SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Mal ortaklığı rejimi nedir?

Mal ortaklığı rejimi, kanunda belirli şartlara tabi olarak düzenlenen seçimlik bir mal rejimidir.

Eşler, evlilik birliğinin kurulmasından önce, evlilik esnasında veya evlilik birliğinin kurulmasından sonra mal ortaklığı rejimini seçebilirler. Bu seçim kural olarak noter marifetiyle yapılır. Ancak evlilik birliğinin kurulduğu anda mal ortaklığı rejimine seçilmesi halinde evlendirme memuruna yazılı bildirimde bulunmak da yeterlidir.

1. Mal Ortaklığı Rejimindeki Mallar Nelerdir?

Mal ortaklığı rejimi, ile oluşur. Bir eşin kişisel malı olduğu ispatlanmadıkça, tüm malvarlığı değerleri ortaklık malı sayılır.Bu kapsamda kural olarak, eşlerin kanun gereğince kişisel malı sayılanlar dışındaki malları ile gelirleri ortaklık mallarını oluşturur. Ancak eşler, sadece edinilmiş mallardan oluşan bir ortaklık seçebilecekleri gibi belirli mal varlığı değerlerini de ortaklık dışında tutabilirler.

Mal ortaklığı rejiminde eşlerden her birinin sadece kişisel kullanımına ayrılmış olan eşyası ile manevi tazminat alacakları kanundan dolayı kişisel maldır. Kanundan doğan bu kişisel mallar dışında taraflar, sözleşmeyle de kişisel malları tek tek belirleyebilirler.

2. Mal Ortaklığı Rejiminin Tasarruf ve Yönetim Nasıl Yapılır?

Mal ortaklığı rejiminde eşler, ortaklık mallarına bölünmemiş bir bütün olarak sahip olurlar. Hiçbir eş, ortaklık payı üzerinde tek başına tasarruf hakkına sahip değildir. Bu sebeple eşler, olağan kullanımı aşan tasarruflarda birlikte hareket etmek zorundadır. Ancak her eş, olağan yönetim sınırları içinde ortaklığı yükümlülük altına sokabilir ve ortak mallarda tasarrufta bulunabilir. Söz gelimi ortaklık malı olan bir aracın, başka bir kişiye satılması veya kiralanması gibi tasarruflar birlikte yapılması gerekirken; olağan kullanım için birlikte hareket edilmesi şart değildir.

Kişisel mallarda ise elbirliği ile mülkiyet bulunmadığı için tek başına tasarrufta bulunmak mümkündür.

3. Mal Ortaklığı Rejiminde Tasfiye Nasıl Yapılır?

Mal ortaklığı rejimi, MK 271 gereğince eşlerden birinin ölümü, diğer bir mal rejimine geçilmesi veya eşlerden biri hakkında iflâsın açılmasıyla son bulur. Bu kapsamda eşlerden birinin ölümü veya diğer bir mal rejiminin kabulü sebebiyle mal ortaklığının sona ermesi hâlinde, her eşe veya mirasçılarına ortaklık mallarının yarısı verilir. Ancak eşler, mal ortaklığı rejimini sözleşmesiyle altsoyunun saklı paylarını zedelememek şartıyla başka bir paylaşma oranı da kararlaştırılabilir.

Ayrıca mal ortaklığının eşlerden birinin ölümüyle sona ermesi hâlinde sağ kalan eş, edinilmiş mallara katılma rejiminde kişisel malı sayılabilecek olanların payına mahsuben kendisine verilmesini de isteyebilir.

MK 271 gereğince boşanma, evliliğin iptali veya mahkemece mal ayrılığına geçilmesi hallerinde mal ortaklığı rejimi, dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer ve tasfiye buna göre yapılır. Bu tür durumlarda MK 277 gereğince öncelikle her eş, edinilmiş mallara katılma rejiminde kendi kişisel malı sayılacak olanları ortaklık mallarından geri alır. Geri kalan ortaklık malları ise eşler arasında yarı yarıya paylaşılır. Eşler, sözleşmesiyle başka bir paylaşma oranı da kararlaştırabilirler.

4. Mal Ortaklığı Rejiminde Denkleştirme Ve Değer Artış Payı Talep Edilebilir Mi?

Mal ortaklığı rejiminde, rejiminin sona erme nedenine göre tasfiye yukarıda belirttiğimiz şekilde gerçekleşir. Ancak MK 273 gereğince bir eşin kişisel mallara ilişkin borçları, ortaklık mallarından veya ortaklık mallarına ilişkin borçları kişisel mallarından ödenmiş ise; tasfiye sırasında denkleştirme istenebilir. Yine benzer şekilde MK 274 gereğince bir eşin kişisel malı veya ortaklık malıyla bir başka mal kesimine giren malvarlığı değerinin edinilmesi, iyileştirilmesi veya korunmasına katkıda bulunulmuşsa, edinilmiş mallara katılma rejiminde değer artış payına ilişkin hükümler uygulanır.

Mal rejiminin sona ermesi halinde mevcut ortaklık mallarının değerlendirilmesinde ise MK 275 gereğince tasfiye anındaki değer olan karara en yakın tarihteki sürüm değeri esas alınır.

