SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Eşlerin Edinilmiş Malları

1. Edinilmiş Mallar Nedir?

Günümüzde kurulan evliliklerin büyük çoğunluğunda edinilmiş mallara katılma rejimi uygulanmaktadır. Bu durum Medeni Kanunumuzda 01.01.2002 tarihinde uygulamaya geçilen değişikliğin bir sonucudur. Bu kanun değişikliği çerçevesinde eşler, aksine bir düzenleme yapmadıkları takdirde edinilmiş mallara katılma rejimine tabidir. Yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi, ile kapsamaktadır.

2. Bir Malvarlığının Edinilmiş Mal Olarak Değerlendirilmesinin Şartları Nelerdir?

Bir malvarlığının edinilmiş mal olabilmesi için, öncelikle mal rejimin sona erdiği tarihte bir olması gerekir. Bu malvarlığı gayrimenkul, nakit para ya da hisse senedi olabilir. Ortada bir malvarlığı bulunmadığı takdirde, edinilmiş maldan söz etmek de mümkün olamayacaktır.

Yine bu malvarlığının yasal mal rejimi içerisinde elde edilmesi gerekir. Yasal mal rejimi öncesinde ya da sonrasında elde edilecek malvarlığı değerleri, kural olarak edinilmiş mal olarak değerlendirilmeyecektir.

Son olarak ise bu malvarlığı değerinin emeğin karşılığı olarak elde edilmiş olması da gerekmektedir. Buradaki emek, fiziksel veya zihinsel olabilir.

3. Hangi Malvarlığı Değerleri Edinilmiş Maldır?

Yasal mal rejimi içerisinde bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilmektedir. Bu kapsamda bir malvarlığının kişisel mal olduğunu, o malın sahibi ispatlamak zorundadır. MK 219’a göre bir eşin edinilmiş malları özellikle şunlardır:

Eşlerin çalışmalarının karşılığı olarak elde ettikleri değerlerin tamamı edinilmiş maldır. Bu kapsamda eşlerin aldıkları maaş, prim gibi ödemeler ile bir işin yapılması sonrasında elde edilen edinimlerin tamamı edinilmiş maldır.

Eşlerin sosyal güvenlik kurumlarından aldıkları emekli ikramiyeleri, çalışılan şirkette kurulan sandıklardan yapılan ödemeler ya da kıdem tazminatları gibi ödemeler, kural olarak edinilmiş maldır.

Sosyal Güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemelerde, diğer eşin talepte bulunması halinde evliliğin devam ettiği süreçteki nominal karşılığının hesaplanması gerekir. Söz konusu nominal karşılık TMK 228/2 gereğince, bilirkişi raporu ile tespit edilecektir.

Kıdem tazminatı alacaklarının hesaplanmasında ise, nominal değerleme hesabı yapılmamaktadır. Nitekim Yargıtay içtihatlarına göre kıdem tazminatlarında; öncelikle çalışmanın, yasal mal rejimi içerisinde olup olmadığı incelenecektir. Bu kapsamda mal rejiminin başlangıcından önceki hak kazanılan kıdem tazminatları kişisel mal olacaktır.

Eşlerden birisi yaşadığı meslek hastalığı ya da iş kazası sebebi ile çalışma gücünde kayıp yaşamış ve bu sebeple tazminat almış olabilir. Yasal olarak bu malvarlığı değerleri de edinilmiş mal olarak değerlendirilmektedir. Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatların hesaplanmasında da MK 228/2 gereğince evliliğin devam ettiği süreçteki nominal karşılığın bilirkişi marifetiyle tespit edilecektir.

Eşlerin, kişisel mallarının gelirleri de edinilmiş mal niteliğindedir. Bu sebeple kişisel mal niteliğindeki gayrimenkulün kirası, evlilik öncesi bankadaki mevduatın faiz getirisi, kişisel mal niteliğindeki şirket hissesinin kar payı getirisi edinilmiş mal niteliğindedir. Bu hususta MK 221/2’de istisnai bir hüküm getirilerek; denilmiştir. Bu kapsamda eşler, kişisel mallarının gelirlerinin, kişisel mal olacağını kararlaştırabilirler.

Edinilmiş mal niteliğindeki malvarlığı değerlerinin başka bir ürünle ikame edilmesi durumunda, elde edilen malvarlığı değeri de edinilmiş mal olacaktır. Söz gelimi edinilmiş mal niteliğindeki aracın satılarak, elde edilen bu bedel ile bir gayrimenkul alınması durumunda gayrimenkul, edinilmiş mal olma özelliğini koruyacaktır.

Mutlu Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

Anlaşmalı Boşanma Davası

1. Anlaşmalı Boşanma Nedir?

Eşlerin, boşanmanın hukuki ve mali sonuçlarında mutabakata vararak, beyanlarını mahkeme huzurunda bizzat bildirmeleri durumunda gerçekleşen boşanma, anlaşmalı boşanma olarak isimlendirilmektedir.

