SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Sağ eşin, tasfiyedeki hakları

Evlilik birliğinin devamı sırasında eşlerden birinin ölümü halinde, sağ kalan eşin hem miras hukukundan hem de aile hukukundan doğan hakları ortaya çıkar. Nitekim sağ kalan eş, ölen eşin terekesinde yasal mirasçısı olması yanında; mal rejiminin tasfiyesinden doğan haklara da sahiptir. Mirasın tasfiyesinden kaynaklanan haklar ile mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan haklar, nitelikleri itibariyle birbirinden farklıdır. Nitekim;

Miras bırakanın, ölümü sonrasında mirasçılarına bıraktığı aktif ve pasif mal varlığı değerlerine tereke denilmektedir. Sağ kalan eşin, terekedeki hakları, birlikte bulunduğu zümreye göre değişiklik gösterir. Nitekim Medeni Kanunun 499. maddesi gereğince sağ kalan eş, miras bırakan eşe şu oranlarda mirasçı olur:

Sağ kalan eşin, miras hukukundan kaynaklanan hakları sulh hukuk mahkemelerinin görev alanına girer.

Eşlerden birinin ölümü halinde, eşler arasındaki mal rejimi de sona erer. Bu kapsamda sağ kalan eş, edinilmiş malların tasfiyesinden kaynaklanan tüm alacaklarını terekeden talep edebilir. Sağ kalan eşin mal rejiminden kaynaklanan alacak miktarı, bağlı olacağı zümreye göre de değişmez.

Sağ kalan eşin, mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacaklarında görevli mahkeme aile mahkemesi; aile mahkemesinin bulunmadığı yerde ise aile mahkemesi sıfatıyla asliye hukuk mahkemesidir.

Görüleceği üzere sağ kalan eş, hem mal rejiminin tasfiyesi hem de mirasın taksimi bakımından hak sahibidir. Üstelik sağ kalan eşin, edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan hakları, mirasın tasfiyesinden kaynaklanan haklarından önceliklidir. Bu sebeple sağ kalan eşin, öncelikli olarak mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan hakları terekeden ödenmelidir. Kalan mal varlığı değeri üzerinde ise miras taksim edilmelidir. Hem mal rejiminin tasfiyesi hem de mirasın tasfiyesi için yasal yollara başvurulması durumunda ise mirasın tasfiyesine ilişkin davanın, bekletici mesele yapılması gerekir.

Sağlıklı Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

www.yasaroksuz.av.tr

Yazının devamı...
Yazının devamı...

Düğün takıları kime aittir?

Yakın tarihe kadar düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, kim tarafından ve kime takılırsa takılsın KADINA BAĞIŞLANMIŞ sayılmakta idi. Bu kapsamda düğünde takılan ziynet eşyaları, hangi ailenin taktığına ya da geline mi damada mı takıldığına bakılmaksızın TMK 220 gereğince kadının kişisel malı olarak kabul ediliyordu. Ancak Yargıtay bu konuda köklü bir değişikliğe gitti. Bu değişiklik sonrasında ziynet eşyalarının kime ait olacağı da artık netlik kazandı. Bu kapsamda;

- Düğünde takılan ve kadına özgü ziynet eşyaları kadına ait olmaya devam edecektir. Nitekim kadına özgü ziynet eşyaları, eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir adet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğindedir.

- Kadına özgü olmayan ziynet eşyaları ise eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemiyorsa onların paylı mülkiyetinde sayılmaktadır. Nitekim MK 222/2’da denilmektedir. Dolayısıyla kadına ait olmayan gremse, reşat, tam, yarım, çeyrek, gram altınların, hangi eşe ait olduğu ispat edilememesi halinde eşlerin paylı mülkiyetinde olduğu kabul edilmektedir. Bu tür ziynetlerin kendisine ait olduğunu iddia eden tarafın, güçlü ve inandırıcı deliller sunması gerekmektedir.

Bize göre düğün videosunda erkeğe takılan ziynet eşyaları tespit edilebiliyorsa bu ziynet eşyalarının artık erkeğe ait olduğu ispat edilmiştir. Yine düğün videosunda kadına takıldığı tespit edilen çeyrek, yarım, tam, gram gibi ziynet eşyalarının da kadına ait olduğu ispat edilmiştir. Ancak düğün sırasında bir çantada toplanan ziynet eşyalarının, kime ait olduğu artık ispat edilemediği için bu ziynetlerin eşlerin paylı mülkiyetinde olduğu kabul edilmelidir. Bu bilgiler doğrultusunda ziynet eşyalarının iadesine dair işlemlerin yapılması gerekir.

