SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Geçmişe etkili mal rejimi

Mal rejimi sözleşmelerinin geçmişe etkili yapılıp yapılamayacağı konusunda ikili ayrım yapılarak değerlendirme yapmak gerekir. Bu kapsamda;

Evlilik birliği 01.01.2002 tarihinden önce kurulmuşsa eşler arasında aksine bir sözleşme yapılmadığı sürece 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejimi uygulanır. Bu durumda eşler arasında geçerli olan mal ayrılığı rejimi Medeni Kanunun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar devam eder. Benzer şekilde eşler, 01.01.2002 tarihinden önce mal ayrılığı rejiminden başka bir mal rejimi seçmişlerse, bu mal rejimi de 01.01.2002 tarihine kadar geçerliliğini korur.

Eşler, Medeni Kanunun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinden itibaren bir yıl içinde seçimlik mal rejimlerinden birini kabul edebilirler. Ancak eşler, seçimlik mal rejimlerinden herhangi birini seçmedikleri takdirde 01.01.2002 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere edinilmiş mallara katılma rejimine tabi olurlar.

Medeni Kanunda eşlere bu konuda bir imkan daha tanınmıştır. Bu kapsamda eşler, 01.01.2002 tarihinden itibaren bir yıl içerisinde edinilmiş mallara katılma rejimini evlenme tarihinden itibaren geçerli olmak üzere geçmişe etkili olarak da kabul edebilirler. Ancak eşler, kanunun tanıdığı bir yıl içinde edinilmiş mallara katılma rejimi dışındaki seçimlik mal rejimlerini evlenme tarihinden itibaren geçerli olmak üzere seçemezler. Böyle bir seçimin yapılmış olması halinde Yargıtay, bu seçimi kamu düzenine aykırı olarak değerlendirmekte ve yok hükmünde saymaktadır.

Evlilik birliğinin 01.01.2002 tarihinden sonra kurulması halinde eşler, aksine bir seçim yapmadıkları takdirde edinilmiş mallara katılma rejimine tabi olurlar. Edinilmiş mallara katılma rejimine ya da seçimlik mal rejimlerinden birine tabi olan eşler, anlaştıkları mal rejimi sözleşmesini ancak ileriye etkili olarak yapabilirler. Nitekim aile hukukuna dair konularda eşlerin tam bir tasarruf hakkı olmayıp; belirli şartlar dahilinde seçim yapabilmeleri mümkündür. Bu kapsamda Yargıtay, eşlerin geçmişe etkili olarak mal rejimi sözleşmesi yapabilmesine imkan vermemektedir.

Sağlıklı Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

avyasaroksuz@gmail.com

05455443550

Yazının devamı...

Paylı malda mülkiyet talebi

Katılma alacağı ve değer artış payı alacağı davaları, niteliği itibariyle birer alacak davasıdır. Bu davalarda, dava konusu malın mülkiyetinin devrine ilişkin hüküm kurulması kural olarak mümkün değildir. Ancak Medeni Kanunda bu kuralın bazı istisnaları düzenlenmiştir. Bu istisnai hükümlerden biri olan MK 226/2 gereğince, edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesinde, paylı mülkiyete konu bir mal varlığı varsa eşlerden her biri, bu malın kendisine verilmesinde üstün yararı olduğunu ispat etmek ve diğerinin payını ödemek suretiyle o malın bölünmeden kendisine verilmesini isteyebilir.

Paylı malın ayni olarak devrinin gerçekleştirilebilmesi için şu şartların bulunması gerekir;

Eşlerden birinin, paylı mülkiyete konu malvarlığının kendisine verilmesinde üstün yararını ispat etmesi durumunda mahkemenin, paydaş olan diğer eşin de haklarını gözeterek karar vermesi gerekir. Bu sebeple bu tür durumlarda Yargıtay içtihatlarına göre mahkeme, öncelikle devredilecek payın hüküm tarihine yakın tarihteki değerini bilirkişi marifetiyle tespit eder. Bilirkişi tarafından yapılacak değerleme sonrasında mahkeme, değeri belirlenen paylı mülkiyete tabi pay bedelinin depo edilmesi için davacıya süre ve imkan verir. Bu süre içerisinde belirlenen ödemenin yapılması ve makbuzun dava dosyasına sunulması halinde mahkeme, üstün menfaat sebebiyle mülkiyetin devri konusunda karar verebilir. Yargıtay içtihatlarına göre mahkemenin bu kararı eşler arasında devir borcu doğuran borç sözleşmesi niteliğindedir. Bu tür durumlarda faize hükmedilmemesi gerekmektedir.