Anlaşmalı boşanmada eşlerden hangisinin kusur olduğu konusunda, hiçbir değerlendirme yapılmamaktadır. Anlaşmalı boşanmada, evliliğin devam edemeyeceği farazi olarak kabul edilir ve tarafların boşanmaya neden olan olayları ispatlaması gerekmez. Bu sebeple anlaşmalı boşanma davaları, tek celsede sonuçlanmaktadır.

Anlaşmalı boşanma, çekişmeli boşanmaya nazaran çok daha hızlı sonuçlanmaktadır. Zira çekişmeli boşanma davaları, ortalama 1-1,5 yıl sürerken, anlaşmalı boşanma davaları yaklaşık 1-1,5 ay içerisinde sonuçlanmaktadır.

2. Anlaşmalı Boşanma Nasıl Yapılır?

Anlaşmalı boşanmanın gerçekleşebilmesi için öncelikle tarafların, boşanmanın feri olan konularda mutabakata varmış olmaları gerekmektedir. Uygulamada kolaylık olması açısından tarafların varacağı bu mutabakatın, bir protokol metnine çevrilmesinde fayda bulunmaktadır. Hazırlanacak protokol metninin taraflarca imzalanması sonrasında, usulüne uygun olarak anlaşmalı boşanma davası açılmalıdır.

Açılacak dava sonrasında tayin edilecek duruşma gününde taraflar, mahkeme huzurunda hazır olmalı ve boşanma konusundaki iradelerini açıklamalıdır. Boşanma davasına bakan hâkimin uygun görmesi ile birlikte boşanmaya kararı verilir. Ancak bu karar ile birlikte taraflar boşanmış sayılmaz.

Duruşmanın icrasından yaklaşık 2-3 hafta içerisinde mahkeme, verdiği boşanma kararının hangi hukuki gerekçelere dayandığını gösterecek şekilde gerekçeli karar hazırlayacaktır. Usulü olarak boşanma kararının kesinleşmesi için, gerekçeli kararın taraflara tebliğ edilmesi gerekir. Boşanmanın tam olarak gerçekleşmesi için tarafların, gerekçeli kararı tebliğ alması ve bu karara itiraz etmemesi gerekir.

3. Anlaşmalı Boşanmanın Şartları Nelerdir?

Anlaşmalı boşanmanın gerçekleşebilmesi için şu şartların varlığı gerekir;

Anlaşmalı boşanmaya karar verilebilmesinin öncelikli şartı, tarafların en az bir yıl boyunca evli kalmış olmalarıdır. Burada belirtilen bir yıllık süre, resmi nikâhın yapıldığı tarihten itibaren hesaplanır.

Anlaşmalı boşanmanın gerçekleşebilmesi için, tarafların hâkim huzurunda hazır olmaları ve boşanma konusundaki iradelerini ortaya koymaları gerekmektedir. Hâkim, tarafları dinleyecek ve beyanlarının serbest iradelerine dayanıp dayanmadığını tespit edecektir. Anlaşmalı boşanma davaları, bu bakımdan çekişmeli boşanma davalarından ayrılmaktadır. Zira çekişmeli boşanma davalarında tarafların, duruşmalara katılmaları gerekmemektedir. Anlaşmalı boşanma davalarında ise tarafların, hâkim huzurunda beyanda bulunmaları şarttır.

Taraflar, boşanmanın mali ve hukuki konularında istedikleri şekilde anlaşabilirler. Ancak hâkim, tarafların vardığı mutabakatta, tarafların ve çocukların menfaatini göz önüne alarak değişiklikler yapabilir. Hâkim tarafından yapılan bu değişikliklerin kabul edilmesi halinde, anlaşmalı boşanma gerçekleşecektir. Ancak hâkim tarafından yapılan değişikliklerin taraflarca kabul edilmemesi durumunda, anlaşmalı boşanma gerçekleşmeyecektir.

4. Anlaşmalı Boşanmadan Vazgeçmek Mümkün müdür?

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına göre, anlaşmalı boşanma davalarında taraflar, duruşmaya çıkmış olsa bile boşanma hükmü kesinleşmeden önce anlaşmalı boşanmaktan vazgeçebilir. Üstelik vazgeçerken herhangi bir gerekçe bildirmeleri de gerekmemektedir. Bu doğrultuda tarafların protokol imzalamış olmaları veya duruşmaya çıkıp beyanda bulunmuş olmaları durumlarında dahi anlaşmalı boşanmadan vazgeçme ihtimali mevcuttur.

Taraflardan birisinin anlaşmalı boşanmadan vazgeçmesi halinde dava, çekişmeli boşanma davasına dönüşecektir. Bu durumda mahkeme hâkimi, davacı eşe boşanmaya neden olan olayları açıklaması ve delillerini bildirmesi için süre verecektir. Bu süre içerisinde gerekli açıklamaların yapılması durumunda dava, çekişmeli boşanma davası olarak ilerleyecek; aksi durumda davanın reddine karar verilecektir.

5. Anlaşmalı Boşanmada Avukat Zorunlu mudur?

Tarafların anlaşmalı boşanma işlemlerini gerçekleştirirken bir avukattan hukuki yardım almaları zorunlu değildir. Ancak bu süreçlerde hukuki olarak yapılacak bir hata, tarafların belirli hakları geri dönüşü imkânsız olacak şekilde kaybetmesine neden olabilir. Bu sebeplerle, anlaşmalı boşanma davalarında tarafların avukattan hukuki destek almalarında menfaatleri bulunmaktadır.