5. Mal Ortaklığı Rejiminde Aile Konutu Ve Ev Eşyaları Nasıl Paylaşılır?

Mal ortaklığı rejiminde, ortaklık mallarına konu olan aile konutu ve ev eşyalarının paylaşma usulü MK 279’da özel olarak düzenlenmiştir. Bu kapsamda;

- Mal ortaklığı rejiminin ölümle sona ermesi halinde sağ kalan eş, ortaklık malları olması koşuluyla, eşlerin birlikte yaşadıkları konutun veya ev eşyasının payına mahsuben kendisine verilmesini isteyebilir. Ayrıca haklı sebeplerin varlığı hâlinde, sağ kalan eş veya ölenin diğer yasal mirasçılarının istemiyle, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı da tanınabilir.

- Mal ortaklığı rejiminin ölüm dışında bir sebeple son bulması hâlinde ise eşlerden her biri, üstün yararının varlığını ispat etmek suretiyle aile konutunun ve ev eşyalarının mülkiyetinin kendisine verilmesini talep edebilir.

Ayrıca MK 280 gereğince mal ortaklığı sözleşmesi sona erdiğinde eşler, üstün yararının varlığını ispat etmek suretiyle diğer malvarlığı değerlerinin de payına mahsuben kendisine verilmesini isteyebilir.

Av. Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

Katkı payı alacağı nedir?

1. Katkı Payı Alacağı Nedir?

Mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu durumlarda, eşlerden birinin, diğerine ait mala hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın yaptığı katkının karşılığına, katkı payı alacağı denilmektedir.

Katkı payı alacağı, Medeni Kanun’da özel olarak düzenlenmemiştir. Bu alacak türü Yargıtay içtihatları ile Borçlar Kanundaki hükümler doğrultusunda ortaya çıkmıştır.

Katkı payı alacağı, sadece eşlerin birbirlerinden talepte bulunabileceği alacak türüdür. Yargıtay bu hususta geniş yorum yaparak eşlerin yakınları üzerindeki değerler bakımından da katkı payı alacağı talep edilebileceğini değerlendirmiştir. Ancak güncel içtihatlarla, katkı payı alacağının sadece eşler arasında talep edilebileceği ve üçüncü kişilere yapılan katkının sebepsiz zenginleşme hükümleri doğrultusuna talep edilebileceğini değerlendirmiştir.

Evlilik birliğinin devam ettiği dönemde eşler, birbirlerinden katkı payı alacağı talebinde bulunamazlar. Katkı payı alacağının talep edilebilmesi için, eşler arasında mal rejiminin sona ermiş olması gerekir. Bu sebeple eşler arasında mal rejiminin sona ermeden katkı payı alacağı davası açılması durumunda bu davaların reddine karar verilmesi gerekmektedir.

Katkı payı alacağı, niteliği itibariyle alacak hakkı olan tarafa nispi bir alacak hakkı vermektedir. Dolayısıyla katkı payı alacağı davalarında yapılan katkının sadece parasal karşılığı talep edilebilir. Bu sebeple katkı payı alacağı olan eş, katkıda bulunduğu malın tamamının ya da bir bölümünün kendisine aynen iadesini talep edemez.

2. Katkı Payı Alacağı İle Katılma Alacağının Farkları Nelerdir?

Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere katkı payı alacağı, eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemlerde yapılan katkının karşılığıdır. Katılma alacağı ise eşler arasında yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu hallerde talep edilebilir.

Katılma alacağında kanundan doğan bir karine olarak, eşlerin malvarlıklarını birlikte edindikleri kabul edilmektedir. Bu sebeple eşlerden birisinin çalışıp çalışmamasının veya birinin kazancının diğerinin kazancından yüksek olmasının hiçbir önemi bulunmamaktadır. Katkı payı alacağında ise bir eşin diğerine ait mala katkı yapması ve bu katkıyı da somut olarak ispat edebilmesi gerekir. Bu kapsamda çalışmayan eşin, ev işleriyle ilgilenmesi ve çocuk bakması diğer eşin edindiği mala katkı olarak değerlendirilemez. Ancak Yargıtay içtihatlarına göre eşlerden birinin, olağan aile içi yardımlaşma sınırlarını aşan nitelikteki çalışmalarının olması durumunda katkı payı talep edebilmesi mümkündür.

Katkı payı alacağı talebinde bulunan eşin yaptığı katkısını, hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın yapması gerekir. Katılma alacağında ise böyle bir şart bulunmamaktadır.

3. Katkı Payı Alacağı İle Değer Artış Payı Alacağının Farkları Nelerdir?

Katkı payı alacağı, eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu durumlarda talep edilen bir alacak türüdür. Değer artış payı alacağı ise, eşler arasında yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu hallerde talep edilebilir.

