kurallara, şablonlara uyarak ya da uymayarak durum değerlendirmesi yapıyor.

Geçenlerde gösterimde olan “Oyunbozan Ralph” adlı çocuk filmini seyrettim. Daha doğrusu kızımı sinemaya götürmüşken ben de seyretmiş oldum. Film, bilgisayar oyunlarının hayatıyla ilgili... Oyunların içindeki karakterler sanki canlıymış gibi düşünülmüş. Yani gündüzleri oynamaları gereken rolleri oynuyor; akşam olup bilgisayarlar kapandığında tüm oyuncular kendi hayatlarını ama yine oyun karakterlerine uygun bir şekilde yaşıyorlar. Oyunbozan Ralph, çöplükte yalnız başına yaşayan, kaba saba, kötü bir adam. Rolü bir apartmana girip camı çerçeveyi indirip orada yaşayan insanları rahatsız etmek... Filmdeki gerçek kahraman: Tamirci Felix. Tamirci, hemen kapıyı pencereyi tamir ediyor; apartman sakinleri tarafından seviliyor, ödüllendiriliyor, oyunun sonunda da madalya alıyor.

Bir gece oyunbozan Ralph, çöplüğünden apartmanı seyrederken tamirci Felix’e gösterilen sevgi, ilgi, alakayı artık kendisinin de istediğini anlıyor. Çöplükte tek başına yaşamaktansa o da apartmanın çatı katında geceleri yapılan kutlamalara katılmak, onların arasında olmak istiyor. Bunun gerçekleşmesi için de bir madalya kazanması gerektiğine inanıyor. “Eğer bir madalya kazanırsam beni de severler, ben de onların yanında olurum” diye düşünüyor ve bir şekilde başka oyunların içine girerek madalya kazanıp oyun arkadaşlarına getirmek için yola çıkıyor. Tabii hikâye boyunca bir sürü olay ve değişik karakterler filmi besliyor. Bir gün madalyayı alıp apartmanın sevgi dolu çatı katına geldiğinde artık orada kimsenin olmadığını görüyor. Bu sefer, madalya var; ama insanlar yok... Çünkü madalyanın peşinden koşarken yaptığı hatalar yüzünden onlara da zarar vermişti.

Ralph, o an yaşadığı maceralardan, hatalarından aslında işin sırrının madalyada olmadığını anlıyor ve bu kez farklı bir şeyler yapmak üzere yola çıkıyor. Oyunbozan Ralph sonunda sevilmek, iyi insan olmak için madalyaya ihtiyacının olmadığını anlıyor. Tek ihtiyacının kendini sevmesi olduğunu fark ediyor. Çünkü kendini kabullenip sevdiğinde, kendine de başkalarına da daha iyi davranabileceğini anlıyor. Ve bunun geri dönüşümü olarak da sıcak dostluklar kurmayı başarabileceğini fark ediyor. Ve tabi ki MUTLU SON :)

Film tamamen hayatın içinden öğretiler veriyordu, farklı sonuç almak istiyorsan düşünce ve davranışlarını değiştirmelisin, yeniden birisini sevebilirsin gibi… :) Altı yaşındaki kızıma “bu film ne anlatıyor” diye sordum. Aynen şu cevabı verdi: “Sevilmek için madalyaya ihtiyaç yok, kendini sevmelisin”. Gülümsedim ve ona onu her haliyle, her şekilde; sadece var olduğu için sevdiğimi bir kez daha söyledim.

Biz filmden keyifli çıktık; hem eğlendik, hem duygusal anlar yaşadık, hem de güzel bir hayat öğretisini bir kez daha hatırladık. Ama filmden herkes aynı şekilde çıkmadı. Belki filmi izleyen başka birisinden yorum isteseniz “çok kötü, hiç vakit kaybetme” diyecektir. Bir önceki seanstan çıkan tanıdık birisiyle karşılaştım ve “nasıldı film” diye sordum. Pek memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle hani şu burun kıvırma dediğimiz hareketi yaptı.

Herkes kendi algı alanına göre film seyrediyor, kitap okuyor ve ona göre çok farklı yorumlar çıkıyor. Tıpkı her birimizin hayat hakkında farklı yorumlara sahip olmamız gibi… Bu yüzden de filmleri çevremdeki insanların yorumlarına göre değil ilgi alanlarıma göre seçmeyi tercih ediyorum. İyi ki bu filmi kızımla beraber seyretmişim. Güzel bir pazardı. Ve bu haftayı bir kez daha kendini sevme haftası ilan ediyorum… :)

Sevgiyle ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Çiğ Beslenmeyle Gelen Sağlık

Uzun zamandır çiğ beslenmenin insan bedeni üzerinde olumlu etkilerini duyuyordum ancak yeteri kadar bilgim yoktu. “Sebzeleri az pişirin, besin değerini öldürmeyin” diye seslenen uzmanlara kulak verip mümkün olduğu kadar sebzeleri az pişirmeye özen gösteriyordum. Ancak Raw Food Şefi, Detoks Uzmanı Çisem Çakır ile tanışınca çiğ beslenmenin daha farklı boyutlarını öğrenme fırsatım oldu. Ve bu bilgileri sizlerle paylaşmak istedim.