Bu konuda Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin güncel içtihadında şu değerlendirmelere yer verilmiştir:

(Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, 2020/949 E., 2020/5378 K., 24.09.2020)

Daha fazla bilgi almak için internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz: www.yasaroksuz.av.tr

Yazının devamı...

Boşanmada yetkili mahkeme

Boşanma ve ayrılık davalarında yetkili mahkeme Medeni Kanunun 168. Maddesinde düzenlenmiştir. Kanundaki bu özel düzenlemeye göre boşanma ve ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir. Bu kapsamda yetkili mahkemeyi belirleme hakkı davayı ilk açan tarafa bırakılmıştır.

Medeni kanunda özel olarak belirtilen bu yetki kuralı kesin nitelikte değildir. Bu sebeple boşanma veya ayrılık davasının yetkisiz mahkemede açıldığı durumlarda, cevap dilekçesi ile birlikte yetki itirazında bulunulması ve yetkili mahkemenin de gösterilmesi gerekir. Aksi durumda yetkisiz mahkeme, yetkili olacak ve davaya bakmaya devam edecektir.

Yetki itirazında bulunulması halinde mahkeme, ön inceleme duruşmasında yetki itirazını inceler ve karara bağlar. Yetkisizlik kararı verildiğinde yetkili mahkeme kararda belirtilir. Yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflar bu karara karşı itiraz etme hakkına sahiptir. Taraflardan biri itirazda bulunmaz ve yetkisizlik kararı kesinleşirse iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurulması gerekir. Yapılacak bu başvuruda dava dosyasının yetkili mahkemeye gönderilmesi talep edilmelidir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir. Boşanma ve ayrılık davasında yetki ile ilgili karar kesinleştikten sonra dava dosyası kendisine gönderilen mahkeme yetkisizlik kararıyla bağlıdır.

Boşanma davalarında yetkili mahkeme konusunda değerlendirme yapan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu yakın tarihli bir içtihadında şu tespitlere yer vermiştir:

Görüleceği üzere boşanma davalarında kesin yetki kuralı bulunmamaktadır. Bu davalarda davacı tarafa, yetkili mahkemeyi seçme imkanı getirilmiştir. Davanın açılmasından sonra davalı taraf yetki itirazında bulunabilir. Ancak bu itirazın süresinde yapılması ve yetkili mahkemenin de itirazda gösterilmesi gerekir. Bu hususlara dikkat etmeden yetki itirazında bulunulması halinde yetki itirazı haklı olsa da kabul edilmeyecektir.

Daha fazla bilgi almak için internet sitemizi ziyaret edebilirsiniz

www.yasaroksuz.av.tr

Sağlıklı Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

Yoksul eş nafaka öder mi?

İştirak nafakası, velayet hakkı kendisine verilmeyen ebeveynin, çocuğunun bakım ve eğitim giderlerine kendi gücü oranında yapacağı ekonomik katkıdır. İştirak nafakasının miktarı çocuğun ihtiyaçları, annenin sosyal-ekonomik durumu ve babanın sosyal-ekonomik durumuna göre belirlenir. İştirak nafakası, anne-babanın çocuğa bakım yükümlülüğünün bir sonucudur. Bu sebeplerle velayet kendisinde olmayan ebeveyn, çalışmadığı iddiasında bulunsa dahi iştirak nafakasına dair sorumluluktan kurtulamaz. Ancak velayet kendisine verilmeyen tarafın bedensel veya zihinsel bir sağlık probleminin olması ve hiçbir malvarlığının da olmaması durumunda iştirak nafakasına hükmedilmesi mümkün değildir.

Yoksulluk nafakası ise boşanma kararının kesinleşmesi sonrasında yoksulluğa düşecek olan taraf lehine, daha ağır kusurlu olmamak koşuluyla hükmedilen nafakadır. Yargıtay köklü içtihatlarına göre yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanlar kabul edilmektedir. Yoksulluk nafakası da boşanma yüzünden bu imkanlardan mahrum kalan eş lehine hükmedilmektedir.