MK 227’de özel düzenleme çerçevesinde değer artış payı alacağı davalarında, dava konusu edilen malın tasfiye sırasındaki en güncel değerine göre hesaplama yapılır. Hatta bu özel hüküm çerçevesinde tasfiyesi talep edilen malda bir değer kaybı söz konusu olduğunda dahi başlangıçtaki değer üzerinden hesaplama yapılır. Ancak katkı payı alacağı davalarında, katkıda bulunulduğu iddia edilen dava konusu malın, dava tarihindeki değerine göre hesaplama yapılır. Bu durumun sebebi, katkı payı alacağı davalarının Yargıtay içtihatları ile şekillenmiş ve Borçlar Kanunu’na hükümlerine dayanmasıdır.

Değer artış payı alacağına ilişkin davalarda faiz, kararın verildiği tarihinden itibaren başlar. Katkı payı alacağı davalarında ise faiz, dava tarihinden itibaren hesaplanır. Ancak kısmi davada ıslah yapılması halinde, bu bedel için faiz, ıslah tarihinden itibaren hesaplanır.

4. Paylı Mülkiyette Katkı Payı Alacağı Talep Edilebilir Mi?

Eşlerin yarı yarıya hissedar oldukları malda, taraflardan birinin daha fazla katkı vermiş olması mümkündür. Bu tür durumlarda Yargıtay, tarafların serbest iradeleri ile yarı yarıya paylaşım yapmaları sebebiyle birbirlerinden bu malvarlığı değerleri bakımından katkı payı alacağı talep etme haklarının bulunmadığını değerlendirmiştir. Bu sebeple fazla katkı veren eşin, diğer eşten katkı payı alacağı talebinde bulunması mümkün değildir.

5. Katkı Payı Alacağında Takas Talep Etmek Gerekir Mi?

MK 236/1 gereğince her iki eşin de birbirinden katılma alacağı olduğunun tespit edilmesi durumunda bu alacaklar kendiliğinden takas edilir. Bu tür durumlarda karşı dava açılmasına veya takas talep edilmesine gerek bulunmamaktadır. Ancak katkı payı alacağına ilişkin davalarda MK 236/1 hükmünün uygulanması ve takasın mahkeme tarafından kendiliğinden dikkate alınması mümkün değildir. Bu sebeple katkı payı alacağına ilişkin dava ile karşı karşıya kalan taraf, takas defi hakkını kullanmak istiyorsa bunu açıkça belirtmeli ya da karşı dava açmalıdır.

Mutlu Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

Kötü davranış nedenli boşanma

1. Pek Kötü Davranış Nedeniyle Boşanma Nedir?

Eşlerden birinin, diğerinin ellerini ve ayaklarını bağlayarak dövmesi, işkence etmesi, bir odada kilitlemesi, aç bırakması, normal olmayan cinsel birlikteliğe zorlaması ve benzeri durumlarda açılması mümkündür. Bu boşanma nedeni MK 162’de özel olarak düzenlenmiştir.

Pek kötü davranış nedeniyle boşanma, mutlak bir boşanma nedenidir. Bu sebeple pek kötü davranış nedeniyle boşanma davası açılması durumunda, bu fiillerin artık ortak hayatı diğer eş için çekilmez hale getirip getirmediğinin bir önemi bulunmamaktadır.

2. Bu Dava, Hangi Durumlarda Açılır?

Pek kötü davranış nedeniyle boşanma davasında belirleyici olan eşlerden birisinin diğerine fiziksel acı, eziyet ve işkence niteliği taşıyan fiillerde bulunmasıdır. Pek kötü davranışların, bilerek-isteyerek gerçekleştirilmiş olması gerekir. Bu sebeple tedbirsizlik veya dikkatsizlik sonrasında eşlerden birisinin fiziksel acı çekmesi durumunda, pek kötü davranış nedeniyle boşanmaya karar verilmesi mümkün değildir. Pek kötü davranışa ilişkin fiillerin planlanarak yapılmış olması ya da ani bir öfke sonucu yapılmış olması arasında da hiçbir fark bulunmamaktadır.

Pek kötü davranış nedeniyle boşanma davasını, ancak bu fiillere maruz kalan eş açabilir. Yine pek kötü davranış fiillerinin, eşe karşı gerçekleştirilmiş olması gerekir. Bu sebeple bir eşin, diğerinin ailesinden birisine karşı pek kötü davranışlar sergilemesi durumunda MK 162 çerçevesinde pek kötü davranış nedeniyle boşanma davası açılması mümkün değildir.

Pek kötü davranış nedeniyle açılan boşanma davasına konu olaylar bakımından bir ceza davası da açılmış olabilir. Bu durumlarda Yargıtay, ceza davası hakkında verilecek hükmün, boşanma davasının sonucunu etkileyeceğini ve bu sebeple ceza davasının sonucunun, boşanma davasına bakan mahkeme tarafından beklenilmesi gerektiğini değerlendirmiştir. Açılan ceza davalarında ya da yürütülen soruşturma dosyalarında eşini cezadan kurtarmak amacıyla şikâyetten vazgeçilmesi, hukuk davasından da vazgeçildiği anlamına gelmemektedir.