Çiğ beslenme: 40-46 derece ısı üstünde herhangi bir işlem görmemiş, mümkünse organik, doğal halde olan bitkisel besinleri içermekte. Bütün sebzeler, otlar, meyveler, tahıllar, baklagiller, kuru yemişler, filizler ve deniz bitkileri bu kategori içinde yer almakta. Enzim, vitamin ve mineraller açısında çok zenginler. Çünkü biz yerken bile canlılıklarını koruyorlar. Canlı oldukları için de vücudumuz tarafından tamamen sindirilebilirler. Bedenimizde artık bırakmadıkları için kilo yapmazlar ve gereksiz yere enerji tüketmeyiz. Daha enerjik olup enerjimizi diğer yaşamsal faaliyetlerimiz için kullanabiliriz.

Çoğu zaman çok daha yüksek ısılarda kaynata kaynata yemek yapıyoruz. Ancak bitkileri 46 derecenin üstünde pişirdiğimizde besin değerlerini düşürüyor, enzimlerini öldürüyor, yiyeceklerin kimyasını değiştiriyoruz. Vücudumuz böyle besinleri tam olarak sindiremiyor, kullanamıyor böylelikle bedenimizde toksik ve asidik bir ortam oluşmaya başlıyor. Hele katkı maddesi kullanılan gıdaların, hazır gıdaların bedenimizde neler bıraktığını hayal bile edemezsiniz. İç sistemimiz tarafından tanımlanamayan pek çok artık birikimi gibi…

Çiğ beslenme adeta bir detoks yöntemi, vücudu rahatlatıp doğal sistemin en iyi şekilde ve tam verimle çalışmasını destekliyor; bedenin gerçek besin ve enerji ihtiyacını karşılıyor. Ciltte güzelleşme, sivilcelerle vedalaşma, mantarların yok olması gibi pek çok rahatsızlık tedavi oluyor. Yurt dışında kanser hastalarının, MS hastalarının ve obezite sorunu olan insanların sadece çiğ beslenmeyle kendilerini temizleyerek iyileştikleri merkezler var. Çisem Hanım da Amerika’da bu merkezlerden birinde eğitim alırken (Matthew Kenny Academy) bu tip hastaların iyileştiklerine şahit olmuş.

Çisem Çakır, şu anda Bodrum GARDENS OF BABYLON’daki özel mutfağında çiğ ve alkali beslenmeyi hem yaşam tarzı haline getirmiş, hem de pek çok insanın bedensel arınmasına yardımcı oluyor. İnsanların zayıflamasını, hastalıklarından kurtulmasını ya da beden dengesini kurmasına destek oluyor. İşin güzel yanı bu detoks programına katılanlara daha sonrasında kendi evlerinde rahatlıkla uygulayabilecekleri tarifler veriyor, işin püf noktalarını öğretiyor.

Önümüzdeki günlerde çiğ beslenmeyi Türkiye’de daha yaygın hale getirmek için başka çalışmaları da olacakmış. Belki de çiğ beslenmeyle ilgili bizlere daha fazla bilgi sunan, evde kolaylıkla, saksılarda ya da sularda yetiştirdiğimiz filizlerle yapabileceğimiz kolay tarifler de sunan sürpriz bir kitap hazırlar :) Zaten kendisinden bir çiğ çorba tarifi aldım, sizlerle de burada paylaşıyorum. Ayrıca keten tohumu ve ay çiçeği çekirdeğini çekip un yaparak salatalarda kullanılmak üzere krakerler yapması ayrı bir marifet doğrusu… Çiğ kabak ve havucu spagetti haline getirip limon, sarımsak sosu ve zeytinyağı ile birleştirdiğinde de harika bir lezzet oluyor.

Önümüzdeki günlerde kendisinden kolay hazırlanabilen başka tarifler alıp sizlerle paylaşmak istiyorum... Şimdilik Thai çorbası tarifiyle size sağlıklı beslenmeler diliyorum…

Thai Çorbası

1 çorba kaşığı kişniş

1 çorba kaşığı yeşil soğan

1 çorba kaşığı maydanoz

1/3 bardak havuç suyu

1 + ½ bardak hindistan ceviz sütü

Yarım avokado

2 çorba kaşığı limon suyu

1 çay kaşığı himalaya tuzu

Yukarıdaki malzemelerin hepsi blenderdan geçiriliyor, İsterseniz bir küçük domatesi ufak küpler halinde kesip sonradan içine atabilirsiniz. İki kişilik soğuk çorbanız hazır ?

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

ww w

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.