Mutlu Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

Boşanma Davasında Eşin Ölümü

1. Boşanma Davasında Eşin Ölümü Halinde Evlilik Hangi Nedenle Sona Erer?

Eşlerden birisi, boşanma davası açmış ve fakat bu dava devam ederken eşlerde birisi ölmüş olabilir. Bu durumda evlilik birliğinin ölüm ile mi yoksa boşanma ile mi sona ereceğinin tespiti önem arz eder. Nitekim evlilik birliğinin boşanma ile sonuçlanması durumunda eşler birbirlerine mirasçı olamayacaktır. Bu durumda;

boşanma davası devam ederken eşlerden birisinin ölmesi durumunda, evlilik birliği ölümle sona erecektir. Açılan boşanma davası ise konusuz kalacaktır. Boşanma davasının konusuz kalması sebebi ile nüfus kayıtlarında evlilik birliğinin ölüm ile sona erdiği şerhi düşülecektir.

TMK181’de boşanma davası devam ederken eşlerden birisinin vefat etmesi durumunda, mirasçılara davaya devam etme imkanı getirilmiştir. Bu istisnai hükmün uygulanması durumunda eşler, birbirlerine eş sıfatıyla yasal mirasçısı olamayacaktır.

2. Mirasçının Boşanma Davasına Devam Edebilmesinin Şartları Nelerdir?

Bu istisnai hükmün uygulanabilmesi için, ölüm öncesinde açılmış ve devam eden bir boşanma davasının olması öncelikli koşuldur. Ölüm öncesinde açılmış bir boşanma davası bulunmuyorsa, mirasçının yeni bir boşanma davası açması mümkün değildir. Nitekim boşanma davaları kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olup; mirasçının hakkı sadece açılmış boşanma davasını takip etmek üzerine kuruludur.

TMK181’in ilk halinde sadece, davacı eşin ölmesi durumunda mirasçılara boşanma davasına devam edebilme imkanı tanınmıştır. Ne var ki Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemeyi anayasal eşitlik ilkesine aykırı bularak kaldırmıştır. Anayasa Mahkemesi kararı sonrasında yapılan düzenleme neticesinde, boşanma davası devam ederken eşlerden herhangi birisinin ölmesi durumunda, ölen eşin mirasçılarının davaya devam edebilmesi mümkün hale getirilmiştir. Bu sebeple boşanma davası devam ederken, davacı ya da davalı eşin ölmesi durumunda ölen eşin mirasçılarının davayı takip edebilmesi mümkündür.

Açılan boşanma davasını takip eden mirasçılar bakımından önemli olan husus, diğer eşin olduğunun ispatıdır. Bu kapsamda davayı takip eden mirasçıların, bildirilen deliller ve boşanma dava dilekçesinde ortaya konulan hukuki sebepler çerçevesinde, diğer eşin kusurlu olduğunu ispat etmesi gerekmektedir.

Burada ifade etmek gerekir ki akıl hastalığı sebebi ile boşanma, kusura dayalı bir boşanma nedeni değildir. Bu sebeple ölen eşin mirasçılarının, akıl hastalığı ile açılan boşanma davasını MK181 çerçevesinde takip edebilmesi mümkün olamayacaktır.

3. Hangi Mirasçılar Boşanma Davasına Devam Edebilir?

Boşanma davası devam ederken eşlerden birisinin ölümü durumunda, hem yasal mirasçıların hem de atanmış mirasçıların davaya devam edebilmesi mümkündür. Mirasçılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı ise bulunmamaktadır. Bu sebeple her bir mirasçı tek başına mirasçısı olduğu kişinin açtığı boşanma davasını takip edip; diğer tarafın kusurlu olduğunun tespitini talep edebilir.

4. Mirasçıların Davaya Devam Etmesi Durumunda Kararı Verilebilir mi?

Yukarıda ifade ettiğimiz üzere mirasçıların davaya devam etmesi durumunda boşanma davasını gören mahkeme, bir kusur değerlendirmesi yapacaktır. Bu durumda verilecek hüküm sadece tespit niteliğindedir. Boşanma kararı ise hukuki olarak inşai niteliktedir. Bu sebeple mirasçıların davayı takip etmesi durumunda dahi boşanma yönünde bir karar verilmeyecek, sadece diğer eşin kusurlu olduğuna dair bir tespit kararı verilecektir.

Kurulacak tespit niteliğindeki kararın kesinleşmesi sonrasında mirasçılar, sulh hukuk mahkemesine müracaat ederek diğer eşin mirasçı olamayacağını bildirecek ve eş sıfatıyla mirasçılığını engelleyecektir.

Mutlu Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

Boşanmada Maddi Tazminat

1. Boşanmada Maddi Tazminat Nedir?

Boşanma davalarında maddi tazminat, Medeni Kanunu’muzun 174. maddesinde özel olarak düzenlenmiştir. Buna göre mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilmektedir.