3. Hangi Hallerde Dava Hakkı Düşer?

Pek kötü davranış nedeniyle boşanma davası açacak olan eş, bu fiilleri öğrendikten itibaren altı ay içerisinde ve her halde sebebin doğumundan itibaren beş yıl içerisinde davasını açmak zorundadır. Bu süreler içerisinde dava açmayan eşin dava açma hakkı düşmektedir. Süreler hak düşürücü olması sebebi ile hâkim tarafından kendiliğinden dikkate alınmaktadır. Açılacak davada sürelerin kaçırılması durumunda, artık pek kötü davranış nedeniyle boşanmaya karar verilmesi mümkün değildir. Ancak bu durumda genel boşanma nedeni olan evlilik birliğinin temelden sarsılmasına dayanılarak boşanma davası açılabilir.

Affeden tarafın pek kötü davranış nedeniyle boşanma davası açma hakkı bulunmamaktadır. Açıkça affettiğini bildirmek, müşterek konutta karı-koca ilişkisini sürdürmek gibi durumlar kural olarak af olarak nitelendirilmektedir. Ancak korkutma, baskı, yanıltma ve benzeri şekillerde af iradesinin gösterilmesi, pek kötü davranış nedeniyle boşanma davası açma hakkının düşmesine neden olmamaktadır.

4. Hayata Kast, Pek Kötü Davranış Ve Onur Kırıcı Davranış Arasındaki Farklar Nelerdir?

MK 162’de birbirinden bağımsız üç ayrı boşanma nedeni sayılmıştır. Bunlar; hayata kast nedeniyle boşanma, pek kötü davranış nedeniyle boşanma ve onur kırıcı davranış nedeniyle boşanmadır. Bu üç boşanma nedeni, gerçekleştirilen fiillerin niteliğine göre farklılıklar oluşturmaktadır. Nitekim hayata kast nedeniyle boşanma, eşlerden birisinin diğerinin hayatını kasıtlı olarak sonlandırmak istemesi durumunda açılabilir. Pek kötü muamele nedeniyle boşanma ise eşlerden birisinin diğerinin hayatını sonlandırmak amacını taşımayan, daha ziyade fiziksel acı, eziyet ve işkence amacına matuf fiillerde bulunması halinde açılabilir. Onur kırıcı davranış nedeniyle boşanma ise eşlerden birisinin, diğerinin hırsız olduğu isnadında bulunması, başka birisiyle ilişkisi olduğunu çevresine yayması, iş ve sosyal hayatının bulunduğu yerlerde ağır hakaretlerde bulunması, evden kovması suretiyle gerçekleştirdiği fiziksel bir müdahale içermeyen davranışları sonrasında açılabilir.

5. Pek Kötü Davranış Nedeniyle Boşanmanın Mal Rejimine Etkisi Nedir?

Pek kötü muamele nedeniyle boşanmaya karar verilmesi durumunda, verilen bu kararın mal rejimine bir etkisi bulunmamaktadır. Zira MK 236/2 gereğince kusurlu eşin artık değerdeki pay oranı bakımından değerlendirmede bulunabilmek için, zina ya da hayata kast nedeniyle boşanmaya karar verilmiş olması gerekir.

Yazının devamı...

Nişanın sona ermesi

Nişanın sona ermesinin 3 ayrı sonucu bulunmaktadır. Bunlar maddi tazminat, manevi tazminat ve hediyelerin iadesidir.

1. Nişanın Bozulmasında Maddi Tazminatın Şartları Nelerdir?

Nişanın bozulmasında kusurlu olan taraf, MK 120 gereğince, uygun bir maddi tazminat vermekle yükümlüdür. Bu kapsamda nişanın bozulması sebebiyle maddi tazminat talep edebilmek için, nişanlılardan birisinin hiçbir haklı sebep olmamasına rağmen nişanı bozması veya taraflardan birisinin nişanın bozulmasına kusuru ile sebep olması gerekir.

Kusurlu olan tarafın diğerine ödeyeceği maddi tazminat, evlenme amacıyla yaptığı harcamalar ile katlandığı maddî fedakârlıkların uygun bir karşılığıdır. Bu kapsamda nişanlılardan birisinin nişanlanma töreni için yaptığı masraflar, oturulacak evin kiralanması, mobilya satın alınması, balayı seyahati için yaptığı masraflar MK 120 gereğince tazminat olarak talep edilebilir.

2. Anne ve Baba, Nişanın Bozulmasından Ötürü Maddi Tazminat İsteyebilir mi?

Nişanın bozulmasından ötürü tazminat istemeye hakkı olan tarafın anne ve babası veya onlar gibi davranan kimseler de, aynı koşullar altında yaptıkları harcamalar için uygun bir tazminat isteyebilirler. Bu kapsamda tazminat istemeye hakkı olan tarafın anne ve babası veya onlar gibi davranan kimselere de tazminat hakkı tanınmıştır.

Burada talep edilecek tazminatın konusu, evliliğin kurulacağı inancı ile yapılan masraflardır. Söz gelimi kusursuz tarafın babasının, nişan yerinin kiralanması veya tarafların oturacakları evin tutulması gibi masraflar yapması durumunda bu masrafları kusurlu taraftan talep etmesi mümkündür. Ancak anne ve baba ya da onlar gibi hareket edenlerin, nişan sebebi ile kendileri için yapmış oldukları düğün kıyafeti veya yol gideri gibi masrafları talep etmesi mümkün değildir.