Mahkeme kararıyla yoksul olduğu sabit olan ve yoksulluk nafakası almasına karar verilen eşin, kendisine verilmeyen ortak çocuğun giderlerine katkıda bulunması beklenemez. Bu kapsamda yoksulluk nafakası alan eşin, iştirak nafakası sorumluluğu olup olmayacağı konusunda değerlendirmede bulunan Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, şu tespitlerde bulunmuştur:

Görüleceği üzere yoksulluk nafakası alan eşten, hem tedbir nafaka hem de iştirak nafakası talebinde bulunulması mümkün değildir.

Sağlıklı Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

avyasaroksuz@gmail.com

www.yasaroksuz.av.tr

Yazının devamı...

Fiili ayrılık sonrası boşanma

Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi halinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine MK166/4 çerçevesinde ortak hayatın kurulamaması sebebiyle boşanmaya karar verilir.

Medeni Kanunda özel olarak düzenlenen bu boşanma sebebi veya sebebiyle boşanma olarak bilinmektedir. Fiili ayrılık sebebiyle boşanma davalarında hakim, boşanmaya neden olayların evliliğe olan etkisini araştırmaz. Sadece fiili ayrılık sebebiyle boşanmaya karar vermek için yeterli şartların olup olmadığını araştırır.

Medeni Kanun’da belirtilen üç yıllık sürede, ortak hayatın hiçbir şekilde kurulamaması ve bu sürenin kesintisiz devam etmesi gerekir. Bu süre hakim tarafından kendiliğinden dikkate alınır. Tarafların bu süreçte ortak hayatı zaman zaman devam ettirmiş olmaları durumunda, ortak hayat kurulamaması sebebiyle boşanma davası açılması mümkün değildir. Ancak tarafların çocuklarını görmek için kısa süreliğine yan yana gelmiş olmaları, ortak hayatın kurulduğu anlamına gelmemektedir.

Fiili ayrılık sebebiyle boşanmanın şartlarına ilişkin değerlendirme yapan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2017/1286 E. 2019/142 K. 14.02.2019 tarihli içtihadında şu değerlendirmelerde bulunmuştur:

Sağlıklı Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

avyasaroksuz@gmail.com

05455443550

yasaroksuz.av.tr

Yazının devamı...

Boşanma sebebi: Onur kırmak

Eşlerden birinin, diğerinin şerefine, toplumdaki saygınlığına, aile bütünlüğüne ve benzeri manevi varlığına saldırılarda bulunması durumunda MK 162’de özel olarak düzenlenen onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma davası açılması mümkündür.

Onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma kararı verilebilmesi için eşlerden birinin diğerine fiziksel bir müdahale içermeyen onur kırıcı kusurlu davranışının olması gerekir. Söz gelimi eşlerden birinin diğerinin hırsız olduğuna dair isnatlarda bulunması, başka biriyle ilişkisi olduğuna dair bir ithamı çevresine yayması, iş ve sosyal hayatının bulunduğu yerlerde ağır hakaretlerde bulunması şeklinde gerçekleşen ve fiziksel müdahaleye varmayan fiiller onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma davası açılabilir.

Onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma davasını ancak bu fiillere maruz kalan eş açabilir. Onur kırıcı davranışın, eşe karşı gerçekleştirilmiş olması zorunludur. Bu sebeple eşlerden birinin, diğerinin ailesine veya yakınlarına yönelik onur kırıcı davranışta bulunması halinde onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma kararı verilemez.

Onur kırıcı davranışa ilişkin fiillerin planlanarak yapılmış olması ya da ani bir öfke sonucu yapılmış olması arasında da hiçbir fark bulunmamaktadır.

Onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma kararının, hangi durumlarda karar verileceğine ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2420 E., 2019/750 K. ve 20.06.2019 Tarihli içtihadında şu değerlendirmelerde bulunmuştur:

Görüleceği üzere onur kırıcı davranış sebebiyle boşanma davası eşlerden birinin, diğerinin hırsız olduğu isnadında bulunması, başka biriyle ilişkisi olduğu ithamını çevresine yayması, iş ve sosyal hayatının bulunduğu yerlerde ağır hakaretlerde bulunması, evden kovması suretiyle gerçekleştirdiği fiziksel bir müdahale içermeyen davranışları sonrasında açılabilir.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.