Boşanmada maddi tazminat, açılacak boşanma davasının içerisinde talep edilebileceği gibi boşanma davası sonuçlandıktan sonra da talep edilebilmektedir. Maddi tazminatın, boşanma davası ile birlikte talep edilmesi halinde ayrıca bir harç ödemek gerekmeyecek, kabul veya reddi durumuna göre bir avukatlık ücreti çıkmayacaktır. Ancak boşanma davası sonuçlandıktan sonra açılacak bir dava ile maddi tazminat talebinde bulunulması halinde, bu davalar nispi harca tabi olacaktır. Bu sebeple bu davalarda dava değeri üzerinden harç ile kabul veya red oranında avukatlık ücreti ödenmesi gerekecektir.

Kural olarak maddi tazminat, Türk Lirası olarak belirlenmektedir. Ancak tarafların, maddi tazminatın yabancı para birimleri ile ödenmesi konusunda mutabakata varmaları mümkündür.

2. Boşanmada Maddi Tazminatın Şartları Nelerdir?

Boşanma davası sonrasında tazminata hükmedilebilmesi için şu şartların gerçekleşmesi gerekir:

Boşanma davasının reddine karar verilmesi durumunda evlilik devam edeceği için, maddi tazminata hükmedilmesi mümkün değildir.

Tazminat talebinde bulunulması halinde hakim, talebi aşmayacak şekilde tazminat takdir edecektir.

Eşlerden birisinin boşanma yüzünden evlilikten beklediği desteği göremeyecek olması, yeni bir düzen kurmak amacıyla masraf yapmak zorunda kalması, eşinin emekli maaşını alamayacak olması, eşine ait işyerinin imkanlarından yaralanamayacak olması gibi durumlarda bu şart gerçekleşmiş olur.

Talep eden eşin tamamen kusursuz olması gerekmemekte; dava az kusurlu olması yeterli kabul edilmektedir.

Eşin boşanmaya neden olan davranışı iradi davranışından kaynaklanmıyorsa (akıl hastalığı gibi) bu durumda maddi tazminata hükmedilmesi mümkün değildir.

3. Boşanmada Maddi Tazminat Nasıl Belirlenir?

Maddi tazminatın takdirinde en belirleyici husus, eşlerin ile dır. Bu hususlar her olayın özelinde değişiklik göstermektedir. Bu sebeple maddi tazminat taleplerinde eşlerin kusuru ile ilgili delillerin toplanması kadar, tarafların ekonomik durumlarının ispatı da büyük öneme sahiptir. Bu hususlarda yapılacak araştırma sonrasında hakim, kendisine tanınan geniş takdir hakkını kullanarak maddi tazminatı belirleyecektir. Ancak burada tazminat miktarının diğer eşin zenginleşmesine neden olmayacak, talebi aşmayacak ve makul olacak şekilde belirlenmesi gerekir.

4. Boşanmada Maddi Tazminatın Ödeme Şekli Nasıldır?

Uygulamada taraflar arasında yeni uyuşmazlıkların ortaya çıkmaması amacıyla çoğunlukla maddi tazminat miktarı tek defada ödenecek şekilde hükmedilmektedir. Ancak maddi tazminatın irat (belirli zamanlarda ödeme) şeklinde ödenmesi de mümkündür.

Maddi tazminatın irat olarak ödenmesine karar verilmesi durumunda, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi veya taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkacaktır. Yine alacaklı tarafın, evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi durumlarında mahkeme kararı ile kaldırılması mümkündür.

Tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde maddi tazminat olarak hükmedilen iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir. Hâkim, istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminatın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini de karara bağlayabilir.

Ayrıca talepte bulunulması halinde, boşanma hükmünün kesinleştiği tarihten itibaren başlayacak şekilde yasal faize hükmedilmesi de mümkündür.

5. Boşanmada Maddi Tazminat Zamanaşımına Uğrar mı?

Boşanmadan sonra açılacak maddi tazminat davasının, boşanma hükmünün kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içerisinde açılması gerekir. Aksi durumda karşı tarafın zamanaşımı itirazında bulunması mümkündür.

Mutlu Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

Katılma Alacağı

1. Katılma Alacağı Nedir?

Medeni Kanunumuza göre eşler, aksine bir düzenleme yapmadıkları takdirde edinilmiş mallara katılma rejimine tabidir. Bu rejim içerisinde edinilmiş olan malvarlığı değerlerinde (eklenecek değerler ve denkleştirmeler hesaplandıktan sonra) ortaya çıkan artık değerin yarısına denilmektedir.

Katılma alacağı, kanundan kaynaklanan bir alacak türüdür. Bu sebeple eşlerden birisinin çalışıp çalışmaması veya eşlerin kazancının miktarı gibi konuların bu alacak türü bakımından bir önemi bulunmamaktadır.