3. Nişanın Bozulması Durumunda Manevi Tazminatın Şartları Nelerdir?

Nişanın bozulmasından ötürü manevi tazminat talep etmek de mümkündür. Nitekim nişanın bozulması yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini MK 121 gereğince isteyebilir. Nişanın bozulmasından ötürü manevi tazminata hükmedilmesi için kişilik haklarına yönelik saldırının ispat edilmesi gerekir. Tek başına nişanın bozulmasından ötürü üzüntü duyulması, manevi tazminata hükmedilmesi için yeterli değildir. Manevi tazminat talebinde bulunabilmek için kişilik haklarına saldırı olması şarttır. Söz gelimi kendisine yönelik onur kırıcı isnatlarda bulunulması veya hakaret edilmesi sebebi ile nişanın bozulması durumlarında manevi tazminat talep edilebilir.

Nişanın bozulmasından ötürü açılacak manevi tazminat davasını sadece nişanlılar birbirleri aleyhine açabilir. Bu davayı, tazminat hakkı olan tarafın anne ve babası veya onlar gibi davrananlar açamaz.

4. Nişan Hediyelerinin İadesinin Şartları Nelerdir?

Nişanlılık, evlenme dışındaki bir sebeple sona ererse, nişanlıların birbirlerine veya anne ve babanın ya da onlar gibi davrananların, diğer nişanlıya vermiş oldukları alışılmışın dışındaki hediyeler, verenler tarafından geri istenebilir. (MK 122) Nişan hediyelerinin iadesi talebinde bulunabilmek için öncelikle alışılmışın dışında bir hediye verilmiş olması gerekir. Mahkeme hangi hediyenin alışılmışın dışında olduğunu tarafların mali ve sosyal durumlarına bakarak ve gerektiğinde bir bilirkişi görevlendirerek tayin edecektir.

Nişan hediyelerinin iadesi için, nişanın evlilik dışında bir sebeple sona ermesi de şarttır. Bu kapsamda nişanlı eşin ölümü, gaipliği, başka birisi ile evlenmesi gibi durumlarda alışılmışın dışında hediyelerin iadesi mümkündür. Maddi ve manevi tazminattan farklı olarak hediyelerin geri iadesi kusurlu olma şartına bağlanmamıştır. Bu sebeple nişanın bozulmasında kusurlu olan nişanlı ya da anne-babası veya onlar gibi hareket edenler de verdiği hediyeleri geri isteyebilir.

Nişan için verilen alışılmışın dışındaki hediyelerin, MK 122 gereğince aynen veya misliyle iadesi gerekir. Ancak hediyelerin aynen veya misliyle iadesi mümkün olmadığı takdirde sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulanacaktır.

5. Nişanın Sona Ermesinden Kaynaklanan Davalarda Zaman Aşımı Var mıdır?

Nişanın sona ermesinden doğan dava hakları, MK 123 gereğince bir yıl geçmekle zaman aşımına uğrar. Bu kapsamda nişanın sona ermesinden doğan maddi ve manevi tazminat davaları ile alışılmışın dışındaki hediyelerin iadesine ilişkin davaların, nişanın sona ermesinden itibaren 1 yıl içerisinde açılması şarttır. MK 123’de belirtilen bu zamanaşımı süresi, hem nişanlılar hem de anne ve babaları ile onlar gibi davranan kimseler için de geçerlidir.

Av. Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

Velayette doğru bilinen yanlışlar

1. Velayette Doğru Bilinen Yanlışlar Nelerdir?

Velayet davalarında halk arasında doğru bilinen, ancak Medeni Kanun hükümleri ile hiçbir şekilde bağdaşmayan yanlışlar bulunmaktadır. Söz gelimi toplumda velayet davalarında erkek çocuğun babaya verileceği, kız çocuğunun ise anneye verileceği düşüncesinin zaman zaman olduğu görülmektedir. Bu hususta hiçbir hukuki metin bulunmadığı gibi yüksek mahkemelerin de bu hususta hiçbir değerlendirmesi olmamıştır. Tam aksine birden fazla çocuğun bulunması durumunda, ciddi bir tehlike ya da engel olmadığı takdirde kardeşlerin birbirlerinden ayrılmaması gerekir. Hatta taraflar, kendi aralarında çocuklarının ayrılmasına karar vermiş olsalar dahi hakim, bu hususun çocukların menfaatlerine uygun düşmeyeceğine kanaat getirerek kabul etmeyebilir.

Tarafların kendi aralarında yapacakları sözleşme veya noterden düzenleyecekleri evraklarla, velayete dair değişiklikleri yapabileceklerine dair değerlendirmeler de hatalıdır. Nitekim velayet, niteliği itibari ile kamu düzenine ilişkin olup; bu husustaki değişikliklerde mahkemeler yetkilidir.