TMK'nın 226/2. maddesine dayalı olarak açılan dava, TMK'nın 716. maddesi anlamında bir "mülkiyetin tanınması (mülkiyetin hükmen geçirilmesi) davası" niteliğindedir. Bu kapsamda Yargıtay, bedelin ödenmesi koşuluyla diğer paydaşın tapu kaydının iptali ile üstün menfaatini ispat eden eş adına tescilini usul ve yasaya aykırı bulmuştur.

Paylı malın ayni olarak devrine ilişkin davalarda görevli mahkeme, aile mahkemesi; aile mahkemesinin bulunmadığı yerlerde ise asliye hukuk mahkemesidir. Taşınmazlar bakımından yetkili mahkeme ise, taşınmazların bulunduğu yer mahkemesidir.

Sağlıklı Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

avyasaroksuz@gmail.com

05455443550

Yazının devamı...

Telefonla kişisel ilişki

Anne veya babanın, velayeti kendine bırakılmayan çocuk ile belirli zamanlarda ve belirli koşullarda yapacağı görüşmeye, “kişisel ilişki” veya “şahsi ilişki” denilmektedir.

Velâyet sahibi olmayan anne veya babanın, çocuk ile kuracağı kişisel ilişkide özellikle sağlığı, eğitimi ve ahlâki gelişimine uygun şekilde karar verilir. Bu konuların değerlendirilmesinde hâkimin geniş bir takdir hakkı bulunmaktadır. Bu takdir hakkı çerçevesinde hâkim, özellikle çocuğun üstün menfaatini, ihtiyaçlarını, yaşını ve tarafların ruhsal, fiziksel, sosyal, ahlaki ve kültürel yönden standartlarını bir bütün olarak değerlendirir.

Kişisel ilişki sürelerinin hiçbir tereddüt yaratmayacak şekilde net olması gerekir. Bu sebeple mahkemeler tarafından tesis edilen kişisel ilişki süreleri, dakikası dakikasına belirlidir. Bu durum taraflar arasında ihtilaf yaşanmasını engellemek için büyük öneme sahiptir.

Kurulacak kişisel ilişkinin, infaz kabiliyetinin bulunması da şarttır. Bu durumun sonucu olarak Yargıtay, iletişim araçlarıyla kişisel ilişki kurulmasına cevaz vermemiştir. Zira iletişim araçlarıyla kurulacak kişisel ilişkinin infazında tereddütler bulunmaktadır. Bu hususta Yargıtay tarafından yapılan güncel bir değerlendirmede şu tespitlere yer verilmiştir:

Görüleceği üzere iletişim araçlarıyla kişisel ilişki kararı, infazının mümkün olmaması sebebiyle Yargıtay tarafından uygun görülmemiştir. Ancak Yargıtay'ın bu yöndeki içtihadının olağan zamanları kapsadığını kabul etmek gerekir. Bu doğrultuda olağanüstü koşulların olması durumunda çocuğun üstün menfaatine göre bu kuralın değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır. Söz gelimi ülkemizde yaşanan Covid-19 salgınında uygulanan sokağa çıkma yasaklarında olağanüstü şartların gerçekleştiği kabul edilerek, tedbiren iletişim araçlarıyla kişisel ilişki kurulması çocuğun üstün menfaatine daha uygun düşecektir.

Yazının devamı...

Çocuğun isminin değiştirilmesi

Evlilik birliği içerisinde dünyaya gelen çocuğun ismi, anne ve babası tarafından birlikte belirlenir. Ancak çocuğun ihtilaf yaşanırsa eşler, hakimin müdahalesini talep edebilirler.

Evlilik birliği içerisinde dünyaya gelen çocuğun velayetini, anne ve baba birlikte kullanmaktadır. Bu kapsamda anne ve babanın, müşterek çocuğun de birlikte hareket etmesi gerekir. Eşlerden biri, müşterek çocuğun isminin değiştirilmesini istemeyebilir. Bu tür durumlarda eşler, birlikte ya da ayrı ayrı hakimin müdahalesini talep edebilir.

Müşterek çocuğun velayeti eşlerden birine verildiği durumlarda ise velayet sahibi, çocuğun bakımı, eğitimi, gelişimi gibi konularda tek başına söz sahibi olmaktadır. Bu kapsamda velayet hakkı kendisine bırakılan taraf, hakimin müdahalesi davası açmadan, isim değişikliği davasını tek başına açabilir.

İsim değişikliğine ilişkin davalar, esas itibarıyla “nüfus kaydının düzeltilmesi” niteliğindedir. Bu kapsamda velayet hakkı sahibinin, çocuğun isminin değiştirilmesinde haklı neden olduğunu ve bu durumun üstün menfaatine uygun düştüğünü ispat etmesi şarttır.