2. Katılma Alacağı Nasıl Hesaplanır?

Katılma alacağının hesaplanmasında Yargıtay içtihatları ile belirlenmiş bir sıra bulunmaktadır. Buna göre;

Öncelikli olarak edinilmiş mallar ile kişisel malların ayrılması gerekir. Nitekim yukarıda da ifade ettiğimiz üzere katılma alacağı, edinilmiş mallar üzerinde olan bir alacak türüdür. Kişisel mallarda katılma alacağı talebinde bulunulması mümkün değildir.

Edinilmiş mallar tespit edildikten sonra MK229'a göre "eklenecek değerlerin" malvarlığına dahil edilmesi gerekir. Eşlerden birinin mal rejiminin sona ermesinden önceki bir yıl içinde diğer eşin rızası olmadan, olağan hediyeler dışında yaptığı karşılıksız kazandırmalar ile bir eşin mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını azaltmak kastıyla yaptığı devirler olarak isimlendirilmektedir. Bu değerlerin malvarlığına dahil edilmesi gereklidir.

Yukarıda ifade ettiğimiz şekilde eklenecek değerler eklendikten sonra MK 230 gereği denkleştirme yapılması gerekir. Bir eşin kişisel mallara ilişkin borçları edinilmiş mallardan veya edinilmiş mallara ilişkin borçları kişisel mallarından ödenmiş olabilir. Tasfiye sırasında talep halinde bu hususların hesaplanmasına denkleştirme denilmektedir.

Eklenecek değerler eklendikten ve denkleştirme de yapıldıktan sonra ortaya çıkan miktar üzerinden, bu mallara ilişkin borçların çıkarılması gerekir. Bu borçlar çıkarıldıktan sonra ortaya çıkan miktar, olarak isimlendirilmektedir. Burada ortaya çıkan artık değerin yarısı, diğer eşin katılma alacağıdır. Bu sebeple katılma alacağı, artık değere katılma alacağı olarak da isimlendirilmektedir.

3. Katılma Alacağında Ayni Talep Olur mu?

İsminden de anlaşılacağı üzere katılma alacağı, niteliği itibari ile bir davasıdır. Bu sebeple katılma alacağı davasında, nakdi alacak yönünden hüküm kurulması gerekir. Katılma alacağı davasında, ayni talepte bulunulması mümkün değildir. Böyle bir talepte bulunulması durumunda bu yöndeki talebinin reddine karar verilmesi gerektiği yerleşik Yargıtay içtihatları ile ifade edilmiştir.

4. Katılma Alacağı Bakımından Kusurun Önemli Nedir?

Kural olarak katılma alacağı davasında kusurun önemi bulunmamaktadır. Ancak Medeni Kanun’un 236/2 maddesinde bu kuralın bir istisnasına yer verilmiştir. Buna göre zina veya hayata kast nedenine dayalı olarak boşanma kararı verilmesi halinde hâkim, kusurlu eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilir. Burada hâkime geniş bir takdir hakkı tanınmıştır. Takdir hakkını kullanacak olan hâkim mal rejimine ilişkin davayı gören hâkimdir. Boşanma davasını inceleyen hâkimin bu konuda bir değerlendirme yapması mümkün değildir.

Bu istisnai hükmün uygulanabilmesi için "zina" veya "hayata kast" sebebi ile boşanmaya karar verilmesi şarttır. Bu sebeple sadakatsizlik veya fiziksel şiddet boyutunda kalan fiiller sonrasında evlilik birliğinin temelden sarsılması sebebi ile boşanmaya karar verilmesi durumunda MK 236/2’nin uygulanması mümkün değildir.

5. Katılma Alacağı Davalarında Hangi Mahkemeler Görevli ve Yetkilidir?

Katılma alacağına ilişkin davalarda görevli mahkeme aile mahkemesidir. Yetkili mahkeme ise kanunda belirlenmiştir. Buna göre katılma alacağı davalarında;

Mal rejiminin ölümle sona ermesi durumunda ölenin son yerleşim yeri mahkemesi,

Boşanmaya, evliliğin iptaline veya hakim tarafından mal ayrılığına karar verilmesi durumunda, bu davalarda yetkili olan mahkeme,

Diğer durumlarda davalı eşin yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.

6. Katılma Alacağında Zamanaşımı Süresi Var mıdır?

Katılma alacağına ilişkin talepler yönünden zamanaşımı süresi 10 yıldır. Zamanaşımı süresinin başlangıcı ise mal rejiminin sona erdiği tarihtir. Bu kapsamda evliliğin boşanma ile sonuçlanması halinde zamanaşımı süresi, boşanma kararının kesinleştiği tarihten; ölüm halinde ise ölüm tarihinden itibaren başlayacaktır.

Mutlu Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

Akıl Hastalığı Sonucu Boşanma

1. Akıl Hastalığı Sebebiyle Boşanma Nedir?

Medeni Kanunumuzun 165. maddesinde, eşlerden birisinin akıl hastalığına tutulması durumunda hangi şartlarda boşanma kararı verilebileceği düzenlenmiştir. Bu kanun maddesinde denilmektedir.

Akıl hastalığı sebebiyle boşanma, özel ve nispi bir boşanma nedenidir. Bu sebeple akıl hastalığı sebebiyle boşanma için, akıl hastalığının varlığı ile bunun ortak hayatı çekilmez hale geldiğinin ispat edilmesi gerekmektedir.

Akıl hastalığı sebebiyle boşanma davası, herhangi bir hak düşürücü süreye tabi değildir. Bu sebeple bu dava, akıl hastalığının ortaya çıkmasından sonra her zaman açılabilir.

2. Akıl Hastalığı Sebebiyle Boşanmanın Şartları Nelerdir?

Akıl hastalığı sebebiyle boşanmaya karar verilebilmesi için 3 şartın gerçekleşmesi gerekmektedir. Bunlar;

Akıl hastalığı sebebiyle boşanmaya karar verilebilmesi için öncelikli koşul, eşlerden birisinin akıl hastalığına tutulmuş olmasıdır. Bu akıl hastalığının evlilik birliği içerisinde gerçekleşmesi bir zorunluluktur. Zira evlilik birliğinin öncesinde olan akıl hastalığı, evlenme engelleri arasında sayılmıştır. Bu kapsamda evlenmeden önce bir akıl hastalığı bulunan kişinin yapmış olduğu evlilik kanunen geçersizdir. Bu sebeple akıl hastalığının, evlenmeden önce bulunması durumunda, akıl hastalığı sebebiyle boşanma davası değil; mutlak butlan davasının açılması gerekir.

Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere Medeni Kanun’un 165. maddesinde sadece akıl hastalığı sebebiyle boşanma hali düzenlenmiştir. Bu sebeple her ne sebeple olursa olsun eşlerden birisinin kanser, AİDS, epilepsi ve benzeri hastalıklara yakalanmış olması durumunda MK 165 gereğince boşanmaları mümkün değildir.

Akıl hastalığı sebebiyle boşanmaya karar verilebilmesi için, bu hastalığın tedavisinin mümkün olmadığının resmi sağlık kurulu raporu ile tespit edilmiş olması gerekmektedir. Uygulamada akıl hastalığı sebebiyle boşanma davası açıldıktan sonra, akıl hastalığına tutulduğu iddia edilen eşin hastaneden rapor almasına karar verilerek hastaneye sevki gerçekleştirilmektedir. Yargıtay tarafından yapılan değerlendirmelerde, akıl hastalığının tespitinde bilirkişi görevlendirilerek rapor alınması yeterli görülmemiştir. Bu sebeple hastalığın geçmesine olanak bulunmadığının, resmî sağlık kurulu raporuyla tespit edilmesi gerekmektedir.

Sağlık kuruluşu tarafından hazırlanacak raporda, akıl hastalığının derecesi ve iyileşme ihtimalinin bulunup bulunmadığının net şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Zira kişide akıl zayıflığının bulunması veya akıl geriliğinin mevcut olması gibi durumlarda MK 165 gereğince boşanmaya karar verilmesi mümkün değildir. Yine benzer şekilde akıl hastalığının iyileşme ihtimalinin bulunması durumunda da MK madde 165 gereğince boşanmaya karar verilmesi mümkün değildir.

Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, akıl hastalığı sebebiyle boşanma nispi bir boşanma halidir. Bu kapsamda akıl hastalığının boşanma nedeni olabilmesi için, bu durumun diğer eş için müşterek hayatı çekilmez hale getirmiş olması zorunludur. Burada akıl hastalığı yüzünden evlilik birliğinin temelden sarsıldığının ispat yükü, davacı üzerindedir.

İfade etmek gerekir ki akıl hastalığına tutulan eşin, eylemleri iradi olarak nitelendirilemez. Bu sebeple akıl hastalığı yaşayan eşe karşı, diğer boşanma nedenleri ile boşanma davası açılması mümkün değildir. Söz gelimi akıl hastası olan eş ile anlaşmalı boşanmak veya gerçekleştirdiği hakaretlerden ötürü evlilik birliğinin temelden sarsılması sebebi ile boşanmak mümkün değildir. Zira bu eş akıl hastalığına tutulduğu için kusuru olmayacak ve eylemleri iradi sayılmayacaktır.

3. Akıl Hastalığı Sebebiyle Boşanma Davasının Tarafları Kimlerdir?

Akıl hastalığı sebebiyle boşanma davasını açma hakkı, akıl hastalığı olmayan eşe verilmiştir. Akıl hastalığına tutulan eş veya onun yasal temsilcisinin kendi akıl hastalığına dayanarak bu davayı açabilmesi mümkün değildir.

Bu davanın davalısı ise akıl hastalığına tutulan eş olacaktır. Ancak akıl hastası olan eşin vasisi bulunuyorsa davanın ona yöneltilmesi de gerekmektedir.

Mutlu Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

Uygulamada İştirak Nafakası

1. İştirak Nafakası Nedir?

Kural olarak iştirak nafakası, Türk Lirası olarak belirlenmektedir. Ancak tarafların, nafaka miktarının yabancı para birimleri ile ödenmesi konusunda mutabakata varmaları mümkündür.

İştirak nafakası, konusu ve önemi itibari ile kamu düzenine ilişkindir. Bu sebeple hakim, velayet hakkı sahibi talepte bulunmamış olsa dahi iştirak nafakasına hükmedilebilir. Yine bu durumun sonucu olarak boşanma davalarından sonra da bağımsız bir dava ile iştirak nafakası talebinde bulunmak mümkündür.

İştirak nafakasının her ay irat biçiminde ve peşin olarak ödenmesi gerekir. Aylık olarak hükmedilen nafaka, aksine bir karar olmadığı sürece aynı miktarda devam eder. Ancak nafaka alacaklısının dava başında usulüne uygun olarak talepte bulunması halinde nafakanın gelecek yıllarda küçüğün ihtiyaçları göz önüne alınarak artırılmasına karar verilebilir.

2. İştirak Nafakası Miktarı Nasıl Belirlenir?

İştirak nafakasının miktarının belirlenmesinde 3 önemli kriter bulunmaktadır. Bunlar; çocuğun ihtiyaçları, annenin sosyal-ekonomik durumu ve babanın sosyal-ekonomik durumudur. Bu kapsamda Yargıtay içtihatlarına göre iştirak nafakası belirlenirken, çocuğun yaşı, eğitim ve sağlık giderleri gibi konular yanında anne-babanın kazançları, malvarlıkları, hayat standartları ve alım güçleri göz önünde bulunduracaktır.

Uygulamada tarafların ekonomik durumlarının tespiti bakımından sosyal ekonomik durum araştırması (SED) yapılmaktadır. Bu araştırma için mahkeme, tarafların ikametgahlarının bulunduğu kolluk kuvvetine müzekkere yazmakta ve araştırma yapılmasını istemektedir. Bu araştırmalarda taraflara; kazançları, yan gelirleri, giderleri, sahip olduğu malvarlıkları, sağlık sorunları, bakmak zorunda oldukları kişilere ilişkin sorular yöneltilmektedir. Bu sorulara verilecek cevaplar doğrultusunda düzenlenen SED raporları, çoğunlukla taraf beyanları üzerine inşa edilmektedir.

İştirak nafakası, anne-babanın çocuğa bakım yükümlülüğünün bir sonucudur. Bu sebeplerle velayet kendisinde olmayan ebeveyn, çalışmadığı iddiasında bulunsa dahi nafaka sorumluluğundan kurtulamaz. Bu durumda dahi çocuğun ihtiyaçları konusunda uygun miktarda nafakaya hükmedilmesi gerektiği Yargıtay içtihatlarında bildirilmiştir.

Yargıtay tarafından yapılan değerlendirmelerde yoksulluk nafakası alan tarafın, yoksul olduğunun sabit olduğu ve çocuğunun giderlerine dahi katkı bulunmasının beklenemeyeceği ifade edilmiştir. Bu sebeplerle yoksulluk nafakası alan eşten, iştirak nafakası talebinde bulunulması mümkün değildir.

3. İştirak Nafakası Ne Zaman Başlar ve Ne Zaman Sona Erer?

İştirak nafakası; boşanma, ayrılık, evliliğin butlanı veya feshine ilişkin davaların kesinleştiği tarihten itibaren başlamaktadır. Burada belirleyici tarih, bu yöndeki kararların kesinleştiği tarihtir. Kararın kesinleşmesinden önce hükmedilen nafakalar ise tedbir nafakası olarak isimlendirilmektedir.

İştirak nafakası, bu nafakanın mahkeme kararı ile kaldırılması, çocuğun ergin olması, velayetin değiştirilmesi, çocuğun ya da nafaka borçlusunun ölümü gibi durumlarda sona ermektedir.

4. İştirak Nafakasının Artırılması ya da Azaltılması Mümkün mü?

İştirak nafakasına hükmedilmesinden sonra çocuğun ihtiyaçlarında artışlar yaşanabilir. Elbette bu durumun tam tersi olarak çocuğun giderleri azalabilir ya da nafaka borçlusunun ekonomik durumu bozulmuş olabilir. Böyle durumlarda taraflar, iştirak nafakasının artırılması ya da azaltılması için dava açabilirler. Bu durumda hakim, çocuğun ihtiyaçlarında artış ya da azalış olup olmadığı ile anne-babanın ekonomik sosyal durumlarının ne yönde değiştiğini tekrar araştırarak karar verecektir.

Boşanma davası sonrasında iştirak nafakasının artırılmasına ilişkin davalarda aile mahkemeleri görevlidir. Bu davalarda, iştirak nafakası alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.

5. Çocuğuna Fiili Olarak Bakan Ebeveynin, Nafaka Yükümlülüğü Devam Eder mi?

Velayet hakkı sahibinin, çocuğa fiili olarak bakması bir zorunluluktur. Hükmedilen iştirak nafakasının amacı da bu fiili bakım konusunda ekonomik destek sağlamaktır. Bu kapsamda velayet hakkı sahibinin hükmedilen iştirak nafakasını talep edebilmesi için, çocuğa fiili olarak bakması gerekir. Aksi durumda velayet hakkı sahibinin nafaka talep edebilmesi mümkün değildir. Uygulamada zaman zaman velayet hakkı kendisine bırakılan ebeveynin, çocuğun bakımını diğer ebeveyne bıraktığı durumlar ortaya çıkmaktadır. Bu durumlarda mahkeme kararına göre velayet hakkı sahibi olan taraf, iştirak nafakası hükmedilmiş olsa da bu nafakayı talep edemez. Zira velayet sahibi olmayan taraf fiili olarak bakıp; çocuğuna dair maddi sorumluluğunu yerine getirmektedir. Bu hususta icra takibi başlatılmış olsa dahi, açılacak dava ile takibin iptalini sağlamak mümkündür.

Mutlu Günler

Avukat Yaşar ÖKSÜZ

Yazının devamı...

Ortak Hayatın Kurulamaması

1. Ortak Hayatın Kurulamaması Sebebiyle Boşanma Nedir?

Medeni Kanunumuzun 166/4 maddesinde “ denilmektedir.

Kanunda düzenlenen bu boşanma hali, ya da olarak isimlendirilmektedir. Bu boşanma nedeni, mutlak boşanma nedenlerindendir. Bu sebeple ortak hayatın kurulamaması sebebiyle açılacak boşanma davalarında hâkim, dava şartlarının oluşup oluşmadığını tespit edecek ve şartlar oluştuğunda boşanmaya karar verecektir.

2. Ortak Hayatın Kurulamaması Sebebiyle Boşanmanın Şartları Nelerdir?

Ortak hayatın kurulamaması sebebi ile boşanmaya karar verilebilmesi için 3 şartın gerçekleşmesi gerekmektedir. Bunlar;

Ortak hayatın kurulamaması sebebi ile boşanmaya karar verilebilmesi için öncelikli koşul, daha önce bir boşanma davasının açılmış olmasıdır. Açılan bu boşanma davasının hangi sebeple açıldığı veya kimin tarafından açıldığı önemli değildir. Daha önce bir boşanma davası açılmış olması ve bu boşanma davasının reddedilmiş olması yeterlidir. Bu sebeplerle taraflar ne kadar uzun süredir fiili olarak ayrı yaşıyor olursa olsun, bu şart gerçekleşmeden ortak hayatın kurulamaması sebebi ile boşanma kararı verilemeyecektir.

Daha önce açılan boşanma davasında yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilmesi ya da davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gibi haller davanın reddi ile aynı sonuçları doğurmamaktadır. Bu nedenle açılan ilk davanın reddedilmiş olması şarttır.

Ortak hayatın kurulamaması sebebi ile açılacak boşanma davasında, daha önce açılan ve reddedilen boşanma davasının kesinleşmiş olması ve kesinleşmeden sonra 3 yıllık sürenin geçmesi gerekmektedir. Kanun koyucu tarafından belirlenen bu 3 yıllık süre ret kararının kesinleştiği anda başlar. Bu sebeple ilk açılan boşanma davasının kesinleştiği tarih büyük öneme sahiptir.

Ancak istisnai olarak açılan ilk davadan feragat edilmesi durumunda, kesinleşme tarihinin hesaplanması feragat tarihinden itibaren başlayacaktır. Nitekim feragat, karşı tarafın kabulüne bağlı olmayan, davayı sonuçlandıran ve kesin hükmün sonuçlarını doğuran bir usul işlemidir. Feragat durumunda hüküm maddi olarak kesinleşmekte olup; şekli olarak kesinleşmesine ihtiyaç bulunmamaktadır.

Kanunda belirtilen 3 yıllık süreçte ortak hayatın hiçbir şekilde kurulamaması ve bu sürenin kesintisiz devam etmesi gerekir. Tarafların bu süreçte ortak hayatı zaman zaman devam ettirmiş olmaları durumunda, ortak hayat kurulmuş sayılacaktır. Bu durumda ise ortak hayatın kurulamaması sebebi ile boşanmaya karar verilebilmesi mümkün değildir. Ancak tarafların çocuklarını görmek için kısa süreliğine yan yana gelmiş olmaları, ortak hayatın kurulduğu anlamına gelmeyecektir. Tarafların ortak hayatı kuramadıklarına ilişkin 3 yıllık süre, hâkim tarafından kendiliğinden dikkate alınacak ve deliller ışığında değerlendirilecektir.

3. Ortak Hayatın Kurulamaması Sebebiyle Boşanma Davasını Kimler Açabilir?

Her iki taraf da ortak hayatın kurulamaması sebebi ile boşanma davası açabilir. Bu sebeple ilk açılan ve davası reddedilen tarafın davacısı da davalısı da bu davayı açabilecektir.

4. Ortak Hayatın Kurulamaması Sebebiyle Boşanmada Kusurun Önemi Nedir?

Ortak Hayatın Kurulamaması Sebebiyle Boşanma davasında, kusurun kimde olduğunun önemi bulunmamaktadır. Daha kusurlu olan taraf da ortak hayatın kurulmadığını ispatlayarak boşanma talebinde bulunabilir. Bu sebeple davalı eşin, davacının daha kusurlu olduğunu ileri sürerek boşanmaya itiraz etmesi mümkün değildir. Kusur konusundaki değerlendirme, sadece tazminatın tayini bakımından önem arz edecektir.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.