Yine benzer şekilde eşlerin boşanmaları ve sonasında velayet sahibinin evlenmesi durumunda, velayet hakkının diğer tarafa geçeceğine dair değerlendirmeler de hatalıdır. Nitekim MK 349 gereğince velâyete sahip anne veya babanın yeniden evlenmesi, velâyetin kaldırılmasını gerektirmez. Ancak, çocuğun menfaati gerektirdiğinde velâyet sahibi değiştirilebileceği gibi, durum ve koşullara göre velâyet kaldırılarak çocuğa vasi de atanabilir.

Toplumdaki yaygın inançlardan birisi de küçük çocukların velayetlerinin babaya verilmeyeceğine yöneliktir. Bu husustaki değerlendirmeler genel hatları ile doğrudur. Nitekim Yargıtay içtihatları ile anne bakımına muhtaç çocukların ciddi bir tehlike ya da zorunluluk olmadığı sürece, velayetlerinin anneye verilmesinin daha uygun olacağı değerlendirmelerinde bulunmuştur. Ancak velayetin hiçbir şekilde babaya verilemeyeceğini söylemek de doğru değildir.

2. Velayetin Kapsamı Nedir?

Velayet hakkı sahibi, çocuğun bakımı, eğitimi, korunması ve temsili gibi konularda söz sahibidir. Bu kapsamda evlilik birliği içerisinde velayet hakkı sahibi olan anne ve baba;

konusunda söz sahibidir.

3. Velayet Altındaki Çocuğun Sorumlulukları Nelerdir?

Velayet hakkının tam olarak kullanılabilmesi için çocuğun da anne ve babasına karşı sorumlulukları bulunmaktadır. Bu kapsamda çocuk, anne ve babasının sözünü dinlemekle yükümlüdür. Yine benzer şekilde çocuk, anne ve babasının rızası dışında evi terk edemez ve yasal sebep olmaksızın onlardan alınamaz. Ancak velayet hakkı sahibi olan anne ve baba, velayete dair haklarını kullanırken olgunluğu ölçüsünde çocuğa hayatını düzenleme olanağı tanır; önemli konularda olabildiğince onun düşüncesini göz önünde tutmakla mükelleftir.

4. Velayet Altındaki Çocuğun Borçlanması Mümkün Mü?

Velayet altındaki çocuk, kendi anne veya babası ya da üçüncü kişi ile arasında alım satım, kira ve benzeri hukuki bir işlem gerçekleştirebilir. Ancak bu tür işlemlerde çocuğun borçlanması, bir kayyımın katılmasına ve hâkimin onayına bağlıdır. Bu kapsamda velayet altındaki çocuğun mallarının satılması ya da velayet altındaki çocuğu borçlandıracak şekilde bir mal alınması durumlarında müşterek çocuğa kayyım atanması için dava açılması ve bu durumun hakim tarafından da uygun görülmesi gerekir.

5. Velayetin Kaldırılması Hangi Durumlarda Mümkün?

Velayet hakkının kendisine tanıdığı hakları kullanan anne ve baba, çocuğun menfaati ve gelişmesi tehlikeye düştüğü takdirde bu konuda çare bulmakla mükelleftir. Ancak bu tür durumlarda anne ve baba, duruma çare bulamaz veya buna güçleri yetmezse MK 346 çerçevesinde hâkime başvurarak, çocuğun korunması için uygun önlemleri alınmasını talep edebilme hakkına sahiptir. Bu tür durumlarda hakim, çocuğun korunması için uygun önlemleri alır. Ayrıca MK 346 gereğince bu tür durumlarda anne ve baba ile çocuğun ödeme gücü yoksa bu önlemlerin gerektirdiği giderler devletçe karşılanır.

Çocuğun korunmasına ilişkin önlemlerden sonuç alınamaz ya da bu önlemlerin yetersiz olacağı önceden anlaşılırsa MK 348 gereğince hâkim, anne ve babadan velâyetin kaldırılmasına karar verebilir. Ancak velayetin kaldırılmasına karar verilebilmesi için, anne ve babanın deneyimsizliği, hastalığı, başka bir yerde bulunması veya benzeri sebeplerden biriyle velayet görevini gereği gibi yerine getirememesi ya da anne ve babanın çocuğa yeterli ilgiyi göstermemesi veya ona karşı yükümlülüklerini ağır biçimde savsaklaması gerekir. Velâyet, anne ve babanın her ikisinden kaldırıldığı durumlar çocuğa bir vasi atanır.

Av. Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

Boşanmada mehir alacağı

1. Mehir Alacağı Nedir?

İslam Hukukuna göre mehir, kocanın evlenme sözleşmesi anında ya da devamı sırasında, bazen de sona ermesi halinde kadına belirli bir mal, para veya ekonomik değeri olan bir şeyi armağan etmesidir. Mehir, ve olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Mehr-i muaccel, evlilik birliğinin kurulması ile birlikte verilen mehirdir. Mehr-i müeccel ise evliliğin boşanma veya ölümle sona ermesi halinde istenebilir hale gelen mehirdir.

Yargıtay içtihatlarına göre eşlerin, boşanma ya da ölüm halinde belirli bir mal, para veya ekonomik değeri olan bir şeyi armağan etmesi mümkündür. Bu kapsamda mehir alacağına dair talepler, BK 288 çerçevesinde olarak değerlendirilmektedir.

2. Mehir Alacağının Şekil Şartları Nelerdir?

Boşanmanın veya ölümün gerçekleşmesi halinde para, altın, eşya gibi menkul değerlerin verileceğine dair vaadin geçerliliği, bu sözleşmenin yazılı şekilde yapılmasına bağlıdır. Uygulamada bu yazılı anlaşmalara, mehir senedi denilmektedir. Mehir senedinde belirtilen para, altın, eşya gibi menkul değerlerin açıkça belirtilmesi de zorunludur. Yazılı şekil şartına uyulmadan verilen mehir geçersizdir. Ancak BK 288 gereğince yazılı şekil şartlarına uyulmamasına rağmen sözlü olarak anlaşılan bedeller verilmişse geri alınamaz.

Taraflar mehir olarak bir taşınmaz devredilmesini de kararlaştırabilirler. Bu tür durumlarda ise mehir sözleşmesinin geçerliliği, resmî şekil şartına tabidir. Dolayısıyla tapulu bir taşınmazın boşanmanın veya ölümün gerçekleşmesi halinde devredileceğine dair vaadin resmi şekil şartına uygun olarak yapılması zorunludur. Ancak Yargıtay bu hususta yapmış olduğu bir değerlendirmede tapusuz taşınmazları, taşınır eşya hükmünde kabul etmiş ve yazılı şekil şartını yeterli olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur.

3. Mehir Borcundan Kurtulmak Mümkün Mü?

Yukarıda ifade ettiğimiz üzere Yargıtay içtihatları doğrultusunda mehir alacağına ilişkin talepler, BK 288 ve devamı maddeleri çerçevesinde bağışlama vaadi olarak değerlendirilmektedir. Bu kapsamda mehir borçlusu, BK 296’da belirtilen şu şartlar gerçekleşirse mehir borcundan kurtulabilir;

Kanun koyucu tarafından düzenlenen bu hüküm çerçevesinde mehir borçlusu, malın geri verilmesini isteyeceği şartlar varsa sözünü verdiği eşyayı vermekten kaçınabilir. Zira bu şartlarda bağışlama gerçekleşse de, bağışlanan malın iadesini istemek mümkün hale gelecektir. Bu durumlar ise BK 295’de düzenlenmiştir. Bu kapsamda;

- Mehir alacaklısı, borçluya veya yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse,

- Mehir alacaklısı, borçluya veya onun ailesinden bir kimseye karşı kanundan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranmışsa veya

- Mehir alacalısı, yüklemeli bağışlamada haklı bir sebep olmaksızın yüklemeyi yerine getirmemişse borçlu, sözünü geri alabilir ve ifadan kaçınabilir.

Burada ifade etmek gerekir ki MK 297 çerçevesinde bağışlayan, geri alma sebebini öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde bağışlamayı geri alması gerekir.

Söz gelimi mehir senedinde bir miktar altın verilme sözü verilmiş ve fakat söz verdikten sonra mali durumu da olağanüstü değişmiş olabilir. Bu tür durumlarda borçlu, mali durumunun olağanüstü değiştiğini ispat ederek BK 296 çerçevesinde sözünü geri alabilir.

Kanun koyucu, mehir borçlusunun kendi ailesine bakımı konusunda öncelik tanıyarak sözünü geri alabilmesine imkan tanımıştır.

Bu hüküm doğrultusunda mehir borçlusunun, söz verdikten sonra iflas etmesi veya hakkında aciz kararı verilmesi durumunda sorumluluğu ortadan kalkmaktadır.

4. Mehir Davalarında Hangi Mahkemeler Görevli Ve Yetkilidir?

Mehir davalarında görevli mahkeme konusunda Yargıtay, somut olaya göre farklılık arz eden değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu bağlamda Yargıtay içtihatlarına göre mehir senedinden kaynaklanan alacak davalarında kural olarak Aile mahkemeleri görevlidir. Ancak BK 296 gereğince bağışlama vaadinden rücu istemli davalarda görevli mahkeme, asliye hukuk mahkemesidir.

Mehir alacağına ilişkin davalarda yetkili mahkeme ise mehir borçlusunun yerleşim yeri mahkemesidir.

5. Mehir Alacağında Zamanaşımı Ne Kadardır?

BK 146 çerçevesinde aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir. Bu kapsamda mehir alacağına ilişkin davalar, 10 yıllık zamanaşımına tabidir. Ancak BK 153/3. maddesinde düzenlenmiştir. Dolayısıyla mehir alacağına ilişkin davalarda zamanaşımının başlangıcı boşanma kararının kesinleştiği tarihtir.

Mutlu Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

“Süresiz” Yoksulluk Nafakası

1. Yoksulluk Nafakası Nedir?

Uygulamada yoksulluk nafakası çoğunlukla, irat şeklinde hükmedilmektedir. Ancak MK 176 gereğince yoksulluk nafakasının toplu olarak ödenmesi de mümkündür.

2. Yoksulluk Nafakasının Şartları Nelerdir?

Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için MK 175 gereğince şu şartlar gerçekleşmelidir;

Boşanma kararı kesinleşmeden yoksulluk nafakasından söz edilemez. Yoksulluk nafakasının hesaplanacağı tarih, boşanma kararının kesinleştiği tarihtir.

Yoksulluk nafakasına hükmedilmesi için talep edilen nafaka miktarının açık ve tereddüt bırakmayacak şekilde bildirilmesi gerekir.

Yoksulluk nafakası talep eden eşin, ağır kusurlu olmaması yeterli kabul edilmektedir. Bu sebeple yoksulluk nafakası talep eden eşin kusursuz olmasına ihtiyaç bulunmamaktadır. Eşlerin denk kusurlu sayılması durumunda da yoksulluk nafakası talep etmek mümkündür.

3. Yoksulluk Nafakası Nasıl Belirlenir?

Yoksulluk nafakasının takdirinde en belirleyici husus, eşlerin dır. Bu hususlar her olayın özelinde değişiklik göstermektedir. Eşlerin ekonomik-sosyal hayat şartlarında yapılacak araştırma sonrasında hâkim, kendisine tanınan geniş takdir hakkını kullanarak yoksulluk nafakası konusunda karar verecektir. Ancak burada yoksulluk nafakası miktarının, talebi aşmayacak ve makul olacak şekilde belirlenmesi gerekir.

Uygulamada tarafların ekonomik durumlarının tespiti bakımından sosyal ekonomik durum araştırması (SED) yapılmaktadır. Bu araştırma için mahkeme, tarafların ikametgâhlarının bulunduğu kolluk kuvvetine müzekkere yazmakta ve araştırma yapılmasını istemektedir. Bu araştırmalarda taraflara; kazançları, yan gelirleri, giderleri, sahip olduğu mal varlıkları, sağlık sorunları, bakmak zorunda oldukları kişilere ilişkin sorular sorulmaktadır. Bu sorulara verilecek cevaplar doğrultusunda düzenlenen SED raporları, çoğunlukla taraf beyanları üzerine inşa edilmektedir.

Tarafların sosyal ekonomik durum araştırması dışında kendileri adına kayıtlı taşınmaz, araç, banka hesap bilgileri, kurumlara yazılacak müzekkereler ile elde edilecek bilgiler de yoksulluk nafakasının miktarının belirlenmesinde büyük öneme sahiptir.

4. Boşanmadan Sonra Yoksulluk Nafakası Talep Edilebilir Mi?

Yoksulluk nafakası, açılacak boşanma davasının içerisinde talep edilebileceği gibi, boşanma davası sonuçlandıktan sonra da talep edilebilmektedir. Yoksulluk nafakasının, boşanma davası ile birlikte talep edilmesi halinde ayrıca bir harç ödemek gerekmeyecek, kabul veya reddi durumuna göre bir avukatlık ücreti çıkmayacaktır. Ancak boşanma davası sonuçlandıktan sonra açılacak bir dava ile yoksulluk nafakası talebinde bulunulması halinde, bu davalar nispi harca tabi olacaktır. Bu sebeple bu davalarda dava değeri üzerinden harç ile kabul veya reddi oranında avukatlık ücreti ödenmesi gerekecektir.

Boşanma davasından sonra açılacak yoksulluk nafakası davaları, boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğramaktadır. Bu sebeple boşanma davasında yoksulluk nafakası talebinde bulunulmamışsa, boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren en geç bir yıl içerisinde dava açılması gerekmektedir. Aksi durumda yoksulluk nafakası talepleri zamanaşımına uğrayacaktır.

5. Süresiz Yoksulluk Nafakası Kaldırılmalı Mıdır?

Günümüzde, yoksulluk nafakasının süresiz olması oldukça tartışılmaktadır. Esasen yoksulluk nafakası, 1988 yılına kadar sadece bir yıl süre ile hükmediliyordu. Ancak 12.05.1988 tarihinde yapılan kanun değişikliği sonrasında yoksulluk nafakasının olmasına imkan tanınmıştır. Söz konusu kanun değişikliği belirli bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıkmış ise de otuz yılı aşkın süreçte ortaya çıkan durum bugün fazlası ile tartışılmaktadır. Bu durumun sebebi tarafların bu hususu birbirleri aleyhine bir baskı unsuru olarak kullanmaları, hükmedilen nafakayı alabilmek için çalışma hayatından kopmaları ve kayıt dışı kazançların artmasıdır.

Bu hususta kanunda yapılacak değişiklikten ziyade pratikte daha dikkatli karar verilmesinin sorunu çözeceği düşüncesindeyiz. Nitekim Medeni Kanun hükümleri çerçevesinde yoksulluk nafakasına hükmedilirken, yoksulluk nafakasının ödeneceği sürenin hakim tarafından belirlenmesi mümkündür. Bu kapsamda önüne gelen uyuşmazlığı değerlendiren hakim, evlilik birliğinin süresi ya da belirli bir zaman dilimi için yoksulluk nafakasına hükmedebilir. Böylelikle her olayın özelinde değerlendirme yapılarak yoksulluk nafakasının ne kadar süre ile hükmedileceğine karar verilmesi mümkündür.

Mutlu Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.