Ayrıca velayet sahibi olan taraf, müşterek çocuğun isminin değiştirilmesi davasını açarken diğer ebeveyni, taraf olarak davada göstermek zorundadır. Bu yönde taraf teşkili sağlandıktan sonra ve haklı nedenlerin varlığı halinde velayet hakkı sahibinin, çocuğun isminin değiştirilmesi mümkündür.

Velayet hakkı sahibinin, çocuğun isminin değiştirmesi davası açabilmesi için gerekli şartları değerlendirdiği bir içtihatta şu tespitlere yer verilmiştir:

Yazının devamı...

Bekleme süresinin kaldırılması

Medeni Kanun’da mutlak evlenme engelleri ile nisbi evlenme engelleri düzenlenmiştir. Mutlak evlenme engelinin olduğu durumlarda tarafların evlenmeleri kesin olarak yasaklanmıştır. Söz gelimi üstsoy ile altsoy arasında mutlak evlenme engeli vardır. Bu kişilerin evlenmesi kesinlikle yasaktır.Nisbi evlenme engellerinin bulunduğu durumlarda ise evlilik, sert bir şekilde yasaklanmamaktadır.

Uygulamada en çok karşımıza çıkan nisbi evlenme engeli, MK 132’de düzenlenen bekleme süresidir. Bekleme süresine iddet müddeti de denilmektedir. Bu evlenme engeline göre kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün geçmedikçe evlenemez.

Bekleme süresinin amacı, kadının yeni yapacağı evlilikte bir çocuk dünyaya getirmesi halinde çocuğun nesebi konusunda karışıklığı önlemektir. Esasen bekleme süresi, hukuk sistemimizin gelişen tıp teknolojisine uyum sağlayamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim bir kadının gebeliğini tespit etmek için günümüz teknolojisinde üç yüz gün beklemesine gerek olmadığı malumdur.

Bekleme süresinin kaldırılmasını talep etmek mümkündür. Nitekim evliliğin sona ermesinden sonra yeni bir evlilik yapmak isteyen kadın, aile mahkemesine başvurarak bekleme süresinin kaldırılmasını talep edebilir. Bu durumda mahkeme, kadının hamile olup olmadığının tespiti bakımından devlet hastanesine sevkini sağlayarak bu konuda bir rapor alınmasını sağlar. Hazırlanacak rapor sonrasında kadının hamile olmadığının tespiti halinde bekleme süresinin kaldırılmasına karar verilir.

Kadın, doğum yaptığında da bekleme süresi ortadan kalkar. Yine kadının, evliliğine son verilen eşi ile yeniden evlenmek istemeleri hâllerinde de bekleme süresinin kaldırılması davası açılabilir.

Medeni Kanun’da kadın için nisbi evlenme engeli olan bekleme süresi konusunda Yargıtay tarafından yapılan bir değerlendirmede şu tespitlere yer verilmiştir:

Yazının devamı...

Zina ortağı, tazminat öder mi?

Eşlerden birinin, evlilik birliği devam ederken karşı cinsten biriyle cinsel birliktelik gerçekleştirmesi durumunda zina sebebiyle boşanma davası açılabilir.

Zina fiillerine maruz kalan eşin, diğer eşten manevi tazminat talep edebilmesi mümkündür. Ancak zina fiillerine maruz kalan eşin, üçüncü kişiden (zina ortağından) tazminat talep edip edemeyeceği konusunda görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Bu görüş ayrılıklarının sonrasında Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu tarafından yapılan değerlendirmede ise şu tespitlere yer verilmiştir:

Yüksek Mahkeme tarafından yapılan bu değerlendirmeye göre, Medeni Kanunda eşlerin birbirine karşı sadakat yükümlülüğü açıkça düzenlenmiştir. Ancak sadakat yükümlülüğü, sadece eşlerin birbirlerine taahhüt ettikleri bir yükümlülüktür. Üçüncü kişilerin tarafların evliliklerine sadakat borcu bulunmamaktadır. Bu kapsamda zina fiillerine ortak olan kişinin, bu fiillerine dayanarak manevi tazminata mahkum edilmesi mümkün değildir.

Ancak zina fiillerine ortak olan kişinin sadakatsizlik olgusundan farklı olarak, bağımsız, özel ve nitelikli bir kişilik hakkı ihlali durumunda ise manevi tazminat sorumluluğu devam etmektedir. Bu kapsamda zinaya ortak olan kişi, aynı zamanda hakaret veya tehditlerde bulunur, özel hayatın gizliliğini ihlal eder ve benzeri şekillerde kişilik haklarına yönelik saldırılarda bulunursa hukuki ve cezai sorumluluğu devam etmektedir.

Sağlıklı Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

avyasaroksuz@gmail.com

05455443